12 Ağustos 2004Radikal Gazetesi / The Guardian
Efsanelerin çoğu bir gıdım da olsa gerçeklik içerir, fakat her gün BBC (ve Amerikan kanallarının) sunduğu hileli görüntülerde o bir gıdım gerçeği bile bulmak mümkün değil. Yazılı medya da farklı değil. Resmi propagandanın sürekli tekrarladığı cümle şu: "28 Haziran'da ABD ve koalisyon ortakları, Irak'ın egemenliğini, Başbakan İyad Allavi liderliğindeki geçici hükümete devretti. Egemenlik devri, bir yıldan fazla bir süredir devam eden Amerika öncülüğündeki işgali de sona erdirmiş oldu."
Bu arada Amerikan istihbarat birimleri, direnişin çapının her geçen gün arttığını kabul ediyor. Eğer Mukteda Sadr, Necef'teki çatışmalar sırasında yakalansa veya öldürülse, kademeli olarak artan direnişe katılım sele dönüşebilir. Böyle bir durumda ve Avam Kamarası'nda işgale hiçbir resmi muhalefet olmadığı göz önüne alındığında, gerçeğin en azından bir kısmının düzenli olarak bildirilmesini sağlamak medyanın sorumluluğu olmalı.
BBC'nin teslim olduğu, Hutton Raporu'ndan beri açıkça görülüyor. Bu, sadece gazetecilerin kendilerini sansürlemesi sorunu değil. Söylenenlere göre, yaz başında yeni genel müdür Mark Thompson, kanalın yayın kuruluyla yaptığı toplantıda, BBC haberlerinin fazla solcu ve hükümete karşı fazla eleştirel davrandığına dair bir 'kanaat' olduğundan dem vurmuş. Doğrulanmaya muhtaç bir kanaat bu. Thompson bugünlerde epey mutlu olmalı.
Medya rezaleti
Irak'ın bugün egemen bir devlet olduğu söylemi, grotesk bir kurgudan başka bir şey değil. Her Irak vatandaşı, siyasi görüşleri veya dinsel inançları ne olursa olsun, ülkenin gerçek durumunun farkında. Ve eğer BBC bu tutumunu devam ettirirse, zaten iyice dibe vurmuş güvenilirliğini hepten yitirebilir. ABD'nin Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, birkaç ay önce, "Iraklıların düşüncesini değiştirmek istiyoruz" diyordu. Fakat Truth (Gerçek) adlı ABD destekli Arap kanalı, muazzam bir başarısızlık örneği oldu. Ve şimdi, Iraklıların ve dünyanın geri kalanının alternatif haberlere ulaşmasını engellemek için, 'enformasyon bakanlığı'ndaki mangal yürekli bir kukla, El Cezire televizyonunun Irak'tan yayın yapmasını yasakladı.
Amerikan vatandaşlarını, artık rahatlayıp Bush'u tekrar seçebileceklerine ikna etmek için tasarlanan 'egemenlik devri', aynı zamanda Batı medyasına Irak haberlerini daha zararsız vermeleri yönünde bir davetiyeydi ve bu davete gayet gayretkeş bir şekilde icabet edildi. Paul Krugman'ın geçen hafta New York Times'ta dikkat çektiği gibi: "Irak haberleri gazetelerinin iç sayfalarına taşındı, TV ekranlarından da büyük ölçüde silindi. Birçok insan işlerin iyiye gittiği izlenimine kapıldı. Gazetecilerde bile aynı ruh hali var: Gazetelerde egemenlik devrinden sonra Amerikan kayıplarının azaldığı haberleri yer aldı. Gerçek sayılar ise şöyle: Haziran da 42, temmuz da 54 ABD askeri öldü."
Savaşı meşrulaştırmak için öne sürülen daha önceki palavralar gibi, bu da pek işe yaramıyor. İşgalin ön cephesine sürülmek için karanlığın içinden çekip çıkarılan iki Iraklıdan biri, 'Başkan' Yaver Suudi Arabistan'dan gelen nispeten zararsız bir telekom yöneticisi. Resmi faaliyetlerde aşiret entarisini giymekten ve Rumsfeld ve diğer çocuklarla fotoğraf çektirmekten son derece mutlu. 'Başbakan' Allavi ise vaktiyle Saddam'a Londra'daki muha- lifleri rapor eden alt kademe istihbarat elemanlarından biriydi. Sonrasında Anglo-Amerikan istihbarat birimleri Allavi'yi yanlarına çekti. Birinci Körfez Savaşı'ndan sonra rejimi istikrarsızlığa sürüklemek için Irak'a gönderildi. Kiralık adamları bir sinemayı ve çocukları taşıyan bir otobüsü bombaladı.
Savaştan önce Allavi, Londra'daki başbakanlık konutunda oturan kurnaz dosya adamları için 45 dakikalık bir kitle imha silahı sunumunun üretilmesine yardım etti. İşgalden sonra ödülünü aldı ve 'hükümet konseyi'ne sokuldu. Ardından bir lobi şirketi kiralayıp, Washington'un kendisini başbakan yapması için 370 bin dolarlık bir kampanya yürüttü ve kendisine ayrıca Washington Post'ta bir köşe verildi. Ve bugün 'Başbakan' sıfatıyla hayduttan farksız bir görüntü sergilemekte. 17 Temmuz'da Avustralyalı muhabir Paul McGeough Bağdat'tan sarsıcı bir haber geçti: "Irak'ın yeni başbakanı İyad Allavi silahı eline aldı ve Bağdat polis merkezinde en az altı direnişçiyi infaz etti. İki görgü tanığının anlattığı olay, Washington'un geçici Irak hükümetine egemenliği devretmesinden birkaç gün önce yaşandı. Görgü tanıklarına göre, elleri ve gözleri bağlanmış mahkûmlar, El Amariye emniyet merkezinde, yüksek güvenlikli hücrelerin bulunduğu binanın önündeki avluda bir duvarın önünde sıraya dizildi... Allavi yanındakilere, kurbanların her birinin en az 50 Iraklı öldürdüğünü ve ölümden de kötüsünü hak ettiklerini söyledi."
McGeough'un haberi şöyle devam ediyor: "Başbakanlık ofisi, görgü tanıklarının ifadelerini yazılı bir açıklamayla reddetti... Açıklamada Allavi'nin merkezi hiç ziyaret etmediği ve silah taşımadığı kaydedildi. Fakat görgü tanıkları, Allavi'nin genç mahkumların her birini başından vurduğunu, bu sırada başbakanın koruma polislerinin ve dört Amerikalının olayı şaşkın bir sessizlik içinde seyrettiğini belirtti." McGeough haberini savunmak için defalarca TV ve radyolara çıktı, fakat mesele bu kadarıyla kaldı.
Savaş öncesinden beter
Gerçek olan şu ki, Irak bugün savaş öncesinde olduğundan çok daha büyük bir felaketin içinde. Durumu Ebu Garib Cezaevi'nin eski mahkûmlarından biri gayet güzel özetliyor: "Evlerimizde elektrik istiyoruz, laf ebeliği değil."
Saldırgan ülkelerin vatandaşları bunları medyaya rağmen görebilir ve önlerine hangi alternatifler sunulursa sunulsun, kendilerini savaş sokan liderlerini cezalandırabilir. ABD'de Senatör Kerry güven vermeyen bir politikacı. Yanındaki bazı liberallerden farklı olarak, Demokratları iki partinin daha az saldırganı olarak pazarlamayı sevmiyor. Ne de olsa Kore ve Vietnam savaşlarını başlatanlar Cumhuriyetçi değil, Demokrat başkanlardı. Cumhuriyetçi başkan adayı Eisenhower'ın 1952'deki seçim kampanyası, kendisinin daha barışçı olduğu fikri üzerine kuruluydu. 1960'ta Kennedy Cumhuriyetçilere 'füzelerin azlığı' konusunda saldırmıştı, onları Sovyet tehdidi karşısında aciz davranmakla suçluyordu. İkinci Soğuk Savaşı başlatan Reagan değil Carter'dı. Ve 1992'de Clinton, Bush'un adamlarını Küba ve Çin'e karşı zayıf tutum aldıkları için topa tutuyordu. Fakat 11 Eylül'den hemen önce Hillary Clinton ve Joseph Lieberman'ın yazdığı ve neredeyse bütün Demokrat senatörlerin imzalağı mektubu hatırlamak başlı başına yeterli: Bu mektupta Bush'un Ortadoğu politikası kınanıyor, İsrail için daha fazla destek isteniyordu.
Kerry'ye dikkat!
Amerikan solunun Kerry'yi desteklemeye zorlandığı bir dönemde bu sicili akıldan çıkarmamak önemli. Birçokları, anlaşılabilir bir şekilde, savaş taciri bir yönetimden kurtulmak için Kerry'ye oy verecek. Eğer başarırlarsa, Irak'tan derhal asker çekmek konusunda Kerry'nin üzerindeki baskı artırılmalı.
Eğer Irak'ta herhangi bir direniş olmasaydı, savaş tacirlerinin zafer naraları her türden muhalefetin sesini bastıracaktı. Eğer savaş tacirleri yenilecekse, bu, Bağdat, Basra, Felluce ve Necef'te yaşananların bir sonucu olacak. Bu çatışmada ölen 37 bin Iraklı sivili (Irak merkezli bir sivil toplum örgütünün tahminleri bu rakamı gösteriyor) unutturmaya çalışsalar ve bunu başarsalar bile, Bush ve Blair, halkı teslim olmayı reddeden bu şehirlerin isimlerini asla unutmayacak. Ortada sadece tek bir ciddi seçenek var: Yabancı askerlerin Irak'tan kayıtsız şartsız çekilmesi.