26 Kasım 2006Hakan Ataman*
Ünlü düşünür Voltaire'in 18 yy. Fransa'sındaki dinsel baskılara karşı mücadele ederken, "Söylediklerinize katılmıyorum, ancak bunları söyleme hakkınızı ölünceye kadar savunacağım" dediği yaygın bir söylence halini aldı. Hatta farklı şekillerde yansımış olsa da İngilizcesinden hareket edecek olursak söz konusu cümleyi "Söylediklerinizi protesto ediyorum ancak onları savunmak için kellemi bile veririm" olarak çevirmek dahi mümkün. Tabii bu son söylediğim oldukça radikal bir çıkış. Tıpkı söz konusu cümlenin Voltaire'e ait olduğunu söylemek gibi. Çünkü bu radikal cümle yaygın bir diğer görüşe göre Voltaire'e ait değil. Söz konusu cümlenin 1906'da Evelyn Beatrice Hall takma adıyla Stephen G. Tallentyre tarafından, 'Voltaire'in Dostları' adlı eserde Voltaire'e atfedilerek sarf edildiği söylenir. Ancak her ne olursa olsun bu cümlenin hakkını vermek gerekir. Özellikle de AKP İzmir Gençlik Kollarının 18 Kasım 2006'da düzenlediği 'Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri'nin Toplumsal Etkileri' konulu konferansta bir konuşma yapan, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında, konferansta ifade ettiği görüşler gerekçe gösterilerek başlatılan karalama ve linç kampanyası bunu gerekli kılar.
Dört açı Yaşananlar, dört farklı açıdan Türkiye'deki insan hakları durumunun halihazırdaki vahim durumunu ortaya koydu: Bunlardan ilki, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri olan ifade özgürlüğü probleminin hâlâ devam ediyor olması. İkincisi, Türkiye'de ifade özgürlüğü konusunda en fazla hassas olması ve ifade özgürlüğünü en fazla savunması gereken medyanın, bu işlevini yerine getirmediği, aksine olumsuz bir rol oynadığı. Üçüncü olarak, Türkiye'de akademik özerklik ve özgürlüğün halen sağlanamadığı. Son olarak da, AB süreciyle başlatılan olumlu yöndeki reformların hiçbirisinin kalıcı nitelik kazanamadığı ve bu reformlarla sağlanan özgürlüklerin her an geri alınabilir nitelikte olduğudur. Tüm bu yaşananlara 22 Kasım 2006 tarihinde Türkiye'deki insan hakları örgütleri yaptıkları bir basın açıklamasıyla gereken tepkiyi gösterdi. Ancak yapılan basın açıklamasına, medyanın internet üzerindeki sayfalarına yansıyan okuyucu tepkileri, bu türden başlatılan linç ve karalama kampanyalarının varacağı düzeyi göstermek bakımından oldukça ibret vericidir: "Birbirinize neden benziyorsunuz? Oooo hepsi toplanmış, İHD, İHGD, HYD, abc, def, valla bravo. Müthiş dayanışma. Bütün Vatanseverler birarada gözlerim yaşardı. (...) Tıpkı 1000 yıllık kardeşliği kanlı bir kavgaya dönüştüren, PKK teröristlerini İnsandan sayıp, insan hakları korumasına almaya çalışmak gibi değil mi? Neden bir arada olduğunuz daha iyi anlaşılsın istedim", "Sen git AB'den sözde düşünce özgürlüğü adına 450 Euro al sonra Kemalizm şöyledir, Atatürk böyledir diye konuş. Sonra ben düşünce özgürlüğü adına konuşuyorum masalını anlat. Acaba aynı AB Atatürkçü düşünceyi savunanlara da para veriyor mu? AB'nin amacı acaba düşünce özgürlüğünü geliştirmek mi yoksa anti-Kemalizm propagandası yapmak mı? Hiç de utanmıyorsun değil mi? Bir de Prof olmuşsun, çok yazık!!!", "Bu adam üniversiteye sokulmamalı", "Bir ülkenin kurtarıcısına, dini değerlerine, milli değerlerine hakaret fikir özgürlüğü değildir. Popülizm uğruna kukla olmak, bir bilim. . . . yakışmıyor. (ADAM kelimesini yukarıya koymaya elim varmadı).", "naş prof. kendi yoluna.", "ödenecek bir bedel var tabii ki. TERKET", "Bu kavgalarınızdan millet zaten bedel ödüyor, size gerek yok lümpenler sizi. Bir şekilde ödeyeceksin gayet tabi. Yok öyle AB'den paraları alıp suratımıza küfretmek." "Yok kardeşim senin gibilere yok sen git AB'de yaşa!!", "Elbet Ödeyeceksin...", "birisi Türkiye'yi kötüler nobel alır!birisi Atatürk'e hakaret eder 450 bın euro alır. Var mı artıran!", "Var, beyefendi adınızın İvan, Hristo ve başka bir şey olmadığı için Atatürk'e şükran borcunuz. Bunun ne demek olduğunu anlayabileceğinizden kuşkuluyum". Bir kere ilk cümleyi kuran kişi Mazlum-Der'i atlamış. Ben hemen onu da suç ortağı yapıvereyim isterseniz! Sanırım 'abc' veya 'def' kategorisinde ele aldı! Bununla birlikte karşımıza çıkan tablo kelimenin tam anlamıyla uğursuz bir tablo. Bu tabloyu yaratan nedenlerden biri bence toplumsal kabullenme. Hatırlayacağınız gibi geçtiğimiz ay BBC tarafından yapılan bir anketin sonuçlarına göre Türkiye'de halkın yüzde 24'ü işkencenin doğru olduğuna dair görüş bildirmişti. Bu oldukça yüksek bir rakam. İfade özgürlüğü ile ilgili daha önce de yapılan araştırmalar var. Acaba bu araştırma bugün yapılsa nasıl bir sonuç verir çok merak ediyorum. Ancak bir insan hakları savunucusu olarak, olası bir araştırmanın sonucunu pek de hayra yormamam için gerekli argümanlar mevcut gibi! Ancak söz konusu okuyucu tepkileri içinde bence en ilgi çekici olanı şuydu: "Bir insanın tarih yazması, hata yapmamasını gerektirmez. Atatürk'ün tabulaştırılmasına karşıyım". Belki de aradığımız cevaplardan birisi burada yatıyor olabilir. Freud, 'Totem ve Tabu' adlı eserinde, birer tabu hali haline getirilen totemler hakkında şu tespiti yapar: Totem ilk önce grubun atasıdır, sonra da onun koruyucu ruhu, iyilik yapıcısıdır, ona kehanetlerini bildirir ve başkaları için tehlike olduğu halde, kendi evlatlarını tanır ve korur. Bu yüzden de yanlış olabileceği düşüncesi neredeyse mümkün değildir. Ancak, bu durum Karl R. Popper'a göre 'tarihsizci' veya Lacan, Derrida ya da Foucault gibi düşünürler açısından bakacak olursak, hastalıklı bir tarih anlayışının ürünü olan "totalitarizm"in bizzat kendisidir. Çünkü her şey doğru olmak üzerine kuruludur. Yanlış olabileceğini düşünmek ve hatta ifade etmek mümkün değildir. Yanlış olduğunu ileri süren, en büyük düşman veya hain sayılır. Dışlanır ve hor görülür. Kuşkusuz ki bu anlayışın günümüz medeniyetini temin eden iyi yönleri de vardır. Ensest yasağı gibi. Çünkü özgürlük aynı zamanda sınırlarını bilmektir. Bununla birlikte ensest başka bir tabudur. Devlet kurumlarının elinde hiçbir sayısal veri yoktur. Sorun yok sayılıyor ve sağlıklı bir tartışması dahi yapılamıyor. Sosyal bir kabullenme içinde süregidiyor. Atilla Yayla'nın başına gelenler ve buna verilen okuyucu tepkileri işte bu sosyal kabullenme gerçeğini bir başka boyutuyla yansıttı bize. Yayla toplumun tartışmak dahi istemediği bir konuyu tartışmaya açtı. Bir tabuya yüklendi. Sonuç olarak dışlandı ve horlandı. Olması gereken bu değildi. Bu tür linç ve karalama olaylarının yaşanmadığı bir Türkiye dileğiyle.
*HAKAN ATAMAN: İnsan Hakları Gündemi Derneği Genel Sekereteri