6 Ağustos 2006Orhangazi Ertekin
'Liberal hukukun zaferi mi?' başlıklı yazıma N. Türküler Işıksel tarafından 'Liberal hukukun savunması'yla güçlü bir karşılık verildi. Işıksel'in, kalitesini her an koruyan niteliği bir kenara konulduğunda, yazısının asıl imtiyazı şuradan geliyordu: Tartışmayı, hukuk devleti veya insan hakları hukukunun "karşı konulamaz" geçerliliklerinden itibaren kolaylıkla üstlenmek yerine güncel, ama bir o kadar zor ve çetrefil bir konu olan uluslararası hukuk üzerinden karşılamayı yeğliyordu. En azından yazının kendi endişelerini ilan ettiği ilk bölümde bu umut güçlü sorularla geliştirilmişti. Buna karşılık, uluslararası hukuk üzerinden sorulan kuramsal soruların kendi avantajlarını aniden hukuk devletinin güncel geçerlilikleriyle değiştirmeye kalkışması, yazının kendi başarısının sonuçlarına kadar ilerleyip ilerlemediği konusunda bir şüphe yaratıyor. Işıksel'in yazısının geneline bakıldığında, liberalizmin "savunulması"ndan çok "tercih edilmesi" yolunun seçildiği anlaşılıyor. "Liberal savunma", Nazilerle kurulan bir tarihsel mukayeseye eşlik ettiği ölçüde anlamlı hale geliyor. Liberalizmin içinden kuramsal bir konum almaktansa Nazi resimleriyle ürken okuyucuyu liberal hukukun bir zaruret olduğuna ikna etmeye çalışıyor ve bunda hiç zorlanmıyor. Yeni sol kuramsal konumların Schmittyen tezlerce zehirlenmesi tehlikesi karşısındaki içerden kaygısı da buna eklendiğinde Işıksel'in vurgularının, "liberalizm savunması" içeriğinden kurtularak pratik bir "kurtarma sözlüsü"ne doğru dönüştüğü görülüyor. Naziler ve liberallerden ibaret iki seçimlik "gerçek" arasındaki karşı konulamaz ve tadına doyulmaz bir soruyla bizi yüz yüze bırakıyor: Neyi istemeliyiz? Geçmişin Nazi tecrübelerini yenilemeyi mi? Yoksa bugünün liberal hukukunun hukuk-politika ilişkisinin kaçınılmaz çelişkisinde nispeten yönetilebilir olan güncel denge ve tarihsel konforunu mu? Bu sorunun gerçek bir cevap beklediğinden kuşkuluyum. Çünkü bize yalnızca kendi başına "somut gerçek"leri sunuyor ve bunların teorik alandaki bir sorunu çözmesini istiyor. Dahası bu "gerçeklerin" hukuka liberal bakışı savunmalarını bekliyor. Işıksel birbirine alternatif kavramların "somut gerçek" karşısındaki imtihanını sınamak yerine bize "saf" ve "çıplak gerçek"leri gösteriyor. Asıl olarak hukuk devleti ve hukuka liberal bakış konusuna döneceğim ama geçerken şu Althusseryen cevabı bir kez daha hatırlamalıyız: "... modern epistemolojinin analizleri, 'somut olguların' hiçbir zaman kavramların karşısına konamayacağını gösteriyor..." (Poulantzas)
Hukuk devleti istiyoruz! Yukarıdaki gibi seçimlik bir soruya maruz bırakılan her canlının sonunda "hayatta kalma"yı seçeceği kesindir. Hele Türkiye gibi bir ülkede yaşayan bizler "ipten ve kazıktan kurtulmuş o şeyin" neye benzediğini kestirmekte hiç zorlanmayacağımızdan bize uzatılan "kadife" eli tutmaktan nasıl imtina edebiliriz ki? Işıksel'in belirli ölçüdeki haklı endişelerini gidermek için şunu açıklıkla ilan edebiliriz: "Hukuk devleti istiyoruz!" Ama Işıksel'in analizlerinin geneline hakim olan bir ayrımın tersine hukuk düzeninin gerçeklikle bağının analiz edilmesine uygun bir kuramsal konum ile beraber! Işıksel'in Schmitt hakkında çok aceleyle sarf ettiği sözlere rağmen Schmitt için bile bu konuda bir sorun yoktur. Schmitt bir romantik değil, gerçekçidir. Bu itibarla da zannedilenin tersine "hukuk düzeni"ni bertaraf etmek yerine sorunlarını devralmak yolunu seçti. Işıksel'in Schmitt hakkındaki tespitlerini belirli bir metanet içinde sarf etmeyi seçersek eğer kabullenmek mümkündür. Tıpkı "evrensel değerlere dayalı liberal hukuk", "eşitlik ve özgürlük ilkelerine bağlı hukuk" vb. gibi büyülü ifadeleri bugün tarihsel bir müzakerenin konusu olarak kaldığı sürece kabul etmemiz gerektiği gibi. Fakat gelin burada yapacağımız tartışmayı etrafı saran şu masalsı tonundan veya trajik-korkutucu öykülerin ürküntüsünden, abartılı soslara bulanmaktan kurtarıp normalleştirelim ve yerli yerine oturtmayı deneyelim. Çünkü sorun sevdiğimiz veya korkutulduğumuz öykülerin ötesindeki gerçek bir yerde duruyor. Ben bunun için öncelikle Işıksel'in analizine de eşlik eden bir liberal ayrımın temel sorununa işaret etmeye çalışacağım.
Hukukta liberal analizin sorunu Işıksel, uluslararası hukuk üzerinden Schmitt'i anlamak için bir ayrımı ısrarla takip ediyor. "Liberal uluslararası hukukun yükselişi"ne yönelik Schmittçi itirazın, politik iradeyi (ulus-devlet) kısıtlaması gibi kategorik bir nedenden mi yoksa uluslararası güç ilişkilerinin hukuk yoluyla herkesten saklanmasından mı kaynaklandığını sorgulamaya çalışıyor. En sonunda ise takip ettiği ayrım karşısında Schmitt'in düşüncelerini "belirsiz" buluyor. Fakat bu ayrımın kuruluş biçimi gözönüne alındığında Schmitt'i anlamak için açılan teorik çerçeve o kadar yanlış bir yönde kullanılıyor ki, Schmitt'in yaklaşımının yine kendisi kullanılarak ihlal edilmesine varıyor. Bu, Schmitt'i öğrenmek için Kant'ı okumak gibi bir şey. Daha açık biçimde söyleyelim: Schmitt zaten bu ayrımın liberal kesinliğini eleştirmiş ve Işıksel'in normatif hukuk ile gerçek güç ilişkileri arasında belirsiz bulduğu noktayı teorik açılımının temeline yerleştirmiştir. Yani, hukukta liberal yaklaşımın normatif alan ile gerçeklik alanı arasında açtığı ayrımın aşılması gerektiğini, liberal hukukun kendi dışına terk ettiği gerçekliğin de içeriye çağrılmasının şart olduğunu söyler. Bu durum iki şeyi açığa çıkarır. Birincisi Schmitt'in uluslararası güç ilişkileriyle uluslararası hukuk arasındaki mekanik bir ayrımla yerli yerine oturtulması çabasının sonuçsuzluğunu, ikincisi ve asıl önemli olan nokta ise hukuka liberal yaklaşımın bizim hayatımızı yalnızca kendi kendisine ait olan "gerçekdışı" bir oyunla kapattığını gösterir. Gerçekte yaşananlar hukuk düzeninin tatlı hülyalarını hiçbir zaman bozamazlar. Liberal hukuk teorisinin, "hukuk düzeni"nin kendi sınırları dışında bir hukuksallaştırma problemi olamayacağı anlamına gelen, devlet ve hukuk özdeşliği iddiasıyla, hukuk-siyaset ilişkisinin yenileştirici imkanlarına kapanmasının sebebi budur. Gerçekliğin bir "hukuk" olmaktansa bir "tarih" ve "sosyoloji" olarak bırakılması, bütün bir topluma vaat ettiği "hukuki düzen"in somut ihlalleri ve bunların yarattığı tüm sorunları dışarıya devretmesine yarıyor. Sonra karşımıza geçip bütün masumiyetiyle söyleyin bakalım hangisi daha iyi, faşistler mi, yoksa biz liberaller mi diye sorabiliyor. Hukuk düzeninin dışarısı ile ilişkisini hukuki bir sorun olmaktan çıkartmak, hukuk ile siyaset arasındaki sınırları yok etmek anlamına gelir. Kendini Nazi yıkımıyla karşılaştırarak övünen liberal yaklaşımın bugünün acil sorunlarıyla yaşadığı yüzleşmeler bize onun "masumiyeti" konusunda çok şey anlatabilir. Işıksel'in bize sunduğu "gerçeklere" karşı galiba hemen önümüzde duran "somut gerçek"lerden bahsetmek gerekiyor ki, bugün özellikle ABD, İngiltere, Almanya, İsrail mahreçli terörle mücadele yasalarının bütün dünyayı nasıl kasıp kavurduğunu, liberallerin hukuk devletlerinin hemen yanıbaşında duran ve "geçici" terörle mücadele yasalarından güç alarak büyüyen Guantanamo, Uçan Cezaevleri ve 1970'lerdeki TREVİ gruplarından bu yana Avrupa'daki "teröre karşı işbirliği" tasarruflarının nasıl yan yana yaşayabildiğini akla getirmenin sırasıdır. Liberallerin "geçici" bir durum olarak bize hediye ettikleri bu yasaların artık bütün dünyayı bir "toplama kampı"na çevirdiğini, Avrupa Konseyi ve AB'nin söyleyebildiği tek şeyin ise, hukuk devletinin dışına çıkışın kendince "yumuşak" bir hale getirilmesinden başkası olmadığını biliyoruz. Bence yüzleşeceğimiz asıl mesele işte buradadır! ORHANGAZİ ERTEKİN: Yargıç, Yerköy-Yozgat