Gündüzleri çocuklar dışında beni kimse görmez. Ben bir sokak lambasıyım. Mahallenin kız çocuklarına lastik oyunlarında eşlik eder top oynayan afacanlar için kale direği bile olurum. Çarpan toplara sözüm olmasa da mahallenin haylazları sapanla kuş avlarken canım az yanmamıştır. Erişkinlerin gözünde gündüzleri yer işgal eden gereksiz direkten başka bir şey değilim. Gece olup sokaklar ıssızlığa bürününce kıymetim bilinir. Milletin derdi ise o çok korktukları gece karanlığıdır. Geceden korkar, ortalık hep gündüz gibi aydınlık olsun isterler. Halbuki karanlığın görünmezliğine sığınıp istedikleri gibi davranmada özgür olduklarının çoğu farkında bile değildir. Bazı gecelere uykusu kaçmış bir çocukla göz kırparız birbirimize. En sadık arkadaşlarım ise kuşlar ve kedilerdir.
Yıllardır bu sokaktayım. O kadar uzun zaman oldu ki kendimi sokaktan bile eski hissediyorum. Sokak lambası dediysem öyle sıradan bir lamba zannetmeyin. Zamanında kıymetim iyi bilinir lambam tükendiğinde karşı evdeki Cemil Bey direğin numarasını alıp belediyeye gider lambamın değişmesini sağlardı. O zamanlar geniş görünürdü ama şehir büyüyüp kalabalıklaştıkça sanki sokak daraldı. Yine de şanslıyım, sokağın kedisi çoktur, insanı sıcaktır, sevecendir.
Hani derler ya; kedisi çok olan mahallenin insanı da sıcak yürekli olur, gerçekten öyledir. Mahalleye elektrik getirmek için dikilen direklerdendim. Aydınlatma lambası sonradan eklendi. Elektrik tesisatı yer altına alınıp direkler kaldırılırken mahalleli sahip çıkmasa ayakta kalamayacaktım.
En çok sıcak yaz akşamlarını severim. Evde sıcaktan bunalan mahalleli kendini sokağa atar, ışığımın altında muhabbet ederdi. Tavla oynayan da olurdu, çekirdek çitleyen de. Evinde çayını demleyen çaydanlığı kapıp getirir herkese servis ederdi. Remziye Hanım’ın demlediği çayın kokusunu ise hiçbirine değişmem. Zamanla televizyonun yaygınlaşması ile ne sokak muhabbeti ne de sokağın gece cıvıltısı kaldı. Hava ne kadar sıcak olursa olsun insanlar televizyon başından ayrılamıyor. Millet evine kapandı da yalnız kaldım sanmayın. Mahallelinin evlerine kapanmasını fırsat bilen genç kız ve erkeklerin buluşmalarına tanık oldum. Hatta işi daha da ileri götürüp içki içenler, sarılıp öpüşenler ışığımdan rahatsız olup elektriğimi kesmeye, lambamı kırmaya yeltendiler.
Gençler karanlığın özgürleştirdiğini çabuk fark ettiler. Yine de sokağın namus bekçisi olmayı görev bilen, ışığımı sahiplenip koruyan Cemil Bey gibi birileri her daim yaşadı bu mahallede. İçki içip sapıtanlara diyeceğim yok ama usulca sarılıp öpüşenlerden ne isterler anlamam. Kendi cinselliğini görmek istemeyen, yok sayan insanoğlunu için ”yumurtadan çıkmış kabuğunu beğenmiyor” derler ya işte öyle.
Bunca zamandır insan içinde dura dura biraz onlara benzediğimi düşünür onlar uykudayken boş sokakları aydınlatırım.
Sanırım karanlıkta uyumaya korkup ışığın sönmesini istemeyen çocuklar büyüdüklerinde sokakların aydınlık kalmasını istiyor. Sokağın evcilleşmesi, insana yakın olması ışıksız olmuyor. Karanlığın verdiği görünmezlik, kaybolup gitme hissi ürkütüyor onları. Halbuki bence sokak aynı sokak bütün korkular, tasalar, endişeler ise hep kendi kafalarında.
Gündüzleri geçen seyyar satıcılar giderek azaldı önceleri anlam veremedim. Geceleri ise bir zamanlar bekçi geçerdi bu sokaktan. Şimdilerde o da kalmadı. Ramazan davulcusu geçmese sokaklar hepten terk edilmiş sanırsın. Bir de her yıl en az 4 yavru doğuran mahallenin sarılı beyazlı kedisi pamuk var ki, yavrularını mahallenin afacanlarından korumak için çektiği çileyi ben bilirim.
Sonun başlangıcı ise bir sabah anne kedinin ölüsünün bulunmasıyla başladı. Zehirlenmiş dediler. Öylece dibimde yatıyordu. Ağzı açıktı. Mahalleli o kadar alışmıştı ki başka kedi almadılar. Pamuğun kıymeti evlerde fare çıkmaya başlayınca daha iyi anlaşıldı.
Sonra kentsel dönüşüm lafları filan edilip kamulaştırmalar başladı. En çok Cemil Bey direndi ama mahalleli dünden razıydı. Gidenin yerine yenisi gelmedi. Sokaklar hızla boşaldı. Kuşların ve çocukların cıvıltısı azaldı. Sokak lambası olarak yerimi ışığımı korudum ama gören dokunan olmayınca, iyice yalnızlık çöküyor. Yakınlardan iş makinelerinin sesleri duyulur oldu. Üstelik sesler giderek yaklaşıyor. Lambam yanmaya devam ediyor ama gören olmayınca ışığını nafile tüketmiş oluyorsun. Yiyecek bulamadıkları için karşı sokağın kedileri bile daha az geziniyor buralarda. Boydan boya renk renk çamaşırların asıldığı o canlı günlerden kalan eskimiş çocuk sesleri yüklü gövdem çürüyüp dökülmeye başladı.
Dün sabah iş makineleri sokağın öbür ucunda göründü. Yakında beni de götürürler buralardan. Yolu genişletiyorlar ve ben az ilerdeki at kestanesi ile birlikte yolun ortasında kalıyorum.
Buraları yıkıp yeniden yapacaklarmış. Yine insanlar gelip yerleşecek buralara ve sanıyorum o yeni gelenlerin karanlığa olan korkuları daha da güçlü olacak. Çok daha güçlü aydınlatıp güvenlik görevlisi bile tutacaklar. Korkuları yüzünden kedisi, kuşu, genci delikanlısı afacanı ile şu daracık sokağın sıcaklığını bulabileceklerini pek sanmıyorum.
Remziye Hanım’ın mahalleliyle paylaştığı çayın kokusu, Cemil Bey’in belki de yaşanmamış pişmanlıklardan gelen gençlere olan öfkesi, çocukların sevmeye çabalarken kendilerinden kaçmalarını bir türlü anlamadığı yavru kedileriyle ile sokak karanlığa gömülüyor.
Bu sabah geldiler, o yaşlı at kestanesini kesiyorlar. Uzaktan vedalaştık. Benim de elektriğimi kestiler. Şimdilik ayaktayım ama bu gece karanlık olacak. Hazır mısınız?