Savaş tamtamları ve AKP

-
Aa
+
a
a
a

6 Şubat 2003Ali Bayramoğlu

Gidişat endişe verici... Savaş kokusu yayılıyor... İki gün önce de böyle diyor, Türkiye açısından şunları ekliyorduk :

"Barış konusudaki çabalarına, ABD isteklerine yönelik direncine rağmen AKP hükümeti bile, son Milli Güvenlik Kurulu toplasından ve dün yapılan Baykal-Gül görüşmesinin ardından, (tedbir niyetiyle de ya da her alternatife hazırlık amacıyla da olsa), TMBB'den yurtdışına asker yollama ve yurtdışından asker alma yetkilerini isteyecek. Bu, "savaş tamtamları"nın daha hızlı çalmasından öte bir şey değildir... "

Savaş tamtamları dünden, Tayyip Erdoğan'ın açıklamasından itibaren hem Türkiye hem bölge için daha hızlı çalmaya başladı.

İlk bakışta Erdoğan'ın AK'nin grup toplantısında, milletvekillerinden hükümete yetki konusunda fire verilmemesi istediği, bu tutumunun hükümetle uyumlu ve hükümetin daha önceki politikalarına uygun olduğu düşünülebilir.

Ancak konuşmanın içeriği ve tonu böyle dünüşülmesi için hiç açık kapı bırakmıyor.

AKP lideri "Türkiye'nin savaş denkleminin içinde bulunması gerektiğini" söylüyor ve ekliyordu: "Harekatın başında denklem dışı kalınırsa, harekatın sonunda gelişmeleri yönlendirmek konumda olmak mümkün olmayabilir... "

Bu açıklama "Türkiye'nin Irak siyasetinde ciddi bir kırılma yaşandığını göstermekte" ve Erdoğan'ı Körfez Savaşı'nda Özal'ın konumuna taşımaktadır.

Özellikle "TBMM'nin vereceği yetki konusu, yurtdışına asker yollama ve asker alma izni bir tedbir olmaktan çıkmış savaşçı bir politikanın aracı haline dönüşmüştür. "

Ülke halkının yüzde 90'nın savaşa karşı olduğu bir ülkede böyle bir kararı almak, ABD'nin Ortadoğu'yu dizayn etme çabasından pay kapılacağını beyhude bir şekilde ummak, ülke bütünlüğüne işaret ederek ABD'den geleceği varsayılan tehditler etrafında hareket etmek tümüyle yanlıştır. Korkulan gelişmelerin gerçekleşmesini ortadan kaldırmayacak, tersine hızlandıracak bir faktördür.

Erdoğan'ın mantığıyla düşünülecek olsak bile yanlış aşikardır:

Bir kere ABD Türk askerini Kuzey Irak'ta istememekte ve Türk ordusunun desteği reddetmektedir. Bunun Türkiye'nin Güneydoğu'sunda fiili durum yaratması ciddi bir ihtimaldir. Bu durumda pay alınmaz, pay kaybedilir. Ve bu tür ilişkilerde tehdide boyun eğen, her boyun eğişle biraz daha taviz vermek zorunda kalır.

Erdoğan'ın adımı bu çerçevede belirttiğimiz üzere hem beklentileri hem getireceği kayıplar açısından tam bir "Enver Paşa sendromu"dur.

Siyasi sorumluluk açısından da ortada ciddi bir tablo var. Şu gözardı edilemez:

Irak'a yönelik saldırı planlarında Kuzey Cephe'nin açılması zorunluluğu ve Türkiye'nin buna karşı direnmesi, ABD için BM kararından bile daha etkili bir unsurdu, engelleyici ve geciktirici bir husustu. Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları ve muhtemelen bunu takip edecek karar ve uygulamalarla savaşın önünde hiçbir engel kalmamış, Türkiye hızlandırıcı ve meşrulaştırıcı bir rol üstlenmeye soyunmuştur. Daha öte yeni Roma İmparatorluğu'nun payandası olmayı kabul etmiştir.

Bu politika değişikliği Gül-Erdoğan işbirliğinin sonucu olsa bile, ikisi arasındaki farklı yöntemlerin dışı vurulmasının ifadesi olarak değerlendirilecektir. Zira görüntü odur ki, Erdoğan'ın yaptığı konuşma sadece milletvekillerini ikna konuşması değil, "siyaset, hükümet ve Gül üzerine ağırlık koyma konuşması"dır. Nitekim Erdoğan AKP'nin tavrını değil, hükümetin, yasamanın tavrının temel unsurlarını belirlemiş, gerekirse Başbakan'ın yapması gereken tarz bir konuşma yapmıştır.

Bunlar bir yana, kritik sorulardan birisi de şudur:

Partisinin seçimleri kazandığı ilk günden itibaren "bizi BM kararı bağlar" diyen, bunu Gül'ün de sık vurgulamalarıyla bir hükümet politikası haline dönüştüren Erdoğan, neden BM kararını beklememiş ve tavır değiştirmiştir?

Bu sorunun yanıtını önümüzdeki günler verecek...

http://www.yenisafak.com.tr/abayramoglu.html