9 Nisan 2010
Hintli edebiyatçı, yazar Arundathi Roy’un yeni kitabı “Çekirgelerin Şarkısı: Demokrasi Üzerine Cephe Notları”, ismini yazarın 19 Ocak 2008'de İstanbul’da, Hrant Dink’in öldürülmesinin birinci yıldönümünde yaptığı konuşmanın başlığından almış (1). Roy, Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine daha yakından öğrenmeye başladığı Türkiye’nin yakın tarihinde yakaladığı ilginç bir noktayı bütün kitabın ana ekseni haline getirmiş. 1915 olaylarının sorumlusu olan partinin, yani İttihat ve Terakki’nin isminden yola çıkan yazar, ‘ittihat’, yani ‘birlik’ ve ‘terakki’, yani ‘ilerleme’ kavramlarının bugün de hâlâ karşılıklı bir ilişki içinde olduğu saptamasını yapıyor. Roy’a göre bugünün deyimiyle ‘milliyetçilik’ demek olan ‘birlik’ ve ‘kalkınma’ haline gelen ‘ilerleme’ ideolojileri, modern Serbest Piyasa demokrasisinin yerinden edilemez ikiz kuleleri durumunda. Roy, bu iki politikanın uç biçimlerinin dünyayı nihai sona sürükleyen iki büyük tehdit yarattığını söylüyor: Yine sırasıyla söylersek nükleer savaş tehlikesini ve küresel ısınmayı…
Avrupa’da yeni sol hareketler 68 devriminden doğdu. Yetmişli yılların Avrupa’sında bir yandan eski komünist partiler, sendikalar ve gerilla örgütleri güçlerini sınarken, bir yandan da 68 ruhunu taşıyan yeni bir sol ortaya çıkıyordu. Şiddetsizlik ilkesini, barış mücadelesini, nükleer karşıtlığını ve kadınların özgürlük hareketini ön plana alan yeni hareket, zamanın Sovyet ve Çin tipi sosyalist sistemleriyle aralarına mesafe koymuş dogmatizm karşıtı yeni Marksist-Leninist gruplarla önce sokakta bir araya geldi. Bu hareketler yurttaş insiyatifleriyle birlikte 68 ruhunu siyasete tercüme ederken yeni bir siyasi akım yarattılar. Adını da “yeşil hareket” koydular. Yeşiller sanayi uygarlığının dünyayı yıkıma götürmesine, nükleer felaket tehdidine, totalitarizme ve eski toplumu simgeleyen bütün baskıcı uygulamalara karşı doğayla uyumlu, özgür, eşitlikçi, yeni bir toplumun hayalini kurdular.Batı Avrupa’nın Almanya, Fransa gibi merkez ülkelerinde yetmişli yılların sonlarına doğru doğan yeşil partiler, İngiltere hariç, işte bu yeni sol ve ekolojist zeminde gelişti. Adına sosyalizm denen rejimlerin kapitalizmden farksız sonuçlarına karşı yeni solun bulduğu çıkış, sadece kapitalizmi değil, bir bütün olarak sanayi uygarlığını, ekonomik büyüme saplantısını ve nükleer endüstrinin ve silahlanma yarışının da bir parçası olduğu soğuk savaş ideolojisini, yeşil hareketin çatısı altında, reddetmek oldu. Tüketim toplumunu ve büyüme ideolojisini üçüncü dünya ülkelerine de yayıp küreselleştirmek anlamına gelen kalkınma da sorgulandı ve insan ve doğa odaklı bir anlayışla dönüştürülmeye çalışıldı. Doğayla uyumlu, insani ölçekte, eşitlikçi alternatif teknolojiler ve yeni yaşam biçimleri savunuldu.Böylece Yeşiller, hepsi 19. yüzyılda doğmuş ana siyasi akımların, yani muhafazakarlığın, liberalizmin ve sosyalizmin yanına 20. yüzyılda ortaya çıkan tek siyasi akımı, yeşil politikayı eklediler. Ekoloji hareketleri, 68 ruhu ve dogmatizmi reddeden yeni solun idealleri olmasaydı, yeşil politika ortaya çıkamazdı.Türkiye’deki yeni solun, çıkış noktaları her ne olursa olsun, en azından doksanların başından bu yana sözünü ettiğimiz değerlerle kurduğu bağ yadsınamaz. Bugün reel sosyalizm denen deneyimin totalitarizmini ve devlet kapitalizmini reddetmek yetmişlerde olduğundan çok daha kolay elbette. Peki ama bu yeni sol neden hala bir türlü tam olarak yenilenemiyor, yeşil politikanın olanaklarını farkedemiyor?Cevap belki de Arundathi Roy’un ikiz kulelerinde… İttihat ve Terakki kavramlarının birincisi, yani milliyetçilik (ulusalcılık halini alarak) zaten Türkiye’de kendine sosyalist diyen kesimlerin önemli bir bölümünün baskın ideolojisi olmaya devam ediyor. Yeni sol ise ulusalcılığı ve dogmatizmi reddetse de, ikiz kulelerin ikincisiyle, yani sanayileşmeyle, ilerlemecilikle ve ekonomik büyüme ideolojisinin seçeneksiz olduğu yanılgısıyla arasına mesafe koymayı tam olarak beceremiyor.
Türkiye solunun en önemli entelektüelleri ve sol içinde ulusalcılığa, Kemalizme ve askeri vesayete karşı en ciddi tepkiyi örgütleyen sosyalist kesimler yeni bir sol parti yaratmak üzere yola çıkarken, nasıl olup da ‘ikiz kulelere’ yakın düşmesi gayet muhtemel sosyal demokrasiyle ortaklaşmayı deneyebiliyorlar da, 30 yıl önce aynı kaygılarla yola çıkan Avrupa yeni solunun yaptığını hatırlayıp yeşil hareketle gerçek bir bağ kuramıyorlar?
Öte yandan şu anda yeni sol adına hayata geçirilen deneme de bir yenilik duygusu vermiyor. Yeni soldan kastedilen şey bir yandan popülizme prim veren, bir yandan da sosyal hareketleri yedeğine almaya çalışan bir tür sol-sosyal demokrasi olabilir mi?Üstelik bugün sanayi uygarlığının sonuçları bizi küresel ısınma gibi çok daha ciddi bir yıkım tehlikesiyle karşı karşıya bırakmışken… Üstelik küresel şirketler dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de ekolojik felaketler yaratacak yeni enerji ve sanayi projeleriyle saldırıya geçmişken… Üstelik nükleer savaş tehlikesinin canlılığını koruduğu, savaşları büyüten milliyetçiliğin yayıldığı bugünlerde, Avrupa Birliği gibi ulus devlet modelini aşmayı -hiç olmazsa- deneyen bir projenin en önemli savunucusu olan Yeşiller, dünyanın en enternasyonalist politik hareketlerinden birini yaratmayı başarmışken… Ve bu arada tam da yeşil seçeneklerin eskiden sanıldığının aksine işsizlik gibi can alıcı ekonomik sorunları artırmadığı, hatta en işe yarar çareler olduğu ortaya çıkmaya başlamışken…
Mesele sadece kadro veya örgütlenme meselesi değil de, dünyaya daha geniş bir gözlükle bakma meselesi olabilir mi?
(1) Arundathi Roy, Listening to Grasshoppers: Field Notes on Democracy, Penguin, 2009.