18 Haziran 2006Erdal Yavuz
En son Perihan Mağden'in yargılanması sırasında gördük. "Aydın" denilen malum kişilerin "ulus"a karşı işledikleri suçlar vesilesiyle açılan davalarda, vatandaşlar hadlerini bildirmek için yine görev başındaydı. Vatanı yıllar yılı komünist "hain"lere karşı koruyan yiğitlerin karşısına şimdi de bu "liberal aydın"lar derdi çıktı. Günlük gazete köşelerinde ve internet sayfalarında "kurtuluş" söyleminin arttığı bugünlerde bu toprakların da "hain" yetiştirmek konusunda neden bu kadar verimli olduğunun üzerinde durulmaya değer. Bununla bağlantılı ikinci bir konu da çok önemli. Biz neden bu kadar çok kurtarıcı ve kahraman ihtiyacındayız. Gelin buradan başlayalım.
Doğrular doğrudur Sadece bize has değil, içinde yaşadığımız daha geniş bölgenin kültüründe de hep fanilere yukarıdan ifşa edilen "doğru"lar egemen oldu. Tek tanrılı dinlerin hepsini de ortaya çıkaran bu coğrafya değil midir? Sorgulayıcı düşüncenin, felsefenin tarihteki ömrü kısadır. Daha çok egemenliklerin zayıf ve parçalı olduğu yerler ve dönemlerde filizlenmiştir. Özellikle de bizim, düşünceyi "kara sevda" ile bir tutup hele hele derin düşünmenin pek de sağlıklı olmadığını savunan bir kültürümüz vardır. 14 Haziran tarihli Radikal gazetesinin manşeti "Halkımızı tanıyalım"dı. Işık ve Sabancı üniversitelerinin gerçekleştirdiği "Türkiye'de Sosyal Tercihler Araştırması"na göre, yine gazetenin başlığı ile, halkımız "dindar, askerci ve özgürlük karşıtı". Ankete göre ülke çıkarları tehlike altında olduğu zanman düşüncenin kısıtlanması ve insan haklarının yok sayılmasını doğru bulanlar yüzde 50'den fazla. Zaten "doğru"lar varken düşünceye ne gerek var! Hayatımıza yön verecek bütün doğrularımız da yukarıdan aşağıya adeta bir vahiy gibi indirildiği için, bu kelamı hiçe sayıp üstüne düşünmeye kalkışmak zararlıdır ve nifak sebebidir. Bu zararlı nifak unsurlarının da kökeninde, günlük hane ve mahalle kültürümüze de yansıdığı gibi, bir "dışardaki"nin, "öteki"nin parmağı tartışılmaz ve sürekli tetikte olmak gerektir. Bu her daim nöbet halinde kişiliklerimiz de sürekli savunmacı ve tepkisel, gerektiğinde de saldırgan bir erkeklik kültürü ile biçimlenir. Düşünce, yapıyı zaafiyete uğratan bir "dişi" unsurdur ve kökü dışarda "entel" takımının işidir, ki yiğitliği bozar. "Kültür sözünü duyunca silaha davranırım" diyen Nazi lideri Hermann Goering adeta bu hislere tercüman olmuştur. Kısacası, "tebliğ edilmiş doğrular" varken düşünce, farklılıkları ortaya çıkaracağı ve aykırılıklara, ayrılıklara yol açacağı için zararlıdır. Halkın günlük yaşamda dertleşmelerle katmerlendirilen dertlere maruz kalmasına sebep olanlar mutlaka doğru teşhis edilmelidir. Her zaman olduğu gibi bunlar zaten bellidir: Vatana göz dikmiş dış güçler ve onların yerli işbirlikçileri. Bu durumda yeniden bir ulusal kurtuluş hareketi neden önce içimizdeki vatan satıcısı "liberal" hainlere haddini bildirmekle başlamasın! (Almanya'da Yahudi soykırımı tetiklenirken ulusalcı faşist damarları besleyen şey Yahudiliğin ulus ötesi dayanışma içinde olduğu söylemiydi.) Bu vatan düşmanlarının ne olduğunu saptamak için önce kendimizi tanımamız, bunun için de tarihe bakmamız elzemdir. Biz ki erdemli, zeki ve çalışkan "bir ırkın ahfadıyız" ve bir zamanlar mutlu ve müreffeh bir "Altın Çağ"da idik, şimdi içinde bulunduğumuz hallerin kendi dışımızdan kaynaklanan nedenleri olmalıdır. Çinli prenseslerin (dişi unsur) Türk birliğini bozduğunu bir yana bırakırsak daha yakın iki "Altın Çağ" efsanemiz vardır. Birincisi "harem"in (dişi unsur ve iç düşman) ve Avrupa'nın (dış düşman) bozmasından önceki Osmanlı İmparatorluğu'dur. İkincisi de "entel takımı"nın (dişi unsur ve iç düşman) ve Avrupa Birliği ile ABD'nin (dış düşman) bozmasından önceki Kemalist Türkiye. Vatanın ve vatandaşın esenliğe kavuşması ve eski güzel günlere dönebilmesi için farklı farklı düşüncelere gerek yoktur, "aklın yolu birdir". İlk hedef iç ve dış düşmanlara karşı birlik ve bütünlüğü sağlayacak "ulusalcı" bilinç ile her ferdin teyakkuz halinde vatanı koruma ve kollama nöbetine geçmesidir. Bu uğurda ölmeye ve öldürmeye hazır vatan evlatları olarak her yaştan genç yaratacak bir gücün varlığı tartışılamaz bile.
Gidişat nereye? Son zamanlarda silahla oynamanın, düğün alaylarını ve futbol zaferlerini geçtik, ortaokullara kadar yaygınlaşmasının arkasında bu "vatan kurtarma" sendromunun beslediği "erkek" kültürün şahlanışı var. Buradaki silah olayını, eskiden ona verilen adla anlan erkeklik organının yüceltilmesi gibi bir psikolojik "erzats" durumu olarak da yorumlayabiliriz. Cinsellikle ilgili olduğu kadar günlük yaşamımızı kuşatan ve onun da ötesine geçerek bütün değerler sistemimizi kuşatan ve onu oluşturan "doğrular" sisteminde, ayrılıkların ve ona yol açan aykırılıkların ayıklanma zamanı geldi. Yekvücut olarak vatan imdadına koşmaya çağıracak bir seslenişin beklentisi seziliyor. Dünyadaki geçmiş örneklerde "faşizm" böylesi koşullarda iktidara gelmişti. Not: Bu yazıda Umberto Eco'nun New York Review of Books dergisinin 22 Haziran 1995 tarihli sayısında yayınlanan "Eternal Fascism/ Ebedi Faşizm" adlı denemesine ilham borçluyum.