Yeni Şafak, 22 Kasım 2001
ABD, 11 Eylül'ü, dünyaya silâh gücüyle nizam verme niyetini gerçekleştirme fırsatı olarak kullanıyor. Körfez Savaşı'nın ardından petrol zengini Ortadoğu bölgesine askerleriyle kurulmuştu; şimdi de, Pakistan, Özbekistan ve hatta Afganistan'a asker yerleştirecek. Bunu gözlerden saklamak için de bir sis bombası kullanıyor: 'Teolojik' tartışmalar...
İslâm Dünyası'nın sorunları yok mu? Elbette var. Geri kalmışlığın egemen olduğu bir coğrafya İslâm Dünyası. Kalkınma bir sorun, gelir adaletsizliği de; 'kadın' konusuna nasıl yaklaşacağını bile bilemiyor bu dünyanın insanları... Başa gelenler ile inanç dünyası arasındaki irtibatın sorgulanması korkutuyor; yanlışlığın inanç sistemi üzerinde kalması daha tehlikesiz sanki. Her konuya 'iktidar' odaklı politika penceresinden bakılan bir dünya burası. Elde reçete, iktidara gelince sorunların çözüleceğine inanılıyor; bu kolaycı yaklaşım sahiplerinin, kendinden öncekilerin yaşattığı hayal kırıklığını tekrarlaması kaçınılmaz oysa...
Etrafınıza, geniş çevrenize, ekranlardan evlere ulaşan uzak görüntülere bakın; yürek ferahlatıcı, umutlandırıcı örnekler görebiliyor musunuz? İnançlı bilinen, ya da kendini öyle tanımlayanlarla inanç düşmanlarını birleştiren tek bir nokta var bu coğrafyada: Başarısızlık ve seviyesizlik... Sanki kısır topraklar üzerinde yaşıyoruz; kendiliğinden bir şey üremiyor, üretmeyi başarabilen de yok...
Kendilerini inanç dünyası içinde kabul edenler, 'iktidar' odaklı politikaların çıkmaz sokak olduğunu görmek zorundalar. Afganistan'dan başlayarak hemen her ülkede, dozajı ülkenin şartlarına göre farklılaşabilen ama temelde hepsi de vahim olan yanlışların arkasında o politik anlayış yatıyor. Din, inançlar, her şeyden önce birer 'mükemmel insan üretme projesi' sayılabilirler; 'mükemmel' olmasından vazgeçtik, başkalarının gönlünü açan pek az 'çağdaş örnek' çıkıyor dindarlar arasından... 'Dindar' sıfatıyla asla biraraya gelmemesi gereken, yobaz, dönek, bencil ve hasta tipler genel kural halinde. Kadını ve çocuğu hakir gören, herkese 'kullanılacak bir meta' gözüyle bakan, istismardan çekinmeyen ve maddeden başka değer tanımayan bir 'mâneviyatçı' tipi ile karşı karşıyayız. Çirkin, pis, seviyesiz, beceriksiz, hazımsız, insafsız, üstelik maddeci bir 'mâneviyatçı'!
Bu tiplerin ön planda durduğu bir dünyanın sorunsuz olacağını elbette düşünemeyiz. İslâm Dünyası, mâneviyat yoksunluğunun sakatladığı zihinler ile iktidar odaklı politikaların kirlettiği bir dünya. Öyle olmasaydı, bugünün egemenleri ile ezilenleri yer değiştirirlerdi. Ezik ve zelil halde olan İslâm Dünyası...
Viyana bozgunundan beri, bu dünya, sürekli kendini savunmada; bunu da iyi beceremiyor. Her görüşün rahatlıkla tartışılabileceği, kimsenin düşünceleri yüzünden kınanamayacağı, "Farz-ı muhal" denilerek Allah'ın varlığının bile sorgulanabileceği özgür bir zihniyet dünyası gitmiş (ya da hiç gelmemiş), "Söyletmen, vurun" mantığı genel kurala dönüşmüş... Böyle olunca da, geriliğimizin sebeplerini bütün boyutlarıyla tartışamıyoruz; "İslâm suçlu" diyenlere yürek soğutma fırsatını kendi elimizle bahşediyoruz...
Hastalıklarla malul, ezilen, izzeti kırılan İslâm Dünyası, ancak kendisini geri bıraktıran sebepleri bütün açıklığıyla tartışıp tedbirler alarak geleceğe başı dik yürüyebilir. Bugün içinde debelendiği fikrî tıkanıklığı, canlı bir tartışma ortamı içerisinde gerçekleştireceği sorgulamalarla aşmak zorunda bu dünya...
Aksi halde, başkalarının siyasi projeleri, İslâm Dünyası'nı bir daha başını kaldıramayacağı zorluklara veya geniş kapsamlı, kitlesel bir 'ilhad' (dinden çıkma) yanlışlığına sürükleyecektir. Askerî güç de kullanarak bütün dünyayı tek örnek bir nizama kavuşturma çabası başarılı olursa, bu proje içerisinde yer alacakların 'din' hânesinin karşısında "İslâm" yazmayacağı çok açık...
Kapımıza dayanan tehditler, bizi, bugüne kadar sorgulamadan geldiğimiz genel kabullerimizi hiçbir sınır tanımaksızın yeniden gözden geçirmeye sevk ediyor. Bunu beceremediğimiz taktirde, daha en başında, bu yüzyılın harcananları arasında yerimizi almış olacağız.
Dışarıdan zorlanan 'teolojik' tartışmalar gerçekleri gözlerden gizlemeyi amaçlayan bir sis bombası, buna hiç kuşku yok; ancak "Bize ne oldu?" sorusuna cevap aramaya bir an önce başlamazsak bütün değerlerimizi kaybetme tehdidi altına düşeceğimizi de unutmamalıyız.