Şiddetin sarkacı

-
Aa
+
a
a
a

17 Ağustos 2011Taraf Gazetesi

Çatışmalar sürüyor, şiddet artıyor, gerilim yükseliyor.  İşlerin daha kötüye gideceğine dair sinyallerde de çoğalma var. PKK’nin eylemlerini yoğunlaştırması ve Başbakan’ın buna tepki olarak yaptığı sert konuşma, bu sinyallerin en önemlileri.

Bütün bunlar, barışçıl çözüme yönelik bir “müzakere süreci”nin işlediği ve giderek derinleştiği sanılan bir dönemde oluyor. Müzakere süreci denince de, akla hemen Öcalan’la devlet heyeti arasında gerçekleşen görüşmeler geliyor. Öcalan, “tarihî bir anlaşma”nın eşiğine gelindiğini açıklamasına ve hükümet de bunu açıkça yalanlamamasına rağmen, çok kısa sayılabilecek bir zaman zarfında bu hava dağılıyor; yerini tam tersi bir atmosfere bırakıyor. Öcalan, hem örgütüne hem de devlete/hükümete ağır ithamlarda bulunarak devreden çıktığını söylüyor; devlet/hükümet de, Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesini engelleyerek, onu şimdilik fiilen devre dışı bırakıyor.

Bu tabloyla ilk kez karşılaşıyor değiliz. Daha önce de, başka şekillerde olsa bile, benzer savrulmalara defalarca tanık olduk.

Sarkacın savaş ile barış arasında böylesine hızlı ve sarsıcı biçimde savrulmasının çok çeşitli sebepleri var. Bunlardan bir tanesi ve fakat bana göre en önemlisi, “müzakere” kavramında yatıyor.

Bir kere, “müzakere” denen şeyin esasının ve boyutlarının yeterince anlaşılmadığını düşünüyorum. Kürt sorunu gibi, güçlü ve etkili bir silahlı örgütün var olduğu etnik temelli çatışmalarda, silahların ebediyen susmasını sağlamak, en hayati meseledir. Dünya tecrübeleri, bunun için başvurulabilecek yöntemlerin iki ana grupta toplandığını gösteriyor. Biri zor ve şiddet; diğer ise müzakere!

Silahlı örgütü zor ve şiddetle “tasfiye etme”nin en radikal örneğini Sri Lanka oluşturuyor. Bu örnekte devlet, Tamil Kaplanları’nı toptan imha etmek için bütün savaş imkânlarını kullandı. Görünüşte başarılı da oldu; zira örgütün binlerce silahlı militanını öldürdü, savaş gücünü neredeyse sıfırladı.

“Sri Lanka modeli”, aslında bu tür sorunlar yaşayan devletlerin hepsinin gizli ya da açık “ideali”dir. Ancak ilk defa bu ülkede açıkça denendi. Bu yöntemin başka ülkelerde bu çapta denenmemesinin başlıca sebebi, siyasal ve toplumsal maliyetinin çok ağır, geri tepme ihtimalinin de epeyce yüksek olmasıdır.

Peki, bunları göze alan Sri Lanka devleti, arzuladığı sonuca gerçekten ulaştı mı? Uluslararası literatüre yansıyan araştırmalara ve tartışmalara bakıldığında, buna olumlu cevap vermek mümkün görünmüyor. En fazla devletin “geçici bir zaferi”nden söz edilebileceği yönünde yaygın bir kanaat mevcut. Sri Lanka’daki durumu, mezarlığa dönüşmüş, bin yıllık nefretin ve kinin tohumlarının ekildiği toprakların ölümcül sessizliği olarak nitelemek mümkün.

Şimdi Sri Lanka’yı Türkiye’ye model olarak önerenler bir bir veya topluca sahne alıyorlar. Bunlara, ucundan kıyısından kulak kabartanlar, önce Sri Lanka’yı iyi incelesinler, sonra da Türkiye’ye daha dikkatli baksınlar! Akıl ve vicdan sahibi olanların, görecekleri tablodan ürpereceklerine inanıyorum, daha doğrusu inanmak istiyorum.

Silahlı örgütü zor ve şiddetle tasfiye etme yönteminin bir başka ünlü örneği İsrail’dir. İsrail devleti, 1970’lerde FKÖ’ye, sonrasında Hamas’a karşı her türlü kirli savaş aracıyla imha yöntemine başvurdu, bunu hâlâ sürdürüyor. Söz konusu örgütlerin liderlerine ve kadrolarına suikastlar düzenlemek, bu araçlar arasında önemli yer tutuyor.

Bu yöntem de, benzer sorunlar yaşayan devletlerin “idealleri”nden sayılır. Türkiye’de de öteden beri bunun heyecanla gündeme getirildiğini biliyoruz. Bu yöntemde veya İsrail’in politikalarında bir çıkış yolu arayanlara söyleyecek fazla bir şey yok! Sadece İsrail’in ne kadar başarılı olduğuna baksınlar ve İsrail gibi bir devlete sahip olmak isteyip istemediklerini kendilerine sorsunlar, yeter!

Bu iki uç ve ünlü (daha doğrusu meşum) örnek, silahları susturmak için başka yollar aramak gerektiği konusunda çarpıcı dersler içeriyor. Bu “başka yolları” deneyen olumlu/başarılı örnekleri de katarsak, “müzakere”nin önemini daha iyi kavrayabiliriz.

Burada müzakere derken, silahları susturmak için silahlı örgütle doğrudan ve/dolaylı görüşmeleri de içeren çok katmanlı bir faaliyeti kast ettiğimi belirteyim. Temeldeki sorunun çözümüne yönelik müzakerenin bununla bire bir örtüşmediğini de ekleyeyim Bu mevzunun ayrıntılarını başka bir yazıya bırakarak, şimdilik şu kadarını söyleyeyim:

Silahların kesin ve kalıcı bir şekilde susmasını, yani teknik tabirle örgütün silahsızlandırılmasını hedefleyen bir müzakere sürecinin gerçekten başladığından söz edebilmek için, örgütün de devletin de istedikleri sonuca silahla varamayacaklarını kabul etmeleri gerekiyor. Sanki Türkiye’de bu noktada bir mutabakat varmış gibi görünüyor. Zira bu savaşın nihai bir galibinin olamayacağına inandığını söyleyen çok geniş bir çevre var. Lakin burada gözden kaçırılmaması gereken ince bir çizgi var. Öyle anlaşılıyor ki, her iki taraf da, silahla hiçbir şey elde edemeyeceklerini kabul etme noktasından uzaktalar. Yani her iki tarafta da, silahla bir şeyler elde edilebileceğine dair inanç henüz kırılmış değil. Savaşla barış arasındaki savrulmalarımızın en önemli sebebi de bence budur! Bu durumun muhtemel sonuçlarını ve bu açmazdan kurtulmanın imkânlarını tartışmaya devam edeceğiz, hep birlikte...