4 Haziran 2008Taraf Gazetesi
Yargıtay Başsavcısı'nın AKP'nin kapatılma davasına ilişkin esas hakkında mütalaası, rutin bir yargı sürecinin parçası olduğu için çok da önemsenmedi. Sonuçta zihniyet belli, amaç belli, işlev belli... Diğer taraftan Türkiye'yi yöneten anlayışın sergilenmesi açısından bu mütalaa son derece yararlı. Modernleşmeyi hedef alan, 'çağdaş' olmak için elinden geleni yapan taze bir cumhuriyetin daha bir yüzyıl bile geçmeden temel bürokratik kurumları itibariyle nasıl totaliter bir anlam dünyasına gömüldüğünü görüyoruz. Demokrasiyi ve hukuku sahiplenmesi gereken yargı kurumunun, devletçi rejimi koruma uğruna nasıl mantıksal zafiyete düştüğüne ve bizzat bu zafiyeti bir 'kimlik' haline getirdiğine tanık oluyoruz. Tüm siyasi ve ideolojik tarafların üzerinde ve dışında olması gereken yargının, tam aksine bu taraflardan biri haline gelmekle kalmayıp, söz konusu kurumsal siyaseti bir imtiyaza dönüştürdüğünü fark ediyoruz...Sonuçta elde kalan, demokrasi adını hak etmeyen bir vesayet rejiminin ille de 'demokrasi', üstelik 'çoğulcu demokrasi' olarak adlandırılması için harcanan bir boş çabadır. Çünkü küreselleşen dünya artık demokratik norm ve standartları Türkiye'nin insanları için de anlamlı ve erişilebilir kılıyor. Bu toprakların insanlarının özgürlüğe ve hakkaniyetli bir rejime layık olmadıkları söylenemeyeceğine göre, onlara böyle bir rejimi hak görmeyen bürokratik vesayet kurumlarının 'çağdışı' olduklarını, pozitivist bir irticai hayalin peşinde koştuklarını ve çareyi topluma yabancılaşmakta aradıklarını, kısacası kurumsal meşruiyetlerini yitirme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını söylemekte yarar var.Ancak ilginç olan şu ki, yargının meşruiyetini yitirme ihtimalinden endişe duyanlar sadece demokrat kesimler. Bizzat yargıya baktığımızda ise böyle bir kaygının olmaması bir yana, neredeyse söz konusu meşruiyeti tümüyle yok etmeyi göze alan bir üslupla karşılaşıyoruz. Yargıtay Başsavcısı'nın mütalaası AKP'nin suç olmayan sözlerden hareketle kapatılması gerektiğini savunuyor. Çünkü Başsavcı'nın ideolojisine göre AKP'lilerin sarf ettiği bazı sözler, bu partinin 'gizli niyetini' ortaya koyuyor ve o niyet Cumhuriyet'in ilkelerine aykırı... Başsavcı görmekte olduğu 'gizli niyetin' sorumlusunun bizzat kendi ideolojisi olduğunun bile farkında değil. Kemalizmin ötekileştirip siyasallaştırdığı düşünce ve siyaset akımlarının yasaklanmasının rejimi 'korumak' olduğunu sanılıyor herhalde... Oysa bu tutum rejimin kendisini 'toplum dışı' kılıyor. Sanki bizle hiçbir ilgisi olmayan, bu ülkedeki tüm insanları, tüm kültürel birikimi değiştirseniz bile değişmeyecek olan ezeli ve ebedi bir rejimden söz ediyoruz. Dinsel bağnazlığı anımsatan bu tutumun laik bir şeriat hevesi olduğu ve adına faşizm dendiğini ise herhalde artık bilmeyen yok...Yargıtay Başsavcısı'nın mütalaası maalesef bu tutumun dışına çıkma potansiyeli taşımıyor. Kullanılan ulusalcı argümanlar, demokratların ancak 'sözde aydınlar' olarak kavranabilmesi, bu bakışın nasıl sıkışmış olduğunu gözler önüne seriyor. Çünkü Başsavcı'nın ideolojisi fikirsel tartışma yapma imkânı veren bir derinliğe inemediği ölçüde, karşısında gördüklerini 'özleri' itibariyle mahkûm etmeye çalışan bir yüzeyselliğe yol açmakta. Böylece şiddet kullanmayan partilerin kapatılmasına onay vermeyen Venedik İlkeleri de bir hamlede kenara itilebiliyor. Çünkü "davalı partinin hoşgörünün olmadığı, ayrımcılığın ön planda tutulduğu bir siyasi sistemi hedeflediği" iddia edilmekte... Diğer bir deyişle AKP'nin 'özü' itibariyle şeriatçı, şeriatın ise 'özü' itibariyle şiddete eğilimli olduğu söylenmiş oluyor. Böylece hiç şiddet kullanmayan bir parti üzerinde 'şiddet' kullanmak caiz hale geliyor. Açıktır ki suçsuz bir partinin kapatılabilmesi demokrasilerin kabul edemeyeceği bir şiddet gösterisidir. Başsavcı AKP'nin ideolojisini hoşgörüsüzlük ve ayrımcılıkla itham ederken, asıl kendi ideolojisinin ne denli hoşgörüsüz ve ayrımcı olduğunu ortaya koyduğunun bile farkında değil. Bürokratik vesayetin doğal durum olduğunun sanılması, anlaşılan bizdeki birçok bürokratın da hayatla ve dünyayla bağını zedelemiş durumda. Bugüne adapte olamayanların geçmiş ideal dünyaların peşinden koştukları sıkça görülmüştür. Ancak o nostaljik ideali bir bağnazlık haline getirip, üstelik bugünün üzerinde bir şiddet silahı olarak kullanmak, geri tepmesi kaçınılmaz olan bir siyasettir.