Selim Sarper: Bugünkü programda biraz farklı bir tarzda hareket edelim dedik. Geçmiş dönemlerde yaptığımız programlarda hep vermeye çalıştığımız mesaj- bir kere daha tekrarlayalım- programın adında da olduğu gibi “Yeti”, yani; yeni ekonomi, teknoloji ve insan üzerine bir program dedik. Yeni ekonomi dedik, yeni ekonomi; özellikle Kuzey Amerika’dan başlayan “.com” şirketlerinin, internet şirketlerinin o dönemlerde bir çığ gibi büyümesi, ekonomiyi hızlandırmasından da yola çıkılarak verilen bir terminolojiydi aslında, ve biz bu terminolojiyi sürdürdük. Fakat bu şirketlerin kendilerini pek sürdürdükleri söylenemez.
Ali Akurgal: Yoo... Çoğu ayakta aslında, ama; birazcık bunların ne yaptıklarına bakmak lazım.
SS: Ne yaptıklarına bakmak lazım, çoğu ayakta diyorsun ama; aslında sayı itibariyle ayakta kalanlar, en sağlamlar. Hayatta kalabilenler oldu ama; bir çoğu da ya birleşti ya da yok oldu da diyebiliriz galiba. Hele hele Telekom şirketlerinin veya bilgi ve iletişim sektöründeki şirketlerin- gerek işletici, gerek üretici- hisse değerlerine baktığımız zaman, yeni ekonominin sanıldığı kadar nimetleri var mı yok mu biraz sorgulamak lazım galiba.
AA: Doğru. Aslında ben şöyle bir şey sormak isterim. Bir teknolojiyi aldığınız vakit, transfer demiyorum satın aldınız bir şekilde nasıl olduğuna bakmayın, ne almış oluyorsunuz? Yani gittiniz, görüşmeler yaptınız, bir şirketten bir teknolojiyi satın aldınız. Fatura kestiler, bunu ödediniz, yüklü de bir para ödediniz. Bunun sonucu bir kamyon yanaşıp, içinden sandıklar inse, sandıklar açıldığında ne çıkıyor içinden?
SS:Yani bir işleticiden bahsetmiyoruz, satın alan başka bir teknoloji şirketi olmaya hevesli bir şirketten bahsediyoruz.
AA: Evet, mesela ne geliyor teknoloji olarak, onu bir ortaya koysak oradan çok güzel bir yere gideceğiz.
SS: Şimdi ne geliyor, biz sesli düşünelim. Kamyon dedin diye söylüyorum; eğer üretime yönelik bir teknoloji satın alınıyorsa, bir donanım üretimine yönelik bir şeyler alınıyorsa, bir üretim süreç makineleri, üretim dizgi tezgahları gibi bir takım makineler belki fiziksel olarak iniyor. Bir takım donanımlar iniyor, bilgisayarlar, iş istasyonları iniyor belki; ama tabii asıl para eden şey kamyondan inen taraf değil. Oraya gelmek istiyorsun herhalde...
AA:Evet, evet.
SS: Asıl para eden taraf; artık zaten internetten, bant genişliğine bağlı olarak, birkaç dakikada veya birkaç saatte inen bilgi.
AA: Evet, o dizgi makinelerini para ödemeden de satın alabilirdiniz. Ama hangi dizgi makinesini alacağınız ve nasıl kullanacağınıza ilişkin bir reçete veriyorlar sizin elinize. İşte teknoloji galiba bu. Yeni ekonomi de galiba bunun ticaretini yapmak oluyor.
SS: Bilgi satmak diyebilir miyiz yani?
AA: Evet. Doğru muyum?
SS: Tabii şimdi yeni ekonominin tanımlarına – değişik perspektiflerden tanımlar verildi buraya- işte düşük enflasyon, yüksek büyüme, düşük işsizlik... vs; ama bunlar aslında...
AA:Sonuç!
SS: Sonuca bakmak gerek öyle değil mi, yani sonuçta aslında değişen bir şey de yok. İster yeni ekonomi deyin, ister eski ekonomi deyin. Sonuç itibariyle bir talebe karşın üretilen teknoloji, bilgi, üründen bahsetmek gerek. Bunu kim üretiyor, kim satıyor, kimin rekabet gücü var? Asıl mutlak gerçekler bunlar değil mi?
AA: Doğru. ‘Rekabet gücü’, burada kilit kelime belki ama; rekabet gücünü elde etmek için o bilgiyi siz kendiniz üretemiyorsanız ne yapacaksınız?
SS: Transfer ediyorsun, para verip alıyorsun.
AA: Satın alıyorsun. Tamam güzel. Satın aldığınız vakit işte yeni ekonominin aksiyonunu, eylemini yapmış oluyorsunuz. Yeni ekonomi tamamen, o bilgi denilen değere, para vermek üzerine, bir ödeme yapmak üzerine, onun ticaretini yapmak üzere kurulmuş olan bir ekonomi.
SS: Tanımı böyle koyuyoruz değil mi?
AA: Evet.
SS: Aslında en anlaşılan tarz da bu zaten.
AA: Evet. Şimdi “.com” şirketleri, bundan hafifçe değişik bir taraftalar. “.com” şirketlerinin çoğu yaptığı eylemlerde teknoloji transferi yapmıyorlar. Onlar, daha sanal diye ifade edebileceğimiz, anlatabileceğimiz bir takım hizmetler sunuyorlar. Bunların gerçek olarak kağıda dökülen, kullanıcı tarafında kağıda dökülen sonuçları da olabiliyor ama verdikleri hizmeti yerlerinden kıpırdamadan yapıyorlar.
SS: Doğru. Bir de bu “.com” şirketlerinin hakikaten başka boyutu var; bunların, özellikle 3-4 sene önceki o yüksek piyasa değerlerini göz önüne aldığımız zaman, şunu görüyoruz; aslında onlar bırakın bilgi satmayı -hani biz donanımdan bilgiye geçtik- , doğru, bu “.com” şirketleri bilgiden de ziyade beklenti tüccarlığı yaptılar.
AA: Evet. Aslında şöyle bir örneğe dökmek istiyorum; adamın birinin diyelim meyve bahçesi var ve çok özel armutlar yetiştirmiş. Aslında elma diyecektim; ama bir şirketi anımsatır diye demiyorum...Armutlar yetiştirmiş ve bundan da meyve salatası yapıyor. Meyve salatasının içindeki armutlar son derecede de lezzetli, herkesin de çok dikkatini çekiyor... Bir noktada adam milletin ağzını sulandırdıktan sonra, meyve salatası yapa yapa, diyor ki ben meyve bahçemin hisselerini satıyorum... Ve çok yüksek fiyatlarla meyve bahçesinin hisselerini satıyor. Ama hisseleri alanlar, aldıktan sonra bakıyorlar ki; meyve bahçesinin toprağı kiralık. Üzerindeki ağaçları satın almışlar, ağaçlardaki armutlar da şahane şahane görünüyor; ama kendileri meyve salatası yapmağa kalktıkları vakit, kepek gibi bir şeyler oluyor bu armutlar. Yani adam püf noktasını da belki de kendiyle birlikte emekli etmiş şirketten. Şirketi satarken. “.com” şirketlerinin yarattığı hayal kırıklığını ben biraz buna benzetiyorum. Satın alanlar, nasıl değerlendireceklerini bilmedikleri ve tam olarak da sahip olmadıkları bir meyve bahçesi satın almış gibi oldular.
SS: Peki, satanlara geri dönersek; satanlar, bu değeri buraya kadar çıktı bundan sonrası biraz kötü gider diye mi sattı; yoksa bayrağı ben değiştiriyorum, bayrak yarışıdır siz de ileri götürün diye mi sattı? Bu da kritik bir soru.
AA: O kritik soru da; o soruyu ben sormamayı ve cevaplamamayı tercih ediyorum; çünkü her ikisi de galiba.
SS: Her ikisi de galiba değil mi? Dolayısıyla hani biraz şey var ortalıkta, biraz beklenti tüccarlığı var mı?
AA: Beklenti tüccarlığı elbette olacak, bir malın alıcısı varsa -mal ne olursa olsun- , o mal satılır. Tabi bu beklentiyi yaratmak, o beklentinin insanlarda hayat bulması, alım gücünü harekete geçirmesi benzer şekilde telekomda yaşananı da ifade ediyor. Telekomda da çok büyük beklentilerle gaza çok fazla bastık.
SS: Üçüncü nesilden bahsettiniz galiba.
AA: Üçüncü kuşak gezgin iletişimden söz ediyorum. Hava parası diyorum ben lisans ücretlerine; çünkü gerçekten havayı kullanmak için ödenen bir para. Frekans alıyorsunuz. Buna çok yüksek bedeller ödendi. Ondan sonra şirketler kara kara; ben bu parayı nasıl geri kazanacağım diye düşünmeye başladılar. Ve iskambilden yapılmış kuleler gibi peş peşe birtakım düşüşler oldu, çöküşler demek istemiyorum, düşüşler oldu...
SS: E şu değil mi, o aslında, yani o hava parasını, on milyarlarca dolarlık hava paralarını ödemek için işletici adayları kredi aldı belki. Borçlandı. Dolayısıyla finansal durumlarında bir sıkıntı çıktı. Dolayısıyla kendi başına başı dertte bir kere. Bu da tedarikçilere yansıdı; çünkü tedarikçilerden klasik teknolojileri de almamaya ya da az almaya başladılar. Tedarikçilerde sancı başladı. Değil mi? Böyle zincirlemesine gitti bu iş.
AA: Evet
SS: Aslında paranın toplandığı yer, havayı satan taraf. Değil mi? Lisansın sahibi Ulaştırma Bakanlıkları.
AA: Çoğu yerde öyle; ama Almanya’da bir örnek var, tabi lisansı satın aldığınız vakit bir takım taahhütlerde bulunuyorsunuz. Şu kadar zamanda, şu kadar bölgeyi kapsama alanına alacağım diye. Almanya’da lisans alan bir şirket; ben bunu yerine getiremeyeceğim, ödediğim lisans parası sende kalsın, lisansımı iade ediyorum, dercesine belli bir şekilde o işten kendini soyutlamaya çalışıyor.
SS: Yani yapmışlar mı? Yoksa yapmaya mı çalışıyorlar?
AA: Yapmaya çalışıyorlar.
SS: Peki ben şunu aslında sormak istiyorum. Şu günkü durumdan, işte teknoloji şirketlerinin -işletici olsun, üretici olsun-, kimse memnun değil bu durumdan. İşte hisse senetlerinin değeri korkunç düştü. Devlet de memnun değil, şirket de memnun değil, çalışanlar da memnun değil. Peki şimdi biz bu döngüyü tersine çeviremez miyiz? Yani paranın toplandığı yeri adresledik. Neresi olduğu belli. O parayı geriye versek? Sadece geriye doğru çalıştıralım sistemi? O beklenti yanlışmış geriye gidelim.
AA: Şimdi onu sorgulamadan önce, ben çok küçük bir başka soru sormak istiyorum. Bu yeni ekonominin varmış olduğu, olumsuz gözüken tabloyu çok iyi ortaya koyduk. Peki biz yeni ekonomi, teknoloji ve insan diye bir program yapıyoruz. Bir yayın döneminin sonuna geldik. Sondan ikinci program bu. Acaba biz dinleyicilerimize, kötü olan bir şeyin reklamını mı yaptık bunca dönem?
SS: Bana mı soruyorsun bu soruyu?
AA: Evet. Bu da sorulmaması ve cevaplanmasının tercih edilmeyeceği bir soru galiba.
SS: Şimdi valla ben,... Biraz karşılıklı yorumlayalım ama tabi şunu da çok arzu ederim, dinleyicilerimizin yorumlarını da duymayı, okumayı çok arzu ederim. Bunu da parantez içinde söylemek isterim, bu bağlamda da, senden rica etsem, sen daha iyi görüyorsun oradan. Bizim elektronik posta ve telefonları bir kere daha verirsen, belki bir çaba sarf eden dinleyicilerimiz olabilir.
AA: Peki. Bize, YETİ programına, [email protected] adresine e-mail gönderebilirsiniz. Yalnız açık radyoları yazarken Türkçe karakterler kullanmamanız gerekiyor. Hazır e-posta adresinden söz etmişken, bir de duyuruda bulunalım; bu programdan başlayarak, bundan sonra tüm programların deşifresi; yani kağıda dökülmüş olarak bu programlarda yayınlanan konuşmalar, Netaş’ın web sitesinde her hafta yayınlanacak. Bunun deşifresinin birkaç gün alacağını düşünürsek, Cuma günü yayınlanan programı, herhalde Pazartesi günü bulabilecek dinleyiciler. Açık sitede de bunun bir şekilde yer alması herhalde sağlanacak. Onu da duyuracağız ayrıca. Netaş’ın web sitesi de www.netas.com.tr .Bunu önümüzdeki hafta başından itibaren artık dinleyicilerimiz isterlerse ziyaret edip orada ne konuşmuşuz diye bakabilirler.
SS: Harika. Belki de yorum almak böylece daha da kolaylaşır. Çünkü konuşmayı izleyemeyen ya da kaçıranlar, oradan, ilgileniyorlarsa bakma imkanı bulacaklar.
AA: Evet. Şimdi isterseniz bir müzik arası verelim de ondan sonra bu sorunun; biz iyi bir iş mi yaptık yoksa yanlış mı yönlendirdikten başlayarak deşmeye devam edelim.
SS: Neden olmasın...
.......... .........
AA: İyi günler. Burası 94.9 Açık radyo. Bir YETİ programındayız ve YETİ programlarının kimliğini ve iyi bir şey olup olmadığını tartıştığımız...
SS: Dinleyicilere katma değeri olup olmadığını...
AA: Selim Bey’le, yapımcı olarak, geriye dönük incelemesini yapıyoruz. Geldiğimiz nokta şuydu, müzik arasından önce, Shirley Bassey’nin çelişkiler içerisinde ‘Evet-Hayır’ ‘Evet-Hayır’ diye dolaşıp durması gibi; biz de iyi bir iş mi yaptık yoksa kötü bir işi mi reklam ediyoruz dinleyicilerimize diye aranıyorduk. Yeni ekonomi şirketlerinin biraz belki eleştirilebilecek şekilde el değiştirmesi oldu; fakat hepsinde ortak olan bir nokta var; beklentilerin çok üzerinde değer artışları elde ettiler. Bunun telekoma da yansıması olduğunu söylemiştik. Telekomda da yüksek bedellerle, üçüncü kuşak hizmet alanlarının hava parası (frekans parası) verilerek, alındığını söylemiştik. Şimdi buradan devamla, yeni ekonomi gerçekten herkesin ilerlemesi gereken iyi bir yol mu, yoksa temkinli yaklaşılması gereken, ya da uzak durulması gereken, ya da cıvata sıkmanın buna tercih edilmesi gereken bir şey mi?
SS: Bir kere, bir adım geriye gidersem, YETİ dedik önce programdan başladık çünkü, hakikaten programın, YETİ’nin, teknoloji ve insan boyutunu sorgulamıyoruz. Orda herhalde çok doğru bir hedefe doğru gittiğimiz kesin zaten.
AA:Evet
SS: Ve yeni ekonomi tarafı, sizin de dediğiniz gibi, konuştuğumuz kısım.
AA: Evet.
SS: Şimdi “yeni ekonomi iyi mi kötü mü, yoksa eski ekonomideki civatalara mı dönelim”e gelmeden önce de; yeni ekonominin tanımına bir kere daha geri gelelim. Şöyle mi diyoruz? Ağırlıklı olarak bilgi alışverişinin yapıldığı, dolayısıyla bilgi üretimini gerektiren bir ortam. Bunun ticaretinin yapıldığı ekonomiye de yeni ekonomi mi diyoruz?
AA: Evet.
SS: Bunu böyle dediğimiz zaman, yeni ekonominin aslında, iyiliği kötülüğü de bu tanım çerçevesinde kendi kendine ortaya çıkıyor. Çünkü biz bilgi toplumu diyoruz; bir sonraki programlarımızda da bilgi toplumu, Türkiye’nin bilgi toplumuna doğru vizyonu tartışıyor olacağız belki. Yani bilgi toplumunu hedefliyorsak. Yeni ekonomi de bilgi toplumunun aslında ticaretine verilen isimse, çok doğru bir hedefe doğru gidiyoruz.
AA: Evet.
SS: Bu tanım çerçevesinde yeni ekonomiyi konuşmak, herkesin genlerine işlemesine olanak sağlayacak kadar detaylandırmak, son derece faydalı bir şey gibi geliyor bana. Siz ne diyorsunuz?
AA: Şimdi bu doğru. Doğru da; acaba bilginin ticaretinin yapılması doğru mu?
SS: Buna örneği şeyden veririz; mesela, internet üzerinden açık işletim sistemleri yayınlanıyor. Bir takım kartellere karşı çıkarcasına. Yine isimlere girmeyelim herkes ne olduğunu biliyor; ki önemli değil zaten, burada felsefe önemli. Bilgi paylaştıkça artar, biz bilgiden para almak istemiyoruz, herkes bunu kullansın, herkes katkıda bulunsun üretilmesine diyenler var. Bunu alıp kullanan bir sürü şirket de var. Çok da kaliteli bir üründen bahsediyoruz. Öte yandan, ticari markalar bunların eşdeğerlerini çok yüksek fiyatlara satıyorlar idi; ki belki biraz canları sıkkın. Yani bu soru aslında pratik hayatta da kendini buluyor değil mi?
AA: Peki kendi ürününü, bedel karşılığı beklemeden dağıtan, satan demeyeceğim, dağıtan şirket de bir tekel yaratmaya doğru gitmiyor mu?
SS: Tabii aslında şirket de değil bu. Bir topluluk.
AA: Peki topluluk, tekel olmaya doğru gitmiyor mu? Üstelik bedava tekel.
SS: Tabii bedava tekel; ama onu da sorgulamak lazım. Belki de belli bir palazlanma döneminden sonra diğer klasik bilgi şirketlerinin yaptığı noktaya da gitmeyi düşünüyor da olabilir, tam bilmiyorum bunu açıkçası.
AA: Şimdi bu tartışmaların olduğu ortamlarda hep bir ‘regulatory body’; yani düzenleyici bir kurum kurulur ve onun kuralları belirlemesiyle etraf sükunet bulur. Acaba biz de bir bilgi düzenleyici kurumdan mı söz etmek durumunda kalacağız?
SS: Yani, piyasa fiyatını belirleyen, “..bedelsiz verme çünkü rekabete aykırı gidiyorsun.” diyen gibi filan mı diyorsunuz?
AA: Evet.
SS: Valla bizde diyorsun, dünyada olup olmadığına emin değilim ben.
AA: Dünyada yok daha.
SS: Dünyada yok...
AA: Bir tek şey var hatırlıyorsunuz Microsoft’a açılmış olan bir dava var. Sen tekel yaratıyorsun, Internet Explorer’ı bedava veremezsin diye.
SS: Valla ben bu tip bir kurul için tabii, ortamın çok ham ve vaktin erken olduğunu düşünüyorum. Sonuç itibarıyla, nereden bakarsanız bakın, ürünün değerini piyasa yönlendiriyor. Sonuç itibarıyla kişi güvenden; ya da daha fazla teknik özelliklerine haiz diye bir ürünü parayla alıyorsa, ya da almıyorsa biraz onların seçeneği gibi geliyor bana.
AA: Piyasanın beklentilerinin, piyasayı çok çabuk – bir halk deyimi kullanacağım kusura bakmayın- gaza getirmesi söz konusu. Bunu sıkça yaşıyoruz. Aslında ne zaman bu gündeme gelse, hep eski bir başbakanın sözünü hatırlıyorum, bankerler için söylediği; Türkiye’de. Ne demişti?: “Paranızı bankere yatırabilirsiniz, size iyi faiz verebilir; ama riskini de karşılayacaksınız.” Şimdi bu beklentilerin insanların gözünde, demek ki bu toplumun toplumların bir doğası, birden bire çok yüksek noktalara ulaşması, aşırı fiyat artışlarına neden oluyor gibi gözüküyor. Doğru mu?
SS: Bu çok doğru ve senin dediğin kurul tarzı bir şey bu beklentileri yönetecekse, yani bir anlamda haksız rekabet, hani biraz bu günümüzdeki televizyonların çok fazla kişisel amaçla kullanılması gibi, belki benzetebiliriz. Hakikaten ürünü olduğundan daha iyi gösterecek, yani biraz aşırı pazarlama –overmarketing- diyelim. Değil mi? Gerçeğin ötesinde bir yere taşımaya karşı bir önlem olarak düşünülebilir belki.
AA: Peki; ama her halükarda yeni ekonomiden vazgeçmiyoruz.
SS: Vazgeçmiyoruz.
AA: Yani yeni ekonomi, bilgiye dayalı ekonomi, bilginin ticaretinin yapıldığı ekonomi, bizim hedefimiz olmalı.
SS: Hedefimiz olmalı ve bu geçmiş örneklerde, bu yeni ekonomiye dolaylı olarak; acaba yeni ekonomi iyimiydi dedirten kötü örneklerde de bence biraz acele edildiğinden oldu bu iş. Yine beklentiye geri geliyor. Yani yeni ekonomiyi bilgiyle eş değer gördüğümüz sürede, bilginin ticaretiyle eş değer gördüğümüz sürece, yeni ekonomi çok doğru bir hedef gibi geliyor.,
AA: Peki, çok garip bir soru soracağım. Kilit soru bu olacak belki de. Veya kilit cevap bu olacak. İnsanların bu kadar çabuk, yine o halk deyimini kullanacağım –gaza gelmeleri- bir bilgi eksikliğinden olmuyor mu?
SS: Şimdi benim de gündeme getirmek istediğim aynı şey mi bilmiyorum ; ama en azından benim aklımdaki bir şeyi hatırlattı bana; bir kere şüphesiz evet. Özellikle Türkiye için konuşursak, hepten evet. Ben bu sorunun amaçladığı cevabı biraz aşarak da bir şeyler söyleyeceğim. Tamam yeni ekonomi demeye devam edelim. Ama, ben Türkiye’de şu sıkıntıyı da görüyorum açıkçası. Bakın biz sizinle bile ki; sürekli bu konuları konuşmamıza rağmen yeni ekonominin tanımını zaman zaman birbirimize ve dinleyicilerimize hatırlatmak istiyoruz Yani Türkiye’de veya Türkiye demeyelim; aslında bu işlerin kaynağında biraz daha batıya gittiğimiz zaman, insanlar bir takım işler yapıyorlar. Gerçekten bir şey yapıyorlar, bir şey üretiyorlar, bilgi üretiyorlar, bir ürün üretiyorlar, bunun ticaretini yapıyorlar, daha sonra yaptıkları şeye bir bakıp, biz buna bir isim verelim “hadi yeni ekonomi olsun” diyorlar. Gibi. Aslında akış aşağıdan yukarıya doğru. Biz gene, bu yeni ekonominin gereklerinin -Türkiye’nin geneli için söylüyorum- hiçbirini yapmadan, “hadi ya Allah yeni eğilim, yeni ekonomiymiş-hani moda yeni ekonomi ya Allah yeni ekonomi getirelim buraya-” deyip sonra yeni ekonomi söylemlerine girip çıkmıyoruz. Aslında ben birazcık, bu anlamda, kendimizi ve programı eleştiriyor olabilirim. Yani tamam; ama önce ortaya koyalım, ulus olarak söylüyorum, ulusal şirketler olarak söylüyorum, özel sektörden, devletten, sivil toplum örgütlerine kadar. Biz gereklerini yapalım işin. Bilgiyse bilgi, eski ekonomiye dayalı civataysa cıvata neyse ihtiyaç, pazarın ihtiyacı neyse onları yapalım, sonra geriye çekilip bakalım. Biz eskisine göre farklı bir şey yapıyoruz. Buna bir isim verelim diyelim; yeni ekonomi diyelim; ya da modern ekonomi diyelim; ama başkası bizden biraz öğrensin falan. Yani; o dediğinize çok katılıyorum ben tabii.
AA: Peki o zaman Türkiye’nin ne yapması gerektiğini de önümüzdeki program tartışalım sizinle.
SS: Çok çok faydalı olacak.
AA: Efendim bu günlük bu kadar, haftaya görüşmek üzere.
SS: İyi günler.