Yaratıcı Hengâme: Filistin, Barış ve Edward Said

-
Aa
+
a
a
a

 

25-26 Mayıs tarihleri arasında, Edward Said'i anmak için, İstanbul'da, Metis Yayınları ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü tarafından "Barbarları Beklerken: Edward W. Said'i Anıyoruz" başlıklı bir toplantı düzenlenmişti.  Ilan Pappe*de toplantıya "Yaratıcı Hengâme: Filistin, Barış ve Edward Said" başlıklı bildirisiyle katılmıştı. Ilan Pappe'nin İsatnbul'da sunduğu bildiriyi Türkçe olarak yayınlıyoruz. Özet:Edward W. Said’in edebiyat ve kültür üzerine teorik eserleriyle Filistin üzerine yazdıklarını ayrı tutma yönünde bir eğilim var. Said bu iki temayı yalnızca içeriğin değil üslubun da farklı olduğu ayrı ayrı kitap ve makalelerde ele almıştı, yine de aralarındaki diyalektik ilişkinin izlerini her iki alanda da sürmek mümkün. Filistin hakkındaki yazılarında Filistinle bağlantılı bazı konuları tartışırken okuru teorik bağlamlara yönlendirdiği zaten bilinen bir şey, ama Filistin’i özellikle zikretmediği teorik yazılarında da bu ilişkinin izleri mevcut. Said’in dile getirdiği biçimiyle evrensel tema ile ulusal tema arasındaki diyalektik ilişki Filistin’in geleceğini tartışmak üzere kullanılabilecek, esin verici bir platformdur. Barış meselesine yaklaşımımız ne olursa olsun, Said’in milliyetçiliğe yönelttiği evrensel eleştiri ile Filistin ulusal davasına bağlılığı arasındaki bariz çelişki, kapsamlı bir çözüm arayışında çerçeve vazifesi görmelidir. Düşünsel ve teorik açıdan iki anlayış arasında uzlaşma sağlandığı şimdiden görülüyor; fakat barışa giden siyasi ve somut yollarda yapacak daha çok işimiz var.Fikri Ufukların Said’e Özgü Kaynaşımı 

Edward Said'in entelektüel mirasının herhangi bir değerlendirmesi, -aslında bir insana ve onun  eserine sunulacak bir takdir-, Said'in hayatı boyunca ilgili olduğu Filistin sorunuyla bağlantısı ve kültür-erk alanındaki daha genel fikri mücadelesinin büyük ağırlığı arasında gidip gelmek zorundadır. Bunu gerçekleştirmek söylendiği kadar kolay olmaz. Said’in, Filistin konusundaki yorumları somut  ve çoğu zaman politik yönünün vurgulandığı basit bir dille ifade edilmiş olsa da, çok genel ve teorik bir seviyede bir düşünce ekolü oluşturmuş ve yeni araştırma alanları yaratmıştır. Sunum şekli bile aynı değildir; genel konulardaki biçime özgü kabiliyet ve ustaca söylem, Filistin konusunda yerini kesin, odaklanmış tanımlara ve analizlere bırakır. Said'in edebiyat ve kültür üzerine teorik çalışmalarının Filistin hakkındaki metinlerinden ayrı tutulması şaşırtıcı olmamalıdır. Said’in, Filistin  hakkındaki yerel/duygusal mirası ile evrensel/bilişsel entelektüel birikimini birleştirdiği otobiyografisi dışındaki kitapları gerçekten de bu ayrım dikkatlice gözetilerek yazılmıştır.

Bu makale, bahsi geçen birleşimin zamanla evrimleştiğini, Said'in iki uluslu bir Filistin devletinin geleceği ve daha önemlisi, Siyonizm ve Yahudilikle ilgili, çatışma ve çözüm bağlamındaki vizyonunu olgunlaştırdığını öne sürüyor. Evrensel düşünür Said'le, Filistinli entelektüel Said'i ayrı tutmak için çaba harcayan, birincisini kabul edip, ikincisine şüpheyle yaklaşan İsrail'de ilginç bir durum söz konusu. Burada, bu bakış açısının doğru olmadığını, Said ve eserlerinin böyle yorumlanmasının İsrail’de eleştirel çevreler ve diasporadaki Siyonist toplumda, ulusal mitolojilerin yapıbozumunun sahiplenilmesine ve tarihte İsrail hariç her yerde yaşanmış adaletsizliklerin reddedilmesi eğiliminin ortaya çıkmasına yol açtığını savunacağım. Tıpkı Eli Wiesel'in Holokost sonrası adaletsizlikleri sıraladığı listesinde bir kere dahi olsun Filistin’de İsraillilerin yaptıklarına yer verememesi gibi.

Said'in edebiyat, Oryantalizm, kültür ve müzik üzerine kitaplarıyla Filistin’in geçmişine olan yolculuklarının farklı konular olarak ele alındığı yer sadece İsrail değildir. Entelektüel olarak izlediği konular yaşamında ayrılmaz  bütün olduğu halde, sadece yazdıklarında suni bir ayırım vardır. Zaman içinde bu ayrım bulanıklaşır. Geçmişte farklı yörüngelerdeymiş gibi gözüken, fakat bugünden bakıldığında, aynı projenin iki parçası olarak hayatının sonuna doğru tek bir noktada birleşen iki bulvar arasında diyalektik bir ilişki gelişir. Bu bağ, yapıtlarında tümevarımdan çok tümdengelimci yaklaşımla kullanılmıştır. Bu sebeple, Said'in epistemolojik bakışının Filistin çalışmalarına etkisi, Filistin tarihinin erk ve temsil meselesine olan teorik araştırması üzerine etkisinden daha belirgin olmuştur. Fakat bu durum geçişkendir. Said'in sürgündeki entelektüellere olan ilgisi Filistin kökeninden kaynaklanır ve sonuçta entelektüel olarak bir sürgün pozisyonu arayışı, Filistin sorununun muhtemel çözümü yolunda onu, genel olarak Yahudilik ve Siyonizm’e karşı ve Filistin’in yanında özel bir ahlaki ve politik noktaya getirmiştir. Daha sonra anlatılacağı gibi, Filistin davasına ve genel olarak milliyetçiliğe dair bu açık duruş ve fikirler İsrailli entelektüel çevresinde etkili olmasına yol açmıştır. Said'in bilgiye olan disiplinler arası yaklaşımı, genelde bir toplumun diğer toplum üzerindeki kültürel temsiline, özellikle  Batı sömürgeciliğinin ve neo-sömürgeciliğin belirli bir dönemine odaklanmıştır. Said'in genel eleştirilerinin okurları, onun Filistin hakkındaki tek makalesini veya kitabını okumadan bile Filistin tarihinin böyle bir sorgunun ana örneği olduğunu hemen anlamışlardır. Said'in, özellikle Filistin üzerine yazdıklarını okuyunca, bilginin güç temellerinin teorik yapısökümünün ve Batı’da Doğu hakkında bilgi üretiminin arkasında bulunan kötü niyetli amaçların ortaya çıkarılmasının Filistin davası mücadelesi olmasaydı böylesine bir heves ve güçle yapılamayacağını görebilirsiniz.

 

Bu bağı açıklayabilecek çarpıcı bir örnek, Said'in antolojisi, The Politics of Dispossession- Yurtsuzluğun Politikası’dır. Filistin ve Filistinlilerin yaşamlarındaki son kriz ve kırılmalara karşı hemen yazılmış kısa, berrak ve büyük çoğunlukla ustaca dile getirilmiş yazılardır. Filistin’in geçmişinin genel bir değerlendirmesi olarak Filistin halkının yurtsuzluğunun hikâyesidirler, ancak, analitik olarak, daha çok onların anlatısının Batı zihniyetinden dışlanışıyla ilgilenirler. Said için Filistin felaketinin zihinlerden silinmesi vatanlarından kovulmaları kadar büyük bir suçtur. Ancak Oryantalizm ve Yurtsuzluğun Politikası bir arada okunursa, Nakba [Felaket- İsrail’in kuruluşu] inkârının evrensel işleyişi ve korkunç sonuçları bütünlüklü bir şekilde kavranır.

Tümdengelimci Kaynaşma: Said’in İsrail'le Zorlu Diyalogu

 

Filistin araştırmalarına genel yaklaşımı ve kullandığı tümdengelimci prizma ilk başlarda Said'e İsrail’de pek yandaş kazandırmadı. Noam Chomsky, Said için bir keresinde, "sürekli karalamalar hedef olan bir adam" demişti. Genellikle saldırılar, önce Amerika’daki Siyonistlerden, ardından (1978 yılında Oryantalizm'in yayınlanmasıyla) İsrailli oryantalistlerden geldi. İsrailli oryantalistler yapısökümcü teorinin herkesten çok kendilerine uyduğunu fark ettiler.Gerçekten de Filistinli mağdurların en büyük savunucusu ile mağduriyeti yaratan toplumun ilişkilerinin başlangıcı çok sorunlu olmuştur. İsrailliler Said'i ilk defa Filistin Sorunu adlı kitabının İbranice çevirisiyle tanımıştır. Bu çeviriyi yayımlayan düşük bütçeli yayınevi 90'ların sonunu görememiştir. Bu kitabın 1980’lerin başında 1948 yılına geri dönen ruhu, gerçeklere dayanan temeli kadar, arşivleri karıştırırken araştırmalarıma da rehberlik etmiştir. Sanırım Said'in  Filistin konusundaki tarihsel bakış açısı, İsrail’in radikal solundaki bazı aktivistler için, (benim için de olduğu gibi), İsrail – Filistin arasındaki bugünkü çıkmazın 1948 yılındaki olaylarla bağını ve mülteci meselesinin Filistin sorununun en önemli noktası olarak alınması ihtiyacını  vurgulamıştır. Fakat o zamanlar bu mesaj ne İsrail’de ne de Batı dünyasında geniş kitlelere ulaşabildi. Nedense, Oslo Anlaşması sürecini yürüten Filistinli politikacılar da Said’in Filistin çatışmasının ne olduğu konusundaki isabetli yorumlarını unutmuş gözüküyorlardı.

Said, yaşamı boyunca 1948 yılında İsrail tarafından işlenen suçlar kadar onlara da öfke duydu.

Yurtsuzluğun Politikası, Said'in Yahudilerle Filistinliler arasındaki ilişkinin değişimi ve hafıza oyunu sorunu üzerine en açık yorumlarından bir kısmını içermesine rağmen İbranice’ye çevrilmemişti. Said, genel olarak Arap dünyasının, özel olarak ise Filistin’in daha iyi anlaşılmasına çalışıyor, soykırımın Yahudi tarihinde yer almasının taraftarı olduğu kadar, Nakba’nın da Batı ve İsrail tarafından inkârının sona ermesini istiyordu. İsrailliler, 1948 yılında insanlığa karşı işledikleri suçlar ve o zamandan beri işleyegeldikleri savaş suçlarıyla yüzleşmelerini gerektirecek böyle bir iç bakışa ne o zaman hazırdılar ne de şimdi hazırlar.

 

İşte bu yüzden, Oryantalizm ancak yayımlandıktan 20 yıl sonra İbranice’ye çevrilebilmiş, Said'in Nakba’yla Batı’nın inkârcılığını aynı kefeye koyan diğer eserleri ise hâlâ çevrilememiştir. Ancak sonuçta, Said kitapları ve konferanslarıyla Batı’daki Filistin fikrini değiştirmiştir. Bunu, Batı medyasının Filistin trajedisini zihinlerden silme çabasını açığa çıkararak başarmış, geçmişteki hatalarla bugünkü Filistin trajedisini çok açık bir biçimde birleştirmiştir. Bu noktada, erk ve temsil üzerine teorik düşünceler Filistin trajedisini şu anki haliyle analiz etmek için etkin araçlardır. Said, özellikle 1987 yılında birinci intifada sonrası dönemde ve 1988 yılında Amerika Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) müzakerelerinin başlangıç aşamasında yeni bir Filistin gündemi oluşturulurken aktif rol oynayarak sesini duyurdu. Bu olayların ardından İsrail’in kültür dünyasındaki daha duyarlı ve  açık görüşlü bir kesimin dikkatini çekmesi çok sürmedi.

Said'in madunların (subaltern) dünyasına ve Filistin’e dair içiçe  geçmiş ilgisi onun neden küçük ve çoğu zaman politik olarak önemsiz İsrail radikal solu tarafından takip edildiğini açıklar. 1990'larda Post Siyonist Eleştiri Hareketi olarak tanımladığım kesimin ilgisini çeken Oryantalizm'in yapısökümü olmuştur. Bu hareket, İsrail’deki sosyal ve beşeri bilimleri sarsmaya çalışmıştır. 1948 Siyonist söylemine tekrar göz atmayı hedefleyerek, mütevazi bir şekilde başlayan ve o dönemde İsrail'in "yeni tarihi" olarak adlandırılan bu hareket, bir bütün olarak Siyonist projenin İsrail akademik çevrelerince yapısökümüyle ve ülkenin kurulmasından beri süre gelen politikaların ciddi bir eleştirisiyle sonuç bulmuştur. Önemli tarihçi ve toplum bilimciler,  özellikle devletin Filistinli azınlıklar ve Arap ülkelerinden gelen Yahudiler (Mizrahiler) hakkındaki erken dönem politikalarına odaklanmıştır.

Postsiyonist eleştirinin ilk safhalarında, 1948 Savaşı’nın “yeni tarih”inde Said’in etkisi dolaylı olarak takip edilebilir. Yeni tarih, 1948'e dair, etnik temizlik de dahil olmak üzere temel Filistin iddialarını onaylamıştır. Bazı "yeni" tarihçiler, revizyonist tarih bakışlarını ortaya yeni çıkan arşivlerin harekete geçirdiğini söylerler. Ancak, Said’in herkesten çok katkıda bulunduğu Batı merkezli olmayan tarih anlayışına doğru kapsamlı yönelimden etkilendikleri çok açıktır. Meşrulaşma süreci, İsrail’in tarih versiyonunu ideolojik ve tartışmacı olarak ileri sürerken Filistin versiyonunun, veya bunun bir kısmının meşru olduğunu kabul etmek demekti.

Ama 10 yıl sonra görünen o ki, pek çok İsrailli akademisyen, medya uzmanı ve aydın, Said'in insanlığa hizmet etme yolundaki istek ve becerisine direnememiştir. Onun bu arzusu en zarif ve entelektüel şekilde yazılarında belirmiş, fakat ayrıca gıpta edilecek, kiminle karşılaşırsa karşılaşsın derin sohbetlere dalma becerisinde de kendini göstermiştir. Eminim ki, Paris veya New York’da kahve içerken, konuşmalarımızın garsonla veya yan masada oturan yaşlı hanımla yapılan Said’e özgü meraklı muhabbetlerle kesilmesi sadece benim başıma gelmemiştir.Said’in fikirlerini ve bakış açısını anlatma arzusu, aralarında İsrailli önemli entelektüellerin de bulunduğu daha derin bir entelektüel seviyede karşılık bulmuştur.     1990’lar bittiğinde İsrail’de  her gün daha fazla eserde Said'e doğrudan  gönderme yapılmaktaydı.

Onun düşüncelerini arka planına alan postsiyonist eleştiri, mitolojik bir İsrail tasarısı olan, tüm Yahudi göçmenlerin ve yerli Filistinliler başarıyla bütünleşip modern bir ulus oluşturduğu, "erime potası" Siyonist toplumunu yapısöküme sokmuştur. Bu modernizasyon fikri Said'in Oryantalizmin yapısökümü ile çürütülmüştür. Bu durum, yalnızca Filistinli azınlıkla beraber, Arap ülkelerinden gelen Yahudi göçmenlerle ilgili politikaların da gözden geçirilmesi değil, en za onun kadar, yerel akademik çevrelerin bu ayrımcı politikalarda oynadığı hayati önemdeki rolün de eleştirel bağlamda incelenmesi anlamına da geliyordu.

Said'in Filistin üzerine çalışmaları ve Filistin davasının sözcüsü olarak  bilinen kimliği Siyonist bir devlette Siyonizm’i eleştiren bir çalışmaya hız kazandırmıştır.Bu eleştirel yaklaşım, 1973 Ekimi’ndeki savaşla başlayıp 1993 Oslo Anlaşması’yla biten süreçteki politik gelişmelerden doğmuştur. Said'in bu mücadeleye katkısı tutarlı entelektüel bir söylem yaratmak olmuştur. Yapıtları sayesinde tarihsel ve güncel kötülüklerin karşısındaki duygusal tepkiler, Yahudi devletinin neredeyse tüm kuruluş mitlerini sorgulayan entelektüel ifadelere dönüşebilmiştir.Said politik alanda daha az etkili olabilmiştir. Doğruyu söylemek gerekirse, ne Filistin ne de İsrail’deki entelektüel ve aktivistler bu yapısökümünün kaçınılmaz sonuçlarını kavrayabilmiştir. Tüm bu kötü niyetli politikaların yok olduğu ya da en azından çok aza indiği bir politik yapının aranması ihtiyacı Said'in ömrü boyunca asla kabul görmemiştir. Sadece ufak bir kesim Said'in çok açık  gelecek vizyonunu fark edebilmiştir; Mültecilerin isterlerse geri dönebilecekleri, Arap Yahudileri’nin kendi kültür ve medeniyetlerine sadık kalabilecekleri, herkesin temel insani ve medeni haklara sahip olduğu bir devlet ihtiyacını. 2000 yılına gelindiğinde Said, bu umutları karşılayabilecek tek politik yapının iki uluslu bir devlet olduğunu gördü. İki tarafta da çok az insan bu yönde düşünüyordu. Günümüzde, İsrail’de ise küçük fakat yürekli bir grup barış yanlısı dışındaki çoğunluk, içinde olabildiğince az Filistinlinin yaşadığı bir Filistin dışında kontrolü topyekün yitirmelerine neden olabilecek herhangi bir politik yapıyı reddederken, Gazze Şeridi’nin dağılması ve Batı Şeria altyapısının tamamen yok edilmesiyle, bu vizyon Filistinliler tarafından hiç olmadığı kadar kabullenilmiştir.Politik yazında daha az etkili olsa da Said, İsrail’in “elit ve aydın” orta sınıfındaki yeni pozisyonundan dolayı yüreklendi ve mutluluk duydu. Onun durumunda, İsrail ve Siyonizme karşı pozisyonu, sürekli kültür ve temsil dünyasını sorgulamasının sonucunda evrilmiştir denebilir. Said'in evrensel hümanizminin berraklığı, Said’le, hatta ölümünden sonra da eserleriyle, İsrail’deki postsiyonist kültürü üreten muhalif grubunun ortak potansiyel temelini sağlamıştır. Bu diyalektik ortaklık ancak 1990’larda olgunlaştığı zaman, Said'e, politik anlamda, Filistin’deki Siyonist baskıyı sona erdirme talebinin yanında Filistin’i çevreleyen çağımız Arap ulus devletlerinden uzak, onların yerine konacak bir politik model umudunu ortaya koyma imkânını sundu.

Said'in kamusal faaliyetlerinin ilk dönemindeki Arap politikalarının eleştirisi, Siyonizme ve özellikle de İsrail’deki postsiyonistlere olan ilgisinin ortaya çıkmasından çok öncesinde, Filistin trajedisi ile bağlantılıdır. 1959 yılında Mısır’da Said ailesinin yakın bir dostu olan Farid Hadad'ın Nasır'ın güvenlik güçleri tarafından öldürüldüğü zaman Edward Said Arap radikalizmi ve sosyalizmiyle olan bağlarını koparttı. Arap ulusalcılığının olumsuz yüzüne karşı olan kaygıları, İsrail’den olduğu kadar Mısırdan da farklı bir politik varlık olan Filistin vizyonuyla bağlantılıdır. Bu bağıntı, Filistin Sorunu adlı kitabını Hadad'a adamasıyla etkileyici bir şekilde ortaya konmuştur. 1999 yılında İsrail Antropoloji Cemiyeti'nin yıllık toplantısına konuşmacı olarak çağrılması Said'in İsrail akademik çevreleriyle olan ilişkisinin zirve noktasıdır. Bu karşılaşmadan karışık hislerle çıkmıştır. Bir yandan, oryantalizme yapısökümcü yaklaşımın o zamanlar sayıları bir kaç düzine olan postsiyonistler tarafından nasıl memnuniyet ve şevkle kabullenildiğini ilk elden gördü. Öte yandan ise, postsiyonist eleştirinin, onun İsrail’in kültürel gerçekliğine bakışını, Filistin’in geleceği konusundaki politik vizyonunu anlamlı bir şekilde uygulamaktan çok daha kolay sahiplendiğini gördü. Böylece başlayan ziyaretleri sonrası büyük yayınevleri Said'in bazı yapıtlarını İbranice’ye çevirdiler. O zaman çoktan tarihi bir metin olan Oryantalizm de bir süre sonra çevrilen kitaplar arasına girdi. Bunu anıları, Out of Place (Yurtsuz) izledi. Bu kitabı, postsiyonist ve hatta konuya ilgi duymayan Siyonist entelektüel çevrelerde bile ilgi ve heyecan uyandırmayı başarmıştı.

Tümevarımcı Kaynaşma: Sürgündeki Entelektüel'in Vatan Arayışı Hayatının son iki yılında iki uluslu devlet konusundaki politik vizyonu ve Oslo süreci üzerine sert eleştirileri İsrail’de pek fazla ses getirmemiş, ancak Yahudi cemiyetinin, Siyonist zırhı soyma ihtimali ile ilgilenen küçük parçasına mesajını iletilebilmişti. Hayatının son yılında nadiren göründüğü basılı ve elektronik medya tarafından iki kez davet edildi. Haaretsz’de yayımlanan, deneyimli bir gazetecinin, tipik Siyonist bakış açısıyla sıkıştırsa da büyük saygı göstererek ve onurlandırarak yaptığı uzun röportajı, televizyonda ‘prime time’ kuşağında yayınlanan, fikirlerini ve duygularını ifade etmesine daha iyi olanak veren bir söyleşi izledi.Gelen tepkilere bakılırsa Said, her iki röportajda da hep söylediği Yahudilerin ve Filistinlilerin aynı vatanı paylaşmalarının kaderlerinde olduğu düşüncesi ile  hayati bir noktaya parmak basmış, çoğunun bu kaderi beğenmediğini teslim etmiş, ama kendisinden beklenmeyen dini bir söylemle, kadere karşı gelinmemesi konusunda uyarıda bulunmuştur. Ona göre bu kader karşılıklı olarak  trajedilerin, ulusal travmalarını ve ortak korkuların anlaşılmasını gerektiriyordu. Fakat zamanın önde gelen İsrailli entelektüelleri arasından böylesine bir kapsama özümseme kabiliyetine karşılık verebilen olmadı.Ama bundan fazlası da vardı. Son röportajlarında ve anılarında sürekli olarak kendisini "son gerçek Yahudi" olarak tanımladı, dini veya ulusal bir kimlik değil, entelektüel bir kimliğin ifadesiydi bu. Bu, sürgündeki entelektüellerin geçmişteki örneklerini bulma ve bunlara yer açma çabasının devamıydı. Abdul J. Jamohammed, Edward Said'i "sürgündeki entelektüel" olarak tanımlamayı deneyen ilk kişilerden biriydi. Onun için özel bir terim buldu; “Sınırdaki Speküler Entelektüel” (“Specular Border Intellectual"). (ç.n.: Fizikte kullanılan ‘speküler yansıma’ terimi, gelen ışığın açısının yansıma açısına eşit olduğu durumdaki ayna görüntüsü gibi mükemmel yansıma için kullanılır; durgun bir su yüzeyinde yansıyan görüntü speküler yansımaya çok iyi bir örnektir.) Bu görüşe göre, “sınırdaki entelektüel” olarak tanımladığımız iki tür entelektüel vardır; “sinkretik” (ç.n: sinkretik düşünce – syncretic thinking- genellikle birbirlerinden çok farklı, hatta tamamen zıt fikirler ve inanışlar arasında hiç umulmadık bağlantılar kuran düşünce sistemidir) ve “speküler”;  en basit tanımıyla, ilki, iki ya da daha çok kültürlü vatanında, bu kültürleri birleştirerek bir melez ortaya çıkarmakla ilgilenen entelektüeldir, diğeri bu kültürlerin herhangi biri ile birlikte vatanında olmayan yine de onları son derece yakından tanıyan ve ikisinin de eleştirisi ve yapısökümü ile meşgul olandır.  

Said’in düşünce yapısı ve entelektüalizmini araştıranların çoğu, Sürgün ve Entelektüelizm’in onun yapıtlarındaki ana tema olduğunu görmüştür. Son dönem metinlerinde bunlar diğer meseleleri gölgede bırakmış gibidir. Bu noktada, bunun nedenlerinden birinin, sürgün fikrinin Said'in zihninde  onu en çok çeken iki alan olan kültür ve Filistin alanlarındaki diyalektik seyrin parçası olarak öne çıkışı olduğunu öne süreceğim. Bu iki birbirinden ayrı inceleme alanı, yolları kesiştiğinde çoğunlukla birbirleriyle çatışırlar . Kültürel araştırmalar ulusalcılığa keskin bir eleştiri getirirken, Filistin sevgisi ulusalcılığa karşı daha toleranslı olmak zorundaydı. Sürgün, her ikisiyle de daha kolaylıkla bir arada var oldu. Aslında Sürgünün epistemolojik yapı olarak merkezde bulunması sadece ilkesel olarak değil zamanla da ortaya çıkmıştır. Son metinlerinde Said, son döneme özgü temasına odaklanmıştır.  Son döneme özgü dediğim şey, büyük sanatçı ve yazarların hayatlarının sonuna doğru yeni bir üslup edindikleri yolun arayışıdır. Said hayatının sonuna yaklaştığının farkındaydı, bu yüzden yapıtları sadece üslup olarak değil tematik olarak da değişiyordu. İşte bu noktada sürgün fikri tamamen olgunlaşmıştı. Said'in uyumlu ve birbirini tamamlayan ilişkilere ve değerlere kontrapuansal diyalektik yaklaşımının olgunlaşmasıdır bu. Nubar Hovespian'a yanına çok eşya aldığını, çünkü geri dönemeyeceğinden korktuğunu söylemiştir. 1948’deki deneyiminin üzücü bir anısı. Buna rağmen kendisi gibi sürgünleri, politik sürgünlerin aksine, vatanlarını geçici düşüncelerinin ve ruhlarının özgür olmasına imkân tanıyan geçici üsler olarak kullanabildikleri için şanslı sayıyordu.

Bir Filistinli olarak ilk bakışta sürgün travmatik bir deneyimken bir entelektüel için kıymetli bir vasıftır.

Sürgündeki entelektüel sadece geleceğe doğru Siyonizm ve Arap zorbalığından uzak bir yol önermeyi başarmamış, Filistinli sürgünlerin yaşayan sembolü ve lideri Yaser Arafat ile de karşı karşıya gelmiştir. Said'in son döneme özgü yazıları yoluyla, ulusalcılığın dar çıkarımları ve evrenselciliğin geniş bakışı arasındaki iç hesaplaşması, Oslo süreci kadar Arafat’ın eleştirisini de  keskinleştirmiştir. Bu son konu onu üzerine üç kısa kitap yazacak kadar meşgul etmiştir.

          O zamanlar bu tek başına kalmak demekti. Arafat’ı eleştirip bir taraftan da Filistin davası için yüreklice mücadele edenler çoğunlukla İslamcılar veya enternasyonalizmden çok Arap ulusalcılığının bir başka biçimine sadık radikal solculardı. Fakat bir taraftan da bu durum onun ahlaki temelini genişletmesini ve ölümünden önce, 11 Eylül’ün hemen ardından Siyonist yapının son ağır saldırılarını karşılamasını sağladı.

 

O zamanlar ona karşı yürütülen kampanya özellikle düşmancaydı ve Amerika’daki İsrail yanlısı Oryantal yapı tarafından yürütülüyordu. İki uçlu bir kampanyaydı; biri Said'in otobiyografisini, özellikle Kudüs’teki doğumu ve çocukluğu hakkındaki göndermeleri, gerçekleri çarpıtmak olarak göstermek isteyen acınası bir çabaydı. Bu durum, istemeden Said'in  bir önceki yıl çok etkilediği postsiyonist akademisyenlerle olan bağını güçlendirdi. Onu destekleyen bir dilekçe yazdılar, benim bu dilekçenin arkasındaki art niyetleri açığa çıkartma çabama rağmen bu durum Said'i etkiledi. Saldırının ikinci yönü onu, Ortadoğu’daki güncel trendleri yanlış yorumlayarak ve Birleşik Devletler’in şeytani düşmanlarını yücelterek yerel akademik çevrelerle yakından bağlantılı olan Amerikan  İstihbarat Teşkilatı’nı neredeyse tek başına uyutmakla suçladı. Tanınmış ve daha az tanınmış Ortadoğu uzmanlarından oluşan piramidi yönetiyor, Amerikan akademik çevrelerine hükmediyor, tüm karşı görüşleri etkisiz kılıyor ve uyuşmuş istihbarat teşkilatını destekliyordu. Bu şiddetli saldırılar basıldıktan bir kaç hafta sonra unutuldu, ama 1980’lerde New York’taki Siyonist yapıların onu "terör profesörü" olarak adlandırdığı zamanki kötü anıları geri getirmiş olmalı. Ölümünden sonra, İsrail’de 1970’lerde tahmin edilemeyecek şekilde değer görmüş ve anılmıştı. Hâlâ düşmanın en etkin sözcüsüydü, ama en azından Haaretz'de 20. yüzyılın ikinci yarısının en büyük entelektüel zihinlerinden biri olarak anıldı.Fakat Said'in toplam etkisinin ne kadar ileri ve derin olduğunu bilmek zordur. Ölümünden sonra Said'in entelektüel ürünü bir kez daha genel ve Filistin davası olarak bölünmüş gibidir. Akademik çevreler onun yapısökücü yaklaşımını zamanın olanak tanıdığı bir mesafe ve eleştirel bakışla kabullenmişler ve hâlâ yerel bilgi ve erk meselelerine bakarken yararlanmaktadırlar. Buna rağmen bu eğilim de İsrail akademik çevrelerinde gücünü kaybetmektedir. 2000 yılında bu eleştirel seslerin bir çoğu susmuş ve günün politik gidişatına uygun bilgi üreten akademik çevreler ise gerçeğin tarafların rızasına dayalı yorumlarından kaçınan eski durumuna geri dönmüştür. İşte bu yüzden İsrail'in fikir ve ideoloji tarihinin bu bölümünün ne kadar eşsiz ve önemli olduğunu ileri sürmek zordur. Önemini kaybedecek bir anekdot olarak görülebileceği gibi(şimdi öyleymiş gibi geliyor), Filistin’in bölünmüş topraklarında barış ve uzlaşma ihtimaline iyimser yaklaşırsak, devrim niteliğindeki bir geleceğin öncüsü de olabilir.Said'in Filistin vizyonun tohumları ise, genel yazımından  çıkarılan teorik ve metodolojik araçların aksine, akademik çevrelerden uzak, küçük fakat ilgi çekici bir grup politik aktivist tarafından beslenmiştir. Özellikle ilginç olan bir örnek, 1948 olaylarını kaydedip bunları duyurma amacını taşıyan İsrailli sivil toplum örgütü Zochrot'tur (Hatırlama). İki uluslu devlet fikrininin ve Filistinli ve İsraillilerin ortak bir gelecek yaratmaktan çok ayrışmasının aracı olacak bilindik buluşma noktaları ötesinde bir işbirliği yaratma tecrübesinin ilk aşamaları yer yer görülebilir.

Sürgündeki entelektüel, hümanist ve evrenselci Said, yıllar süren sömürgeleştirme, mülksüzleştirme ve işgale rağmen, İsraillilere birlikte yaşamak için, Filistinli geçmişi kadar kendi hayat kuramı içinden de gelen bir ahlaki temel sunuyor. Onun evrensel değerler üzerine kurulmuş bir devlet arayaşı Ortadoğu’nun tümü için ideal olandan fazla olmayabilir, ancak cezalandırma değil, onarma mesajını taşır. İsrail kötülüğünün büyüklüğü ile Filistin’in öc duygusunun kırılganlığı arasındaki şaşırtıcı uçurumu yansıtır. Onun arayışı, Siyonist olmayan ama Filistin’in çevresindeki Arap rejimlerinden de çok farklı ve her şeyden öte, Said’le aynı çevreden gelen bir başka Yahudi, Theodore Herzelin yaptığı gibi bir kabus olarak değil de kendini son Yahudi entelektüel olarak gören biri tarafından, bir ütopya olarak tahayyül edilen, bir politik yapı önerir.

Eşi Mariam, onun bize son derece dikkatli ve detaylı bir vizyon bıraktığını, ama bizden sadece politik sınıfların değil toplumun da, sadece Ramallah’daki elit çevrenin değil mültecilerin de, sadece Gazze’dekilerin değil, İsrail’deki Filistinlilerin de, sadece geçen yüzyılda göç etmiş Yahudilerin değil, yeni gelenlerin de bu sürece katılmasını istediğini söylemiştir. Bunu yapmak için insanüstü olmamız gerekmez. Sadece hümanist insanlar olmamız yeterlidir.

 

 

Açık Radyo ekibi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

 Metnin İngilizce aslına ulaşmak için tıklayın.

*Hayfa Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyesi olan Pappe, Hayfa’daki Emil Touma Filistin Araştırmaları Enstitüsü’nün de başkanıdır. “Revizyonist” ve “post-Siyonist” bir İsrailli tarihçi olarak tanınır. Givat Haviva’daki Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün akademik başkanlığını yapmıştır. İsrail-Filistin çatışması üzerine pek çok kitap yazmış olan Pappe’nin en son kitapları şunlardır: The Ethnic Cleansing of Palestine (Filistin’de Etnik Arındırma, 2006), The Modern Middle East (Modern Ortadoğu, 2005) ve A History of Modern Palestine: One Land, Two Peoples (Modern Filistin Tarihi: Bir Ülke, İki Halk, 2004). Daha önceki eserleri arasında da şunlar sayılabilir: The Making of the Arab-Israeli Conflict, 1948-1951 (Arap-İsrail Çatışmasının Ortaya Çıkışı, 1948-1951, 1992) ve The Israel/Palestine Question (İsrail/Filistin Sorunu, 1999)