Avrupa Ne Konuşuyor programında bu hafta Belçika’nın sömürge tarihiyle yüzleşmesine, Yunanistan’da rüşvet skandalına ve Zürih’teki bir gece kulübünde yaşanan koronavirüs vakasına değindik.
Belçika kralının mektubu
Belçika Kralı Philip önceki gün Kongo Demokratik Cumhuriyeti Felix Tshisekedi’ye hitaben bir mektup yazarak, “Toplumumuzda bugün de varolan ayrımcılık nedeniyle kanayan geçmişin yaraları için en derin üzüntülerini” bildirdi. Mektupta kral, sömürge döneminde yaşanmış “şiddet ve vahşet eylemlerinden” bahsetti. Ayrıca ayrımcılığın her türüyle savaşmaya devam edeceğini de belirtti.
Mektup, Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 60. yılı vesilesiyle kaleme alındı. Ancak, elbette ki bu mektuba asıl zemin hazırlayan George Floyd’un öldürülmesinin ardından ABD’de başlayan ve Avrupa’ya da yayılan ırkçılık karşılık gösterilerdi. Belçika’da da gösterilere çok geniş katılım olmuş ve bu gösterilerde Kongo’da 10 milyon insanın ölümünden sorumlu tutulan Belçika Kralı 2. Leopold’un heykelleri yakılmış, üzerine boya dökülmüştü, heykeller ırkçılık karşıtlığının sembollerine dönüştürülmüştü.
Ayrıca 14 yaşında bir gencin başlattığı bir imza kampanyasında Leopold’un yurt çapındaki tüm heykellerinin kaldırılmasını isteyenlerin sayısı 80 bini aşmış vaziyette.
Peki kimdir bu 2. Leopold? Biraz daha yakından bakalım.
2. Leopold 1885-1908 döneminde bugünkü Kongo dahil Afrika’nın çok geniş topraklarını mülk ediniyor, kendi serveti için çocuklar dahil insanları korkunç bir şekilde çalıştırıyor, köleleştiriyor. Yeterli üretimi yapamadığı için uzuvları kesilen insanların iç kanatıcı fotoğraflarını internette bulmak mümkün.
Belçika başbakan da geçtiğimiz hafta ülkesinin geçmişiyle yüzleşmesi gerektiğini söyledi. Haziran ayında ise Meclis’te hakikat ve uzlaşma komisyonu kurulması yönünde karar alındı. Bu komisyon çalışmalarına eylül ayında başlayacak.
Kral Philippe’in Kongo Devlet Başkanı’na üzüntüsünü bildirmesi böyle bir ortamda geldi.
Bu basında genel olarak olumlu bir adım olarak görülüyor. Örneğin Le Soir gazetesinden bir köşe yazısında şöyle deniyor:
Bu mektuba asıl gücünü veren üç unsur var. Öncelikle kral, 'kendi' ailesinin sorumluluğunu ilk kez üstlenmiş oldu. İkinci olarak, Haziran'da kurulması kararı verilen Hakikat Komisyonu'nun kendisini mecbur bırakmasını beklemedi. Üçüncü olarak ise üzüntüsünü, sömürgeci tarihin bizi günümüzde de rahat bırakmayan ayrımcılık ve ırkçılık mirasını yok etme mecburiyetine dönüştürdü.
De standaard gazetesindeki köşe yazısında ise bu mektup yeterli bulunmuyor:
Kral Philippe'in üzüntüsünü ifade etmesi her ne kadar tarihi bir olay olsa da bu Kongo halkının karnını doyurmaz.(...) İnsan sermayesine yatırım yapmak aynı zamanda Belçika'daki Kongo diasporasının çocuklarına kucak açmak olacaktır. Bu insanların yüksek eğitimli olmalarına rağmen diğer azınlıklardan daha fazla ayrımcılığa uğramaları üzücü olmaya devam ediyor. Kongo, gerçekten de Belçika'nın umurundaysa, o zaman Kongo asıllı Belçikalıları da düşünmeli.
Tabii, Kral Philippe’in yalnızca üzüntülerini bildirmesi, doğrudan özür dilememesi de eleştiriliyor.
Ufak bir not daha, Belçika borsasındaki en büyük 20 şirketin yarısının kökleri Kongo’daki sömürüye gidiyor. Yani Belçika’nın bu kanlı mirası bugün de toplumunda ekonomisinde sürüyor. Önümüzdeki dönemde daha başka hangi adımları atılacak, izleyeceğiz.
Yunanistan: Novartis rüşvet skandalı
İlaç şirketi Novartis ve eski iştiraki Alcon hakkında, ABD makamları tarafından belli ülkelerde kamu hastanelerindeki doktorlara rüşvet verdikleri iddiasıyla soruşturma yürütülüyordu. Şirketler işledikleri bazı suçları kabul ederek, uzlaşma yoluna gitti ve 346 milyon dolar ödedi.
Soruşturmanın, bel kemiğini Yunanistan’da verilen rüşvetler oluşturuyordu. Gelinen noktada Novartis Yunanistan’da kamu hastanelerindeki doktorlara 2012-2015 yılları arasında gözle ilgili kullanılan Lucentis ilacını daha fazla yazmaları için kamu hastanelerindeki doktorlara rüşvet verdiklerini kabul etti. Rüşvetler, doktorları ABD’dekiler bazı organizasyonlar dahil uluslararası tıp kongrelerine götürmek şeklinde oluyor. Ayrıca Novartis 2009-2010’da yapılan bir epidemiyolojik çalışmayla ilgili rüşvet verdiğini de kabul ediyor. Alcon firması da Vietnam da verdiği rüşvetleri gizlemek için muhasebe kayıtlarını değiştirdiğini kabul ediyor.
Daha önce Yunanistan’da da eski Başbakan Samaras, eski Maliye Bakanı ve Merkez Bankası başkanı dahil üst düzey siyasetçi ve bürokratlarının isminin geçtiği soruşturmalar açılmış, Meclis’te de bunun için komisyon kurulmuştu. Yunanistan’daki bu soruşturmalarda, rüşvetin yanısıra Novartis’in ilaç fiyatlarının şişirilmesi suçlamaları da gündeme gelmişti. Syriza, bu olayı “Modern Yunan tarihinin en büyük skandalı” olarak tanımlarken, suçlananlar “Yunan tarihinin en büyük komplosu"yla karşı karşıya olduklarını söylüyorlardı. Ve Yunanistan’da bu hukuki süreçler hiç kimse ceza almadan kapatıldı.
Sol eğilimli Avgi gazetesinde bir köşe yazarı şöyle diyor:
ABD'deki sürecin bize kanıtladığı tek şey Novartis davasının, Yunanistan'da söylendiği gibi bir komplo olmadığı birinci dereceden bir skandal olduğu. Bu skandalın Samaras-Venizelos döneminde, tasarruf memorandumunun en ağır yılları sırasında yaşandığı da bir gerçek. Toplum ağır tasarruf önlemleri altında inlerken Novartis, dönemin muktedirlerini arkasına almış büyük kârlar yapmayı sürdürmüş
Şimdi bu karardan sonra Yunan yetkililer Syriza’yı bu konunun üstüne gitmemekle suçluyor ve Novartis’ten tazminat talep edeceklerini söylüyorlar. Ama bu ne kadar mümkün olur bilemiyoruz.
İsviçre: Gece kulübünde koronavirüs
Zürih'te Flamingo isimli bir gece kulübüne giden bir kişide koronavirüs tespit edildi, sonra yapılan araştırmada 5 kişide daha tespit edildi ve ardından 300 kişi karantinaya alındı.
İsviçre’de haziran ayında eğlence mekanlarının açılmasına izin verilmiş, ama aynı zamanda bu işletmelere müşterilerinin iletişim bilgilerini kaydetme zorunluluğu getirilmişti.
Flamingo gece kulübünün elindeki müşteri bilgilerinin üçte biri hatalıydı. Kimisi yanlış isim vermişti, kimisi yanlış e-posta adresi. Şimdi hem bu kayıtların tutulamamış olması bir mesele İsviçre medyasında hem de “Gece hayatını ne yapmalı?” sorusu.
Tages-Anzeiger gazetesinden bir köşe yazarı şöyle diyor:
Gece hayatında korunmak özellikle zor, çünkü fiziksel yakınlık ve taşkınlık bu hayatın bir parçası. İlk deneme hatalıydı. Şimdi durup düşünmeli ve yanlışları düzeltmeliyiz, ki bu da barların, kulüplerin yaz sonuna kadar kapatılması anlamına gelebilir.
Neue Zürcher Zeitung köşe yazarı ise risk almayı ama eğlenceyi bitirmemeyi savunuyor:
Toplumun liberal ruhu kendisini, farklı eğlence anlayışlarına saygı göstermekle belli eder. (...) Toplum, bu virüsü en ücra köşeye dek kontrol altına alamayacağını kabul etmeli.
Bu haftalık Avrupa Ne Konuşuyor’dan bu kadar. İnternet sitemizde çok daha fazlasını bulabilir, bizi Twitter ve Facebook’tan da takip edebilirsiniz.