İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi 1 Temmuz 2003
Sivas katliamının 10. yıldönümünü yaşıyoruz. Bu katliamı gerçekleştirdiği iddia edilen bazı kişiler dışında olayın gerçek nedenleri ve failleri hala gizli tutulmaktadır.Sistemin bu katliamı aydınlatmak adına yaptıkları bugüne dek ya katliamın üzerini örtmek ya da katliamın tüm suçunu sadece şeriatçı güçlerin üzerine atmak oldu.İnsanları yakabilecek denli inanılmaz bir vahşetin failleri olarak bu zihniyetin sorgulanması ve lanetlenmesi büyük önem taşımaktadır.Ancak Sivas katliamını sadece bu yanıyla değerlendirmek, gericiliğin ve baskının salt bir yanını görmek anlamı taşımaktadır. Böylesi bir yaklaşım, aynı zamanda Türkiye'nin 80 yıldır niye demokratikleşemediğini, niye gerçek anlamda laikleşemediğini, böylesi katliamlara bugün bile niye açık olduğunu, toplumun bir kesimini katledebilecek denli düşmanlaştıran şeriatçı, ırkçı ve totaliter anlayışların siyasetteki etkin konumunu anlamamızı engelleyecektir. Sadece son dönem yasa değişimlerinde yaşadığımız engellemeler ve bir türlü azalmayan hak ihlallerinde de gördüğümüz gibi sorun şeriatçılıktan ibaret değildir.Sivas katliamının üstü örtülmeye çalışılan gerçekleri, soruna daha kapsamlı bakmamız ve demokratikleşmemiz için daha köklü bir sorgulama yapmak zorunda olduğumuzu gösteriyor.Türkiye'nin ortasındaki önemli bir şehrimizde beş bini aşkın kişinin 10 saati bulan vahşetinin engellenmemiş olması, saldırının kendisinden çok daha önemlidir. Sıradan bir basın açıklamasını bile görülmemiş bir şiddetle bastıran güvenlik kuvvetlerinin, insanları yakmak gibi olağanüstü bir vahşeti saatlerce seyretmekle yetinmesi, en hafif ifadeyle söz konusu katliama göz yumulduğunun açık göstergesidir.Dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, katliam sırasında, "devlet halkla karşı karşıya getirilmemelidir" açıklaması, nasıl bir devlet zihniyetiyle karşı karşıya olduğumuzun göstergesidir. Dönemin başbakanı Tansu Çiller'in, "Devlet oradadır. Otelin etrafını saran vatandaşlara hiçbir zarar gelmemiştir. Onlardan ölen ve yaralanan yoktur" ifadesi, devletin yakanları vatandaşı, yananları ise düşman gördüğünün itirafıdır. Aynı şekilde dönemin Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral'ın, "olayda örgüt yok, tahrik var" açıklamasıyla olayın failleri ve ardındaki güçlere ilişkin soruşturmayı nasıl saptırdığını göstermektedir.Bu noktada özellikle anımsanmalıdır ki Sivas katliamı, devletin meşru görmediği inanç, etnik kimlik ve siyasal görüşlere ilişkin değişik zamanlarda yinelenen uygulamaların yinelenen örneklerinden biridir. 6-7 Eylülde İstanbul'da, 70'li yıllarda Maraş'ta, Çorum'da, Erzincan'da yaşanan provokasyon ve katliamlar, 90'lı yıllarda Cizre'de, Şırnak'da, Gazi Mahallesinde ve Sivas'ta yinelenmiştir. Tüm bu ve benzeri daha pek çok katliamda saldırganlar farklı farklı olsa da olaylar arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır: Hepsinde saldırının hedefi resmi kimliğin dışında kalanlardır, saldırganların engellenmeyerek katliama çanak tutulması, ardından da olayın üstünün örtülmesi veya sadece bir kısım piyonun cezalandırılmasıyla yetinilmesi hepsinin ortak özelliğidir.Bu gerçeğin ışığında, pek çok insanın kafasında yanıt bekleyen soruyu, bu 10. yılda özellikle soruyoruz: Sivas katliamı, Mehmet Ağar'ın, "bin operasyon yaptık" dediği operasyonlardan biri değil midir?