Yeni Dünya'nın Mekkesi

-
Aa
+
a
a
a

Ayhan Sicimoğlu

 

İlk o ağacı gözüme kestirdim… tuhaf kozmik duygular içinde, “yükseklik hastalığı” mıdır yoksa o yüce bulutlu dağların hissettirdiği küçülme midir nedir bilinmez, müthiş uykum geldi.. Setlerden yürüyerek, geçitlerden geçerek “o ağaca” doğru yürümeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü oksijensizlikten iki adımda bir durarak annemin nefes darlığı dediği ne imiş, yaşamış oldum..

 

(fotoğrafı büyütmek için tıklatınız.)

Ağaca vardığımda birkaç ceylan gözlü iyi huylu Llama’dan (Yama okunur) başka kimsecikler yoktu.. Usulca serin çimenlerin üzerine hemen serildim. Binlerce yıllık İnka ruhlarını da koynuma alarak anında tuhaf bir uykuya daldım… Serin ve derin sularda yüzdüm. Bulutlar arasında uçtum rüyamda. Rehberimiz Maria Christie’nin yorumu aynen Peru’da da emrinizde… Bol su ve hava bereket demek…
Hakikaten çok bereketli geçti seyahatimiz.. 11 günde 9 ayrı mekan Peru’da…

 

Peru’nun sihri, çok katlılığında, değişik kültürlerin çarpıştığı, birbirlerine kenetlendiği medeniyetlerde yatıyor.. Koloniyal şehirleri, bizler için özel olarak açılan özel müzeleri, Afrika’dan 16. yüzyılda getirilen zencilerin yaşadıkları vadilerdeki çiftlik evlerini, dünyanın en enteresan ‘Wild Life Preservation’ spotlarını, antik şehir Cusco ve sihirli vadi Urubamba’yi, tabii ki meşhur Machu Picchu’yu gezmekle kalmadık… Direkt olarak Lima hayatına girip gece klüplerini, lokantalarını, pazarlarını, Çin mahallelerini, plajlarını arşınladık.. Asıl gezi amacımız “Peruvian Cajon” workshopları da işin cabası…

 

İspanyol Pizarro 16. asırda İspanyol finansörleri ve kralı tarafından gönderildiği bu yeni dünyaya geldiği zaman her iki taraf da çok şaşırmıştı… İnkalara göre, denize yürüyen, müthiş sesler ile gülleler fırlatan, geniş kirli beyaz bezlerin yardımı ile yürüyen kocaman ahşap uzay araçlarından inip, “At” dedikleri hayvanların üzerinde koşturan, suratları kıllı, demirden elbiseler giyen, altından yapılmış her objeyi görünce gözleri yuvalarından fırlayan bu yaratıklar herhalde “Tanrılar” idi..

 

İspanyollar ise bu yeni dünyada hiç tahmin edemedikleri bir medeniyet ile karşılaşmışlar, en basit köylünün içme tasının bile altından yapılmış olduğu bu tuhaf diyar aç gözlerini altın gibi parıldatmış idi.

 

“Majestelerine temin ederim, o kadar güzel ve o kadar muhteşem yapıları var ki, İspanya’da bile kayda değer”. - Conquistador Francisco Pizarro Ispanya Krali V. Sarl’a yazdığı mektupta Cusco’yu anlatıyor.

 

“Dağdaki Karlar Altın olsa gene de bunların (İspanyolların) gözü doymaz”. - İnka Kralı Atahuallpa.

 

İstanbul’un fethinden 80 sene sonra 1532’nin sonbaharında dünyanın belki de en acıklı ve en gaddar katliamlarından birisi meydana gelmiş İnka diyarında..

 

Cajamarca meydanına binlerce “İnka” mırıl mırıl toplanmış bu başka diyardan gelen sakallı demir elbiseli kaba yaratıkları görmeye. Kral Atahuallpa el üstünde getirildiği meydanın ortasında altın tahtında vakurca oturuyor; bu yaratıkların belki de bir nevi insan olduklarını düşünmeye başlıyormuş ki bir anda kan gövdeyi götürmeye başlamış. Kendilerini ve ilk defa gördükleri atları sadece seyretmeye, belki de dokunmaya gelen savunmasız binlerce İnka’yı kilıç, bıçak ve “patlayan sopaları” ile katletmeye başlamış İspanyollar.

 

“Binlerce insanımızı karıncalar gibi ezerek  öldürdüler. Patlama sesleri, ağızları köpüren demir eğerli hayvanları (atları), kanlı gözlü sakallı suratları, demir elbiseleri içindeki yaratıklar halkımızın kanını sokaklarda nehir gibi akıtmaya başladılar. Hiçbiri kaçamadı, yıkılan binaların veya atların ayakları altında ezildiler. Hiçbiri silahlarını getirmemişti. Onlar (İspanyollar)  adeta Llama kurban edercesine binlercesini hemen orada tek tek katletti”.

Waman Poma 16. asır Ant tarihçisi

 

* * *

 

24 saat yolculukta ilk durak Amsterdam, Uzun Atlantik ötesi yolculukta yakıt molası “Bon Air”de. Adını bile ilk defa duyduğum bu Karayip adasında 13 saat sonra ilk defa yeryüzünü görüyoruz. Fırın gibi yaktı suratımızı tropik hava, sallanarak yürüdük klimaların soğutamadığı küçük barakaya. Ekvatorun hemen altındaki bu ufak adada arkamı döndüm, bizi uçuran bu dev alete bakmaya. Yorgun, terli yüzümü bir gülümseme kapladı uzak diyarda bir hemşeri görmüşçesine, “Dünya ne kadar küçük” KLM uçağımızın adı “Maria Callas”…

Lima’da bu dünyanın en sempatik adamı oturur.. Ugo Plevisani Roma’da oturduğum yıllardaki ev arkadaşım, kardeşim, “Room Mate”im. Radyo programlarımız, konserlerimiz, ailesinin Klasik Beyaz’ı ile ünlü “Orvieto”daki şarap bağlarında her sene “vendemmiare”-bağbozumu- günlerimiz, Avrupa, New York, Türkiye, Akdeniz ve Atlantik Okyanusu maceralarımız hâlâ Roma’da arkadaşlar çevresinde  konuşulur. Roma’dan sonra dünyalarımız ayrıldı… Ben İstanbul, New York ve gene İstanbul’da, o ise Peru’da meşhur bir TV sunucusu ve lokantalar sahibi.. Peru seyahatimizin iki sebebinden birisi Ugo, diğeri “Cajon”. Workshoplarına katılmak ve bu enteresan diyarı gezmek ise bonus...

 

* * *

 

Chincha

 

Lima’dan sonra ilk durağımız Chincha.. “Hacienda San Jose”. Peru’nun kara derilileri Chincha’da oturuyor. 17. asırdan kalan bu çiftlik evinde, Afrika kökenli müzik, dansları ve ritmleri birbirine girdi o ilik ilkbahar gecesinde. Gece ikiye kadar beraber davul çaldık ve dansettik kara derili Perulular ile…

Lima’dan sonra ilk durağımız Chincha.. “Hacienda San Jose”. Peru’nun kara derilileri Chincha’da oturuyor. 17. asırdan kalan bu çiftlik evinde, Afrika kökenli müzik, dansları ve ritmleri birbirine girdi o ilik ilkbahar gecesinde. Gece ikiye kadar beraber davul çaldık ve dansettik kara derili Perulular ile… Yüksek tavanlı kocaman odam antika eşya dolu idi. Eski çinilerle bezenmiş banyomdaki küvet ise yüzme havuzu büyüklüğünde. Kocaman tülbentli koloniyal yatağımın içine adeta bayıldım. Tuhaf uzun rüyalardan sonra sabaha karşı odamda yaban domuzları gördüm, yoksa yatağımın altında iri bir fare mi saklanmıştı, o koca yatak sallanıyor tavandaki kepenler çatırdıyor... Kabus gördüm galiba dedim ve  tekrar uykunun boşluğuna
yuvarlandım. Rüyamda Afrikan davullar çalıyor.. Susmuyor ve ritmler hızlanıyor.. Uyandım...

 

Bizimkiler kapımda ritm tutuyorlar, hepsi uyanmış, yola çıkma zamanı.. Kahvaltıda ev sahibemiz soruyor sabah 5:30 zelzeleyi hissettiniz mi?? Buralarda çok olur, biz ona sadece “Temblor”(titreşim) deriz…

 

Ritm ve dans kanımızı kaynattı.

Usta davulcular

“Hacienda San” Jose sahibesi ile

* * *

Paracas and Ballestas Adaları

 

Peru sahilleri 370 km uzunluğunda bir çöl. Dağlardan inen suların suladığı vadiler birdenbire yeşile boyanıyor, sonra yeniden gri çöl… İşte burada bir dünya fenomeni mevcut... “Humbolt” soğuk su akıntısı ve “El Nino” (ninyo okunur) sıcak suları tam burada buluşuyorlar ve bu kavuşma, planktonlar (balık yemi) meydana getiriyor. Yemleri yemeye gelen milyonlarca balık, onları yemeye gelen yüz binlerce daha büyük balık, havadan pike yapıp suya dalarak balık araklayan milyonlarca kuş ve bu arada insan gibi sesler çıkaran deniz aslanları toplulukları.. Ve de tüm bunları görmeye gelen ve sürat tekneleriyle dolaşan biz turistler…

 

* * *

Cusco 

 

Lima’dan sabah çok erken saatlerde kalkan uçağımız devamlı tırmanıp durdu.. Tırmanma bitip belini doğrultmadan küçük havaalanına konuverdi.. 3400 metre irtifadaki Cusco’ya hoş geldiniz. Havaalanında bizi kılıç kalkan ekibi değil, kedi gibi mırıl mırıl, sakin Cusco halk müziği topluluğu karşıladı. Alışmamız gerek (Alışamadık tabii ki, hele ben, hiç) yavaş hareket etmeye... Burada ritm adeta duruyor, oksijen az, her şey "slow motion"..

 

Altınları eritilmiş, yakılıp yıkılmış, korkunç zelzelelerle sallanmış bu 12. yüzyıl kasabası “Cusco”nun “Kechua”ca anlamı göbek deliği. Dünyanın göbeği kabul edermiş İnka 12. yüzyılda Cusco’yu. Kechua çok enteresan bir dil, şimdilerde sadece yaşlılar konuşuyor; gençler ise kulaktan dolma, anne ve babalarından ve özellikle, hala sadece Kechua konuşan dede ve ninelerinden kalıntı birkaç cümle mırıldanıyorlar. Dinledikçe sevdim, biraz Kechua konuşsun diye yalvardım rehberlerimize, ilgime çok sevindiler. Sorularımın ardı arkası kesilmiyordu. Kechua Türkce’ye mi benziyordu acaba, sonunda dayanamadım Cusco’da kitap avına çıktım bir akşam. Sadece birkaç ufak kitap bulabildim ve okumak için acele otelime döndüm.. Kitaplarımı bir kaç bardak koka yaprağı çayı ile beraber yuvarlamayı düşlüyordum ki... Lobide bir telaş... Kızlarımızdan birisi uzanmış, doktor başında, ambulans ve  “Clinica Pardo” derken bilmeden koşturmaya başlamıştım, hastanenin 3. katında ben serildim bu sefer yere.. “Maladia del Altura”, “yükseklik hastalığı”...

 

Alışmamız lazım bu yeni “az oksijenli” hayata... Bardak bardak koka çayına, koka yaprağı çiğnemelere ve şişelerce su tüketimine rağmen her sabah saat dörtte çatırdayan bir baş ağrısı ile uyanıyor bu 3.5 kilometre yükseklikteki sihirli kasabada, aynaya bakmaya korkuyordum.. Gözlerim kısılmaya başlamıştı, elmacık kemiklerim de çıkmaya, acaba İnkalara benzemeye mi başlamıştım.. İnka’nın intikamı mıdır bu... Ama neden benden? Ben İspanyol kökenli değilim ki... Latin müziği merakımı mı duymuşlardı yoksa İnka ruhları??  Yoksa

atalarımızın İstanbul’u fethinden sonra İspanyolların oralara kadar uzanmasının kabahati bizim mi idi??

Yakıp yıktığı Cusco üzerine kiliselerini kurmuş İspanyol.. İntikamını ise asırlar sonra da olsa tabiat ana almış. 1950’de çok büyük bir zelzelede yıkılan bu kiliselerin altında zelzeleye dayanıklı kaya gibi İnka yapıtları çıkmış... Grubumuzdaki mimarlar hayran kaldılar İnka tekniklerine.. Alışverişçi kızlarımız sayesinde ise turizme bağlı ekonomisinde sanki canlanma oldu Cusco'nun.  

 

Cusco havaalanında Folk Grubu ile Cusco’yu terk ediyoruz.. Hepimiz hastayız. Birimizin kolunda serum, Maladia del Altura. Bazılarımız ise herşeye rağmen kalplerini geride bıraktılar...

 

* * *

Urubamba

 

Kurt gibi acıkmıştık pazar meydanında.. Burası Büyülü Vadi Urubamba.. Rengarenk pazarda rengarenk giysili kadınların sırtlarında bebeleri.. Bir fırın bulduk meydanda, taarruza geçtik, peynirli börekler sıcak sıcak.. Galiba su tepside fırında et var çocuklar.. O anda ağzıma geri geldi midemdeki börekler.. Tepside fare familyasından “Guinee Pigs” kızartması.

 

* * *

Lima

 

Lima kazan bizler tahta kaşık.. Pazarlar gezildi, özel müzeler bizlere özel olarak açıldı.. “Cevihce” yendi devamlı.. “Ceviche” Lima’nin milli yemeği.. Çiğ balık, “Lime” (bir nevi yeşil limon ama daha asitli) suyunda marine edilerek pişmiş, üzerine tuzda öğütülmüş ince kıyım soğan ve sarımsak ve bir grup baharat.. Sulu sulu ve çok lezzeti, tarifinden daha iştah açıcı, lokum gibi .. Hem çok lüks lokantalarda, hem salaş kenar mahallelerdeki bizdeki “kebapçı” tarzı lokantalarda, hem küçük yol kenarı çöp şiş tarzı yerlerde, hem de özel evlerde Ceviche yedik, hepsi de ayrı lezzetti..

 

Peru aslan sütü, milli içki “Pisco Sour”, distile üzüm suyu olan “Pisco”, yumurta akı, limon suyu ve şekerkamışı likörü mikserde çırpılmış veya sallanmış.. Nefis ama çarpıcı.

Lima’nın kolonial mimarisi çok çarpıcı..

Plajda da Ceviche, sarı boyalı ve şekerli gazoz “Inca Kola” ile

 

* * *

Cajon Workshops

 

Cajon derseniz akla Peru geliyor. Peru’da Cajon derseniz ise akla ilk gelen isim Maria Carmen Del Dongo. Esmer tenli, ufak tefek ama geniş kalpli bir müzisyen Carmen.. Güzel evinde bizi ağırladı iki-üç gün Cajon Workshop’ı yaptık. Ders sonunda çok başarılı bulduğu biz Türklere birer diploma ve elde yapılmış Cajon hediye etti, kılıfları üzerine isimlerimiz tek tek işlenmiş bile..

 

Cajon: (kahon okunur)

Tahta bir kutu. Üzerine oturuyor, avuç içi ve parmaklarınla ince kontrplak kaplı yüzeyinin çeşitli yerlerinden çeşitli sesler çıkararak çalıyorsun. Altın madenlerinde çalışmak üzere 16. yüzyılda getirilen Afrikalılar yükseklik hastalığından ölmeye başlayınca, deniz kenarlarındaki vadilerde yetişen dünyaca ünlü pamukları toplamak için dağlardan indirilmişler. Din, örf ve adetlerinde kullandıkları adeta hayatlarının ve hatta vücutlarının bir parçası olan davulları ellerinden alınınca, tahta sandıklarda, çekmecelerde çalmaya başlamışlar. Ve ortaya “Cajon” kültürü çıkmış.
Rüyamda gördüklerim çıktı.. Çok güzel, bereketli ve müthiş hareketli geçti seyahatimiz.. Dönüşte 24 saat yolu gözüm yemedi. New York’ta iki üç gün dinleneyim dedim, ama 7 saatte yazdan kışa geçince hastalandım. New York yatakta geçti.. Bu bambaşka dünyadan güzel anılar edindik, güzel yerler gördük, güzel insanlar ile tanıştık, eski dostlarımız ile hasret giderdik, dolu dolu yaşadık ve Cajon çalmasını öğrendik Peru’da..

Maria Carmen Del Dongo Peru’da Cajon’un adresi..

www.lasestrellas.org