16 Nisan 2006Tarık Ziya Ekinci
Çağımızda, toplumsal sorunların çözümünde şiddet bir araç olmaktan çıktı, yerini barışçı uzlaşma yöntemlerine bıraktı. Uğrunda savaşım verilen dava ne kadar haklı, ne kadar kutsal olursa olsun, çözüm için şiddete başvurmayı meşru ve haklı kılmıyor artık. Şiddetin meşruluğunu yitirmesi salt ahlâki bir sorun değildir. Üstün güç sahiplerinin de, şiddet kullanarak siyasal sorunları aşmaya muktedir olmadıkları biliniyor. Şiddet halk yığınlarına acı, gözyaşı ve yıkım getirmekten öteye hiçbir yarar getirmediği gibi, üstelik, ihtilafları derinleştirir, çözüm yerine çözümsüzlük getirir. Bu gerçekler, hafızalarda tazeliğini koruyan yakın tarihin olaylarıyla kanıtlandı. IRA'nın İngiltere ile giriştiği silahlı çatışma 40 yıl sonunda ateşkes kararı ve uzlaşmayla sonuçlandı. ETA'nın İspanya'ya karşı yürüttüğü şiddet hareketi de ateşkes kararından sonra uzlaşma yoluna girdi. Dünyanın en büyük askeri ve teknolojik gücüne sahip olan ABD yıllar süren Vietnam savaşında on binlerce kayıp verdikten ve bu ülkeyi harabeye çevirdikten sonra uzlaşarak çekilmek zorunda kaldı. Keza, dünyanın ikinci büyük askeri gücüne sahip olan Sovyetler Birliği de Afganistan'da, arkasında acı ve gözyaşı bırakarak, aynı akıbete uğradı. ABD bugün Irak'ta halka büyük acılar yaşatan bir savaş batağına saplanmış çıkış yolu arıyor. Sonuçta tası tarağı toplayarak kaçmak zorunda kalacak, ama geride büyük bir yıkım bırakarak... PKK'nin 1984'ten beri aralıklarla yürüttüğü şiddet hareketi de öncelikle Doğu ve Güneydoğu'da olmak üzere Türkiye'de büyük can ve mal kaybına yol açtı, güvenlik güçlerince başvurulan karşı şiddetin de katkısıyla bölgede 4000'den fazla köy yakılıp yıkılarak boşaltıldı ve 400 bin aile yerinden yurdundan koparılarak göçe zorlandı. Beş yıl süren bir sessizlik döneminden sonra yeniden başlayan PKK'nin şiddet hareketi, bölge insanının büyük acılar çekmesine neden olan ve toplumda uzlaşmaz derin karşıtlıklara yol açan bir süreç başlattı.
Milliyetçi siyasetlerin baskısı PKK'nin hiçbir yarar getirmeyen bu yeni şiddet hareketinin son bulması bölge halkının ve tüm Türkiye'nin yakıcı bir istemidir. Şiddetin devamında çıkarı olan savaş tacirlerinin kışkırtıcı etkisinden kurtulmak ve aklın yolunu seçmek gerekir. Kürt sorununun çözümü demokratikleşmededir. Başbakan Erdoğan, Türkiye'nin AB'ye üye olmasından ve ülkenin demokratikleşmesinden yanadır. İktidara geldiği günden başlayarak anayasada ve kimi temel yasalarda demokratikleşme yönünde önemli değişiklikler yaptı. Kürt sorununu da evrensel normlarda çözme iradesini ortaya koydu. 10.08.2005 günü kendisini ziyaret eden bir 'aydın grubuna' hitaben yaptığı konuşmada 'Kürt sorununun' varlığını kabul etti ve "İnşallah bizde de bu sorun İrlanda'da olduğu gibi biter" dileğinde bulundu. İki gün sonra yaptığı Diyarbakır gezisinde "Türkiye'de Kürt sorunu vardır. (...) Devlet geçmişte hatalar yaptı. Geçmiş hataları yok saymak, büyük devletlere yakışmaz, büyük devlet günahlarını masaya yatırarak geleceğe yürür, geçmiş davalarla geleceği ipoteğe almamak lazım. (...) Kürt sorunu daha çok demokrasiyle, daha çok vatandaşlık hukukuyla, daha çok refahla çözülür" dedi. Şemdinli ziyaretinde de "Türkiye Cumhuriyeti şemsiyesi altında altkimlikler vardır" diyerek çokkültürlülük kavramına gönderme yaptı. Bunlar son derece cesur ve umut verici adımlardır. Ne var ki, Türkiye'de bu açılımlara uygun dönüştürücü adımlar atmak kolay değil. Başbakan ve AKP hükümeti, militarizme dayalı şoven milliyetçi siyasetlerin ağır baskısı altındadır. Öncelikle ana muhalefet partisi CHP, hükümetin AB normları çerçevesinde giriştiği her demokratik atılıma, teslimiyetçilik, bölücülük, milli bütünlüğü bozma, Türklüğü tahrip, Kıbrıs'ı peşkeş çekme vb. demagojik suçlamalarla karşı çıkıyor. MHP, DYP, ANAP gibi sağ partiler yanında, ulusalcı sol partilerin oluşturduğu Kızılelma ittifakı, Türk Solu çevresi, Emekli Generaller Derneği, İkinci Kuvayı Milliyeciler vb. sivil toplum örgütleri, kimi 'Atatürkçü' sol gazeteler elbirliği içinde Başbakan'ı aynı suçlamalarla bunaltıyor ve demoralize ediyorlar. Bunlara ek olarak militarist cepheden, MGK'dan ve Cumhurbaşkanlığı'ndan gelen engelleyici davranışlar Başbakan'ı dönüştürücü kararlar alamaz, iş yapamaz konuma getirdi. Başbakan ayrıca, milliyetçi kışkırtmalara kapılan AKP içindeki kararsız unsurlardan gelen baskıları da göğüslemek zorunda.
Başbakan'ın yanılgısı Bu çok yönlü saldırılar karşısında yeniden iktidara gelme kaygısına kapılarak soğukkanlılığını kaybeden Başbakan, daha çok demokratikleşmeyle halk yığınlarını kazanma yerine muhalefetin tuzağına düşüp onlarla şoven milliyetçilik yarışına girdi. Türkiye'de demokrasi güçleri dağınık ve etkisizdir. Bunların bir bölümü de iktidarı hedef alan antilaik suçlamalar karşısında ikircimlidir. Başbakan ve AKP hükümeti, muhalefet cephesinin ağır saldırıları karşısında tek başına kaldı. PKK'nin silahlı eylemleri de muhalefetin saldırılarına güç katıyor ve hükümeti demokrasi karşıtı adımlar atmaya zorluyor. Demokrasiyi sınırlama konusunda zorlanan hükümet, muhalefetten ve güvenlik güçlerinden gelen baskılara ancak bir yıl dayanabildi. Artan PKK eylemleri karşısında yeni bir antiterör yasası ile demokratik hak ve özgürlükleri istemeyerek de olsa sınırlamak zorunda kalıyor. Unutmamak gerekir ki, demokrasi en çok Kürtler için gereklidir. Kürt ulusal demokratik hareketi de, demokrasinin hem öznesi hem de güvencesidir. Bu nedenle muhalefet cephesinin ve militarist güçlerin baskıları karşısında iktidarı desteklemesi gereken bugünkü tek etkin güç Kürt hareketidir. Kürtler AKP iktidarının demokratikleşme çabalarına destek olmak için elbirliği yaparak PKK'nin ateşkes kararı almasını sağlamalıdır. Bunun sayılamayacak kadar çok yararı vardır: - Her şeyden önce akan kan duracak, ekonomik ve sosyal yaşam canlılık kazanacak, - Şiddete tapan ve savaş çığırtkanlığı yapanların sesi kesilecek, - Başbakan Erdoğan demokrasi karşıtlarının baskısından kurtulacak ve Kürt sorunu için geliştirdiği projeler meşruiyet kazanacak, - Türkiye'nin AB üyeliği için yapılan müzakereler hızlanacak ve demokratikleşme yolunda yeni adımlar atılacak, - Zamanla toplumsal barış gerçekleşecek ve yasal siyasal mücadelenin önü açılacak, - Demokrasi güçleri etkinlik kazanacak ve aydınların barış mücadelesi artarak yükselecek, - Ayrıca, tüm dünyada bir terör örgütü olarak tanınan PKK, salt terör için terör yapan bir örgüt olmaktan kurtulacak, giderek sivil yaşamın bir parçası haline gelecek, Bu nedenlerle, Türkiye'nin tüm barış ve demokrasi güçlerini, Kürtler adına siyaset yapan partileri, kültürel ve sosyal çalışmalar içindeki örgütleri, vakıf ve dernekleri, etkin meslek örgütlerini, barış ve demokrasiden yana olan bireyleri, yazarları, 'benimle birlikte', PKK'yi derhal, koşulsuz ve süresiz olarak silah bırakmaya ve yurtdışına çıkmaya çağırmalarını öneriyorum.