Derya Tolgay, Sera Tolgay ve Nilgün Karasu ile 5 Haziran Dünya Çevre Günü vesilesiyle 6 Şubat Depremleri ardından bölgedeki ekolojik yıkımı, sivil inisiyatiflerin üstlendiği rolü ve Türkiye'nin ilk sivil vizyon planı olan Asi Nehri Havzası Çevre Vizyon Planı'nı konuşuyoruz.
Ömer Madra: 5 Haziran Dünya Çevre gününde Türkiye'nin ilk sivil çevre vizyon planını konuşacağız. Çevre vizyon planı, Asi Nehri Havzası, Samandağ kıyıları ve diğer deprem bölgelerinde doğa dostu ve afetlere karşı dayanıklı bir gelecek inşa etmek için bir yol haritası denemesi. Katılımcılarımız Derya Tolgay, Sera Tolgay ve Nilgün Karasu Hatay'dan. Derya sen başlar mısın lütfen?
Derya Tolgay: Tabii memnuniyetle. On bir ilde yaşadığımız afet sonrası hepimiz neler yapabileceğimize odaklandık. Sera, biliyorsunuz Amerika'da, hem deprem hem iklim krizi hem afetler uzmanı olarak çalışıyor. Kendisi uzakta olmanın getirdiği ekstra bir üzüntü duydu o sıralar; ne yapabilirim, Türkiye için neler yapabilirim diye ama o sıra her taraf o kadar toz topraktı ki, bir sakinlememiz gerekiyordu. Yapılacak işlerden çok ani olanlar arama kurtarma idi ama çok uzun bir iyileştirme, yeniden yapılanma gerektiriyordu bu süreç. Dolayısıyla üzerinden epey zaman geçmesine rağmen hiç enerjimizi ve ümidimizi kaybetmeden odaklandık bölge için neler yapabiliriz diye.
Aysim'in ve eşinin yaptıklarından da bahsetmek isterim. Duyar duymaz, ilk gidenlerden biriydi mesela Ferda Keskin. Film stüdyolarının bütün ışıklarını yükleyerek bir tıra yola çıktı. Aysim bunu sağladı. O ışıklara o kadar çok ihtiyaç vardı ki ilk etapta. Sonrasında 100 kişilik sohbet grubu oluşturduk. Bir sürü farklı disiplinlerden insanlar vardı, neler yapabilirimize odaklandık.
Ben, Sera'nın bu kadar üzüldükten sonra, elimden bir şey gelmeyecek düşüncesinden sonra, bizi birleştirerek bütün bu havza için tüm birikimini katması, Bundan sonraki anlatımı Sera'ya bırakayım isterseniz, ne dersiniz?
Ö. M: Amerika'dan bağlanıyoruz şimdi Sera Tolga'ya da.
Sera Tolgay: Merhabalar herkese.
Ö. M: Merhaba, selamlar.
S. T: Selamlar. Bu çok değerli ekibin bir parçası olmaktan gerçekten gurur duyuyorum. Benden sonra da Nilgün Karasu'dan dinleyeceğiz. Yerelde çok büyük savaşlar veriyor o. Her gün, birazdan anlatacağımız şeyleri yaşıyorlar. Depremden sonra, bir seneyi aşmamıza rağmen, ne kadar büyük sorunlarla karşı karşıyayız.
Bu plan fikri nereden çıktı? Sivil toplum niye plan yapmalı? Çok garip bir konsept gibi geliyor belki, pek alışık değiliz. Normalde devlet kurumları plan yapar, uygular. Fakat benim içinde olduğum New York, New Jersey, Körfez bölgesinde kasırgalardan sonra büyük afetlere karşı, daha çok sel ve su seviyesinin yükselmesiyle ilgili çalışmalar oldu, 10 seneyi geçti, hala bu konu üzerinde bir sürü projeler var benim de üzerimde çalıştığım. Hükümet de milyarlarca dolar harcıyor kıyı bölgelerinin afetlere karşı dayanıklı olması için. Sadece suyla ilgili değil, kuraklık da var bunun içinde, aşırı sıcaklık da var. Hastalıkları da buna eklememiz gerekiyor Covid'le beraber, bir sürü krizin içinden geçiyoruz.
Benim bu süreçte gözlemlediğim, iklim krizleri çok önemli ama son yirmi, otuz senede en çok ölüme sebep olan afet tipi jeolojik afetler; depremler ve tsunamiler. Hint Okyanusu'nda iki binlerin başında yaşadığımız, çok sayıda ölüme yol açan jeolojik afetlerden biriydi. Haiti depreminde de 200 bin kişi öldü. Türkiye ve Suriye depremi de 50 bin deniyor. Tabii sayının daha fazla olduğu da düşünülüyor, Türkiye kısmında en azından. Çok büyük sayılardan bahsediyoruz. Benim üzerinde çalıştığım Sandy Kasırgası'nda, 10 sene önce, üç eyalette elli kişi öldü. Tabii mal kaybı da çoktu. Burada çok büyük yatırımlar, çalışmalar yapılıyor riski minimize etmek için, hem halk sağlığı hem yaşam hakkı açısından.
Maalesef benim gözlemim Antakya için bir master plan olmamasıydı; belli raporlar, ufak şeyler görüyorum ama bölge ölçeğinde maalesef ele almıyoruz. Oysa niye çevre planı yapmamız ve bölge ölçeğinde bakmamız gerektiği çok mühim. Mesela bizim Asi Nehri Havzası Sivil Çevre Planı'nda ele alacağımız konular içinde yalnızca havza yok, suyun değdiği toplar da var. Antakya bölgesi zaten eski bir göl havzası ve fay hattı üzerinde, zemin sıvılaşmasına açık bir bölge, gerçekten çok riskli.
Dolayısıyla yeniden inşa sürecinde bütün jeolojik ve çevresel faktörlere çok yakından bakmamız ve çok temkinli olmamız gerekiyor. Oysa -maalesef- gördüğümüz kıyı şeridinde sulak alanlara moloz dökülmesi, tarım arazileri ve zeytinlik alanların inşaata açılması, taş ocakları sorunu... Çok detaya girmeyeyim, Nilgün'ün bahsetmesi daha iyi olur her gün orada bunu yaşadıkları için.
Özetle, planı yapmamızın, bu fikrin ortaya çıkmasının temel sebebi buydu. Umuyoruz ki daha güzel alternatifler oluşturabiliriz yeniden inşa sürecinde.
Ö. M: 5 Haziran Dünya Çevre Günü de iyi bir fırsat bunu konuşmak için. Nilgün Karasu'ya da bağlanabilirsek, bölgeden bilgi edinme fırsatı bulabileceğiz.
Merhabalar Nilgün!
N. K: Merhabalar.
Ö. M: Ne olup bitiyor, nasıl bir çalışma içindesiniz? Sera Tolgay'dan birazcık dinleme fırsatı bulduk ama bölgedeki durumdan bahsedersen seviniriz.
N. K: Tabii ki, öncelikle hâlâ burada internet sorunu çözülemedi, bu yüzden bağlanma sıkıntısı yaşadım, özür diliyorum gecikme için. Biz Antakya Çevre Koruma Derneği olarak depremin ilk gününden beri sahadaydık. İnanılmaz bir ekolojik yıkım!Asrın felaketini yaşarken, biz asrın ekolojik yıkımını da yaşadık.
Bunun yanında yetkililerin aldığı yanlış kararlar ve yönetmenliğe uygun yapılmayan çalışmalarla da ekolojik yıkımımız her gün katlanıyor. Depremin hemen ardından, yıkılan binaların temizlenmesi ve ağır hasarlı binaların yıkımıyla bir moloz sorunu başladı. Molozların içindeki asbest ve diğer kimyasal maddeler hem çevre hem halk sağlığı açısından çok büyük bir tehlike arz ediyor. Molozların yanlış kararlarla dökülmesi sonucu yüzümüzü çevirdiğimiz her yer moloz yığını oldu. Yerleşim alanlarımız, okullar, caddelerin kenarları, boş araziler ve en önemlisi Asi Nehri.
Asi Nehri bizim için çok değerli bir nehir, Lübnan'dan doğup Suriye üzerinden şehrimizi ortadan bölüp Akdeniz'e dökülen bir nehrimiz var. O tehlike altına girdi. Üstelik bir de son zamanlarda sayıları hızlı bir şekilde artan taş ocaklarıyla mücadele etmeye çalışıyoruz. Çok değerli arkadaşlarımla biz bu süreç içerisinde tanıştık. Depremden bu yana diyalog halindeyiz. Çok dinamik bir ekibiz; bakışımız, yolumuz, düşüncelerimiz o kadar uyuştu ki, birbirimizi tamamladık. Çok güzel bir haritamız çıktı bu birliktelikten. Şu an Antakya'da yeniden inşa edilecek olan bir şehrimiz var ve yeni inşa edilecek olan şehrimizde mutlaka bir çevre planının oluşması gerekiyor.
Aslında her ilin bir çevre planı olması gerekiyor fakat bugüne kadar buna benzer bir çalışmaya ben şahit olmadım. Yeni inşa edilecek şehrimizde çevre master planını çalışıp bundan sonraki süreçlerde bunun hayata geçirilmesi için mücadele vereceğiz.
Konu başlıklarını ele alırsak, öncelikle Asi Nehri'ne moloz dökülmeye başladı. Tabi molozların içindeki asbest ve diğer kimyasallar suda çözülüp denize karışıyor ve Asi'nin canlı yaşamını ve deniz ekosistemini altüst ediyor. İkinci olarak, depremin hemen ikinci ayında ÇED raporu gerekliliği kaldırıldı. ÇED gerekli olmadan yirmi iki taş ocağı ihale edildi ve sonraki süreçte ayıları hızlı bir şekilde artarak elli dörde çıktı. Bu elli dört taş ocağı birbirine yakın yerlerde. Yerleşim alanlarımızın hemen hemen içinde olanlar var. Üç yüz metre, bir kilometre mesafede bu alanlar. Tarım arazilerimiz tehlikede, zeytinliklerimiz tehlikede.
Zaten depremlerden sonra inanılmaz bir hava kirliliği de var. Burada hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü'nün öngördüğü değerin yirmi katı üstüne kadar çıkıyor. Üzerine taş ocağının yaratacağı hava kirliliğiyle yaşamaya çalışacağız! Zaten nefes alacak alanımız o kadar az ki. Yaşam alanlarımız her geçen gün daraltılıyor. Tarım arazilerimiz, zeytinliklerimiz kurban gidiyor. Zaten şehir yıkılmış durumda, her taraf araziye dönmüş durumda. Projeler daha çok zeytinlik alanlar üzerine kuruluyor, yüz üç yaşında zeytinliğimiz var oysa. Köy halkının geçim kaynakları elinden alınıyor, biz bu yorumu yapıyoruz. Çok yoğun bir biçimde ağaç kesiliyor.
Zaten dünyanın gündeminde -az önce Serhat anlattı- dünyanın gündeminde küresel ısınma ve iklim krizi var. Ki bu sene bunu çok ciddi bir şekilde hissetmeye başladık. Şu an burada kırk yedi derece hava, dışarıya çıkmak imkansız. Ağaca, yeşile bu kadar ihtiyacımız varken rastgele, keyfi olarak ağaçların kesilmesi yüreğimizi acıtıyor.
Biz bu katliamlardan yola çıkarak bu projeyi hazırladık. Bunu 5 Haziran'da kamuoyuyla paylaşmak bizim için ayrıca önemli. Az önce ben sayın valimizin STK'larla buluştuğu bir toplantıdaydım. Valimizi biraz kızdırdık yaptığımız çalışmalarla ama güzel bir şeye imza attık sonunda. STK'lardan kendi alanlarında görüş ve öneri sunmalarını talep etti. Biz bir hafta, on günlük bir süre içinde bunları hazırlayacağız. En azından şehrin yeniden inşasında sözümüz olacağı için mutlu ayrıldık toplantıdan.
Ö. M: Hem Asi Nehri'nin kirlenmesi, hem Çevresel Etki Değerlendirme Raporu istenmeden sayısız taş ocağı yapılması gibi büyük bir sorun var. Diğer yandan Toki binalarının inşası gibi bir başka büyük problem var. Hepsinin üstüne iklim krizinin özellikle Asya'da, Hindistan'da çok korkunç örneklerine rastladığımız günlerdeyiz. Yaz dönemi içinde iklim krizinin de etkileri hissediyor. Ne kadar dediniz, 40 küsur derece değil mi?
N. K: Kırk yedi!
Ö. M: Doğrusu bir de bunlara ağaç kesimleri eklendiği zaman, Dante'nin cehennemi gibi bir durumdan bahsedebiliriz. Peki ne yapılıyor? Program nedir? Vizyon planı nasıl?
S. T: Çevre planında ilk aşamamız bir araya gelmekti. Çalıştaylarla belirlediğimiz beş tane konu başlığımız var. Nehrin kendisi yani aşırı su kullanımı, yeraltı sularının seviyesinin düşmesi ve kirlilik konularını anlamak istiyoruz. Bölgeden uzmanlar, akademisyenler, farklı plancılar, aktivistlerin bir araya gelmesi ve bu sorunların ilk etapta kayda alınması hedefimiz; sadece sözlü değil, bir de haritalar üzerine uydu görüntülerini kullanarak depremden önce ve sonra değişimleri anlamak gerekiyor. Taş ocaklarının yayılması, sulak alanlar üzerine moloz dökülmesi, kıyı şeridinde yapılan bazı inşaat çalışmaları... Bunların anlanıp haritalandırılması da çok önemli bir süreç. İklim krizini de ele alacağız ama daha çok yeni inşa sürecinde nasıl dayanıklı bir bölge yaratırız ve çevresiyle denge içinde olan bir bölge yaratabiliriz diye düşünüyoruz. Yani bunu anlamaya çalışıyoruz. Tabii daha yolun çok başındayız. Daha sonra çok kısa videolarla da bunu belgelemek ve hem Hatay, Antakya, Samandağ, Defne halkıyla hem de Türkiye genelinde bu sorunları anlatmak istiyoruz.
N. K: İklim krizine de dönecek olursak, maalesef Akdeniz bölgesine baktığımızda bütün modeller bu bölgenin daha kuraklaşacağı ve daha ısınacağı yönünde. Bu çok önemli çünkü Asi Nehri'nde Lübnan, Suriye'den gelip akan, o dağ bölgesine düşen kar ve yağmur sularıyla beslenen yeraltı suları da var.
N. K: Yağışın özellikle olmadığı dönemlerde bu yeraltı sularından besleniyor Asi Nehri. O yüzden o su döngüsünü anlamak da çok önemli olacak. Aynı zamanda depremden sonra bir yeniden inşa süreci var. Önümüzde büyük sorunlar var ama bunları anlayarak, bir araya gelerek ben çözebileceğimizi umuyorum ve düşünüyorum.
Ö. M: Bu konuda ben de ufak bir soru ilave edeyim. Sözü edilen çok temel, çoklu kriz diye adlandırabileceğimiz sorunlara karşı, iktidara, mevcut yönetime karşı nasıl bir politika izlenmesi gerektiği de sizin planlar arasında yer alacak mı?
S. T: Evet, kesinlikle! Zaten çevre planı dediğimizde bu çoklu sorunları bir araya getirerek bir bütün olarak bakmak. Sadece binaları inşa etmek değil kesinlikle. Burada su döngüsüyle ilgili, tarım arazileriyle ilgili, hava kalitesi, taş ocaklarıyla ilgili bir sürü çoklu sorun var. Hem sağlığımızı, can güvencemizi etkileyen, hem de çevremizi. Zaten çevremizin sağlığı da bizim sağlığımız. Onlar da bizim parçamız. Samandağ'daki karetta karettaları insanlar biliyor mu? Ege sahilleri gibi Samandağ sahilleri de çok değerli. Çok zengin bir bölge. O yüzden bu krizlerin yanı sıra bence bu değerlerin korunması da gerekli.
N. K: Milleyha sulak alanımız, 293 çeşit kuş türünü barındıran bir yer. Kuşların göç yolu üzerinde, ihtiyaçlarını karşılamak için mola verdikleri bir alan. Ayrıca bizim Kırıkhan'da bir mahallemizde dağ ceylanları, nesli tükenmekte olan dağ ceylanları da yaşamakta. Bu bölgeyi korumak için o kadar çok nedenimiz var ki. Hatay gerçekten her konuda zengin olan bir ilimiz. Çok kültürlülüğümüz var, denizimiz var, doğamız var, şelalemiz var, tarihimiz var.
Depremden sonra, Eski Antakya dediğimiz alana rastgele dozerler girdi. Orada iki yüz yirmi tane ev yıkıldı. Molozları rastgele kaldırıldı. Orayla ilgili hiçbir iyileştirme çalışması yapılmadı. Yani tarihimizi yok ettiler. Evet, bunlar için de bastırmak gerekiyor.
D. T: Asi Nehri Havzası, Samandağ kıyıları ve deprem bölgesinde doğanın korunduğu, afetlere dayanıklı bir gelecek hazırlamak üzere, bir sivil girişim olarak ilk kez Türkiye'de böyle bir vizyon planı hazırlıyoruz. Bütünüyle sivil toplum kuruluşlarının ortaklığına dayanan bir girişim bu.
D. T: Bir basın duyurusuyla da bütün bu vizyon planı amaçladıklarımızı paylaşacağız basınla da. Unutmadık, unutturmayacağız diyoruz açıkçası.
Ö. M: Evet, yani Dünya Çevre Günü'nde Türkiye'nin ilk Sivil Çevre Vizyon Planı konuştuk. Çok kapsamlı ve girift krizlerden oluşan bir dünyada yaşıyoruz. Çevre Vizyon Planı, Asi Nehri Havzası, Samandağ kıyıları ve diğer deprem bölgelerinde Dua dostu ve afetlere karşı dayanıklı bir gelecek inşa etmemiz için bir yol haritasıdır diye siz notlardan da paylaşmak istedim dinleyicilerle beraber. Kolay gelsin diyelim. Çok zorlu bir süreç var önümüzde ama bu mücadeleyi sürdürmekten başka da bir seçenek göremiyorum doğrusu.
D. T: Çok haklısın. Örnek teşkil etmesini istiyoruz diğer tüm bölgelere. Bu afetleri yaşamadan önce hazırlanalım. Çevre planlarımızı öncesinde yapalım.
Ö. M: Nilgün Karasu, Sera Tolgay, Derya Tolgay'la beraberdik. Bendeniz Ömer Madra ve Özdeş Özbay'da burada mikrofonlardaydık. Kolay gelsin. Hepinize. Çok teşekkürler. Çok teşekkür ederiz.