18 Haziran 2006Adalet Ağaoğlu
Kısa ve özlü olmaya çalışacağım. Her şeyden önce, toplumumuzu hayli sarmış bir rahatsızlığa tanıklığımın yüklediği sorumlulukla düşüncelerimi bu başlık altında aktarmak istediğimi belirteyim. Silahsız mayınsız, silah gücünden bağımsızlığı mimlemek için 'sivil sivile' diyorum. Bunlar, tarihimizin en gerekli anlarından birinde başlatılmış bir kampanya üstüne düşüncelerim. Kampanyanın anlamından duyduğum heyecan. Tarihimizin en önemli, yani gerekli anlarından biri, dedim. Bugünler artık memleketin içine düştüğü güvensizlik gerilimiyle başa çıkabilme, korkuyu sağduyuya, akılları başa devşirme anı. Türkiye yurttaşları arasında hızla yaygınlaşan bölünme, parçalanmanın, birbirinden kopup uzaklaşmanın yarattığı gerilimin altından artık ancak sivil sivile dayanışarak yapılacak seferberlikle kalkılabileceği teşhisi. Bu kanıda bulunanların 28 Mayıs 2006 Pazar günü "Özgür, Eşit, Demokratik Bir Türkiye'de Bir Arada Yaşamı Savunalım" başlığı altında başlattıkları kampanya, ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu tarafından yapılan açıklamadan bu yana farklı bir tartışma alanı yarattı. Şu karanlık ortamdan çıkış yollarını arayan, güvensizlik, kuşku, korku yaratma işaretlerinden kaygılanan herkesi, her zaman olduğu gibi, yeni çareleri yeniden aramaya sevk etmiştir. Kampanya şu başlık altında, çok daha kucaklayıcı şöyle bir başlık altında olsaydı gibi düşüncelere kapılanlar herhalde vardır. İlk adımda ben de bunlardan biriydim, fakat açıklamaya ihtiyaç gösterse bile, daha fazla kırılmalara, savrulup dağılmalara vaktimiz kalmadığını düşünerek bunu böylece, hem de artık içimden gele gele kabule mecbur kaldım. Çünkü basın bültenindeki kısa, özlü açıklamaları da pekâlâ ikna edici buldum. Özetle şöyle deniyor:
Tedavi zamanı "(...) çağrımızı, başta demokratik kamuoyu olmak üzere, ülke genelinde bütün halkımızla paylaşacak, bir arada yaşamı savunma inisiyatiflerinin önünü açmayı hedefleyeceğiz. Halka 'ya şu ya da bu' dayatmasının yapıldığı kutuplaşma ve çatışma eksenlerinde üçüncü bir seçeneğin varlığını ortaya koymaya çalışacağız. Ancak bu çağrı demokratik kamuoyunun, sendika ve meslek kuruluşlarının, yurttaş inisiyatiflerinin, aydınların, sanatçıların, tek tek bireylerin -evet bireylerin- katılımını sağlayabilirse amacına ulaşır." Öyle. Ancak bu espride bir dayanışma 'seferberliği' bizi içinde yuvarlandığımız belirsizlik kaosundan, hatta katastrofundan düz yola çıkarabilir. Başlığa kocaman kocaman SİVİL SİVİLE diye yazışım da zaten bundan. Çünkü ben de, 'Türk-Kürt ya da laik-dindar çekişmelerinin yarattığı gerilim nedeniyle birlikte yaşama duygumuzun zayıflamasını' istemiyorum. (Zayıflamıştır bile.) Tedavi zamanı ertelenmemeli. Treni yine kaçırmayalım. Tarihi bir andayız: Zamanın tam anlamıyla hayattan ölüme'nin eşiğinde durduğu büyük bir dalganın kırılma anındayız. Kendi adıma benim de 'ne yapılmalı, ne yapılmalı?'larımın zorunlu yanıtı: "Evet, sivil sivile, yanyana buluşup dayanışarak yurttaşların temel insanlık haklarını korumak, bunu evrensel boyutlara taşıyarak hayatlarımızı savunma seferberliğine çıkmak" oldu. Tam bu sırada, pek çok siyasal, toplumsal, ekonomik araştırmanın yanında şu da bence çok dikkat çekici bir uyarı, hani sanki benim 'güvensizlik rahatsızlığı' demeye çalıştığım sağlıksız duruma bilimsel bir destek: İki siyaset bilimcimizin, Doç. Dr. Ali Çarkoğlu ile Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu'nun Türkiye'nin toplumsal eğilimlerini inceleyen araştırmalarından çıkan birçok gözaçıcı sonuçlardan biri de şöyle imiş: "Türkler (ben olsam Türkiye yurttaşları derdim) değişimden rahatsız. Birbirine güvensiz. (...) Çoğunluk, Türkiye'deki hızlı değişimden endişeli. Köylerde doğup büyük şehirlere göçen nüfus, bu konuda çok hassas. Siyasi düzlemde sağa kayışta, değişimin yarattığı endişenin önemli payı var. (...) Son 15 yılda yaşanan Yugoslavya trajedisi, Körfez Savaşı, Irak'ın işgali, Müslüman katliamına göz yuman AB izlenimi Türkiye'deki siyasal atmosferi çok etkiledi. Aşiret ve cemaat kültürünün de ağırlık kazanmasıyla din ve etnik özelliklerin belirlediği sağ ağırlıklı bir siyasal atmosfer oluştu. Buna bağlı olarak tolerans ve başkalarına duyulan güven azaldı. Türkiye artık, vatandaşları birbirine en az güvenen ülkeler liginde Brezilya'dan sonra ikinci sırada." (Bkz: 11 Haziran 2006, Hürriyet Pazar, s. 20. araştırma)
25 Haziran'da Kadıköy'de İşte bunun için ÖDP'nin çok gerekli bir zamanda, anlamlı bir duyarlıkla başlattığı hayatı bir arada savunalım kampanyasına bence 'evet' demenin tam zamanı. "Türkiye toplumu giderek bir iç çatışma sürecine doğru evriliyor." "İsteyenin kendi kimliğini, kültürünü öne çıkararak, isteyenin sadece yurttaş olarak özgürce yaşadığı bir Türkiye amaçlıyorsanız, hiçbir kimliğin başka kimlikleri ezmediği bir ülkede yaşamayı arzuluyor, siyasal ve emek-sermaye ekseninde toplumsal barış ve aidiyetlerin öne çıktığı bir ortamın böyle şekilleneceğine inanıyorsanız, devlet içinde gizli kapaklı hiçbir ilişki kalmasın, Susurluk'tan Şemdinli'ye, Danıştay saldırısına kadar tüm çete ilişkileriyle derin devlet bağlantıları aydınlansın istiyorsanız", yarınınız, yani çoluk çocuğunuzun geleceği adına yarın sabah atacağınız adımlar hakkında aydınlık bir bilince sahip olabilmek, böylece hakkınızdaki kararı 'Tek Adam' yani 'tek güç' değil, kendiniz verebilme özlemiyle yanıp tutuşmaktaysanız, 25 Haziran Pazar günü İstanbul Kadıköy'deki çok sesli, vurdusuz kırdısız ve artık mecburi olmuş olan sivilin sivili buluşup bayramlaşma seferine katılabilirsiniz. Hayatı birlikte savunmamız, geleceğimize ait en açık umut ışığı, açıkçası birbirimize güveni sağlamanın işareti olacak. Bu olabilir, atılan adımların arkası gelebilir diyebiliyorum. Unutmayalım. Ertelemeyelim. Bu bir imza toplama kampanyası değil. Bu, üstünde çok tartışılmış 'aydınların kaygı dilekçesi'ni aşkın bir dayanışma çağrısı. Korkuya, kaygıya büsbütün yenik düşmeden, yerinde, zamanında yapılmış teşhis, karşılıklı anlayış içinde hayatımızı savunma seferini beklemiyor, hepimizi buna mecbur kılmıyor mu? Gerçekten önemli bir tarihi andayız. Anlayışlı bir dayanışmanın 'mecburi', hizmetine boyun eğme anı. Sivil sefere tek tek katılım ne kadar artarsa, o kadar iyi. Ben de, 25 Haziran'da Kadıköy'de hastalık-ölüm-kıyım gibi 'mecburi bir engel' çıkmadıkça bu tarihi ana katkıyı paylaşanlardan biri olmak is tiyorum. Olan bitenden şikâyet etme hakkını kazanmam bile, buna bağlı.