Zaman Ne Güzel Akıyor

-
Aa
+
a
a
a

 

Hastanenin hasta kalabalığı arasında fark etmiştim o bir çift parlak gözün sahibini. Bir süre önce sessiz sedasız emekli olup ayrılan hastanemizin emektar bahçıvanıydı karşılaştığım. Kızıldan kıra dönmüş saçları posbıyığı ve esmer teni ile heybetli duruşunu koruyordu. Poliklinik kuyruğunda sıranın kendine gelmesini bekliyor, sessizce çevresine bakınıyordu. Biraz yorgun görünüyordu. Selam verdim. Yüzüne ışıltı yayıldı gülümsedi.

 

-          Nasılsın doktorum,  iyi misin?

 

-          Sağ ol, iyiyim. Asıl sen nasılsın? Ne işin var buralarda?

 

-          Emekli olduktan sonra önce yüksek tansiyon sonra şeker hastalığı çıktı. Tedavi için sık sık geliyorum hastaneye. Ama hastane çok kalabalık. Muayene olmak için kuyruklarda beklemek çok yorucu. Daha ağır hastalara Allah kolaylık versin. 

 

Emekli bahçıvanımıza yardımcı olup muayene ve tahlillerini hızlandırdım. Odama davet edip çay ikram ettim. Bu arada biraz lafladık. Devletin tasarruf önlemleri nedeniyle yeni bahçıvan kadrosu açılmamış, bahçıvan yokluğu ile hastane bahçesi kısa sürede bakımsız kalmıştı.

 

-          Nedir bu bahçenin hali doktorum? Kimse bakmıyor mu?

 

-          Sen gittikten sonra yeni bahçıvan gelmedi. Temizlik şirketi çalışanları bahçeyi temiz tutup suluyorlar, o kadar.

 

-          Ama bu ağaçlar budansın, bakılsın, toprakları eşelensin ister.

 

-          Haklısın. Ancak herkes kendi derdine düşmüş durumda. Artan hasta yükünün de katkısı var sanırım bu duyarsızlıkta. Neyse, sen neler yapıyorsun, ne işle uğraşıyorsun? Emeklilik nasıl gidiyor?

 

-          Beyim ne emekliliği? Üniversitede çocuk okutuyorum. Çalışmadan olmuyor. Sağ olsun eski Başhekim zengin bir tanıdığının yanında iş verdi. Lüks bir evi var, bahçesine bakıyorum. Biraz bahçıvanlık, biraz güvenlik gibi bir iş.

 

Sözlerini tamamladıktan sonra ayağa kalktı. Pencereye doğru yürüdü. Camdan dışarıya, her karışında emeği olan bahçeye ve ağaçlara baktı. 

 

-          Şu kayın ağacını ben dikmiştim. Bir karış fidandı. Üniversiteye giden oğlumla yaşıttır. Yerini sevmiş hızlı büyümüştü. Neredeyse binanın boyuna ulaşmış. Zaman ne güzel akıyor değil mi, doktorum?

 

-          Zamanın çabuk aktığından yakınan çok duydum da senin gibi güzel aktığından söz edeni duymamıştım.

 

-          Ben anlamıyorum zaten bu insanları doktorum. Geçen zamanın güzelliğini göreceklerine ne kadar hızlı aktığına bakıyorlar.

 

-          Nasıl yani?

 

-          Çalıştığım evin sahibi villasının arkasında 10 dönümlük araziyi ormana dönüştürmek istedi. Parayı bastırıp yakındaki bir ormandan yüzlerce büyük  ağaç getirip neredeyse bir haftada arazisine ekti. Altını da hazır döşeme çimlerle çimlendirip işi bitirdi. Kendince “orman” oluşturdu. Hatta bir davet bile verdi. Yaptığının orman olmadığını, getirdiği ağaçlar yüzünden bir başka ormana zarar vermiş olabileceğini anlatmaya çalıştım. Bir de azar işittim.

 

-          Adam ağaçları getirip ekmiş. Toprağı da çimlendirmiş. Ne güzel orman olmuş işte Daha ne istiyorsun?

 

-          O sizlerin kafasındaki orman, doktorum. Çocuklarımıza anlattığımız masallardaki ormanı ne çabuk unuttuk. Ağaçların yanı sıra, toprağı, dökülen çürümüş yaprakları, solucanları, onlarla beslenen kuşları, böcekleri ve canlıları ile bütün değil midir orman? İstediğimizi seçip, istemediklerimizi dışarıda bıraktığımız oyun alanına orman demeye utanması lazım insanın. Ancak gel de anlat derdini. Kimse anlamıyor. Herkes bir telaş içinde zamanın peşinde koşturuyor. Dünü, bugünü yarını birlikte yaşamak istiyor sanki.

 

-          Sen olsan nasıl yapardın o ormanı.

 

-          Çocuklarımla birlikte her gün üç beş ağaç fidanı eker, birlikte sular, ağaçların büyümesindeki güzelliği göstermeye çabalardım. Yıllar sonra torunlarımın, diktiğim ağaçlar için bana hayır duası edeceğini düşünür mutlu olurdum.

 

-          Ama günümüzde hayat daha hızlı akıyor. Hele büyük şehirde yaşıyorsan hep telaş içinde oradan oraya koşturuyorsun.

 

-          Beyim sen doktorsun, haddim değil ama. Sen onu benim külahıma anlat. Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın kalbimiz aynı hızla çarpmıyor mu? Bebekler daha mı hızlı büyüyor?

 

Şaşırmıştım. Sustuğumu görünce sürdürdü konuşmasını. 

 

-          Bunca yılın bahçıvanıyım. Bahçeden, ağaçtan, bitkiden anlarım. Hayatı bana onlar öğretti. İnsanlar da bahçelerden farksız geliyor bana. Bu gördüğün bahçe gibi her gün bakım istiyor, insan. Yıllar içinde gelişiyor, serpiliyor ortaya çıkıyor.  Dökülen yaprakları ile kendi kendini gübreliyor. Varlığını kendi mayalıyor insan, bahçeler gibi . Ama günümüzde her şeyin hızlı olması bekleniyor. Bitkiler hemen çiçek açsın diye fosfatlı gübreyi fazla atmamız isteniyor. Bitkilerin üzerindeki küçük kurtçuklar, böcekler alerji yapar diye ilaçlanıyor, altındaki çürümüş yapraklar koku yapar diye ayıklanıyor.

 

-          O zaman senin bahçeye benzettiğin günümüz insanı, farklı bir şey oluyor galiba.

 

-          Bizim patronun bahçesindeki ormana benzeyen ama orman olmayan şey gibi oluyor, insanlar. Ondan sonra da “memlekette insan kalmadı, insanlık öldü” diyorlar. Zaten hiç yaşamıyorlar ki…

 

Bardağında kalan çayı içip ayağa kalktı. Camdan dışarıya, onca yıl emek verdiği bahçesine

hüzünlü gözlerle bir kez daha baktı. Teşekkür etti. Cevap vermemi beklemeden şaşkın bakışlarım arasında odadan çıktı ve gitti.