10 Mart 2005
Haftalardır Batılı bir koro, sözde Irak savaşının tetiklediği Ortadoğu'daki özgürlüğün yeniden doğuşunu kutuluyor. Tony Blair, karanlıkta kalmış Müslüman diyarlara demokrasi getiren ve Amerika'yla İngiltere tarafından teşvik edilen bir değişim dalgasının müjdesini verdi.
Mısır ve Suudi Arabistan gibi diktatörlükler Amerikan baskısı altında demokratikleşirken, önce Filistinliler daha sonra da Iraklılar Batı'nın buluşu sayesinde sonunda kendi liderlerini seçme şansına eriştiler. Daha sonra sıra Lübnan'a geldi, eski başbakanın öldürülmesi, kısa zamanda Şam yanlısı hükümetin sonunu getiren, Suriye'nin askeri varlığına karşı, caddelerdeki protesto dalgasını tetikledi.
Son sırada ise, Ukrayna'daki Amerika destekli "Turuncu Devrim"i tamamlayan, demokratik "Sedir Ağacı Devrimi" ve George Bush'un bölgenin onun tarafında olması gerektiği çağrısını destekleyen halk gücünün fotojenik bir gösterisi vardı. "Lübnan'a özgürlük gelecek," dedi Bush bu hafta ve Suriye karşıtı protestoculara Amerika'nın onların yanında olduğu sözünü verdi. Dışişleri Bakanı Jack Straw'un bugün yapacağı bir konuşmayla Arap demokrasini destekleyen amigolara katılması ve solu, Amerikan karşıtlığı yüzünden statükoyu savunmaması için uyarması bekleniyor.
Bu peri masalı misali değişime ilk kararlı tepki Salı günü Beyrut'ta en az 500,000 kişinin – bazı haberler bir milyon kadar olduğunu bildirdi—güç durumdaki Suriye ile dayanışma göstermek ve Lübnan'a yapılan Amerika ve Avrupa müdahalesini reddetmek için sokaklara dökülmesiyle verildi. Hizbullah tarafından başlatılan Şii İslamcı hareketinin sayısı Suriye karşıtı protestoculara oranla belki 10'da 1'di. "Halk gücü" şölenin sahibi daha çok Hali vakti yerinde Beyrutlu gençlikken , Salı günkü göstericilerin çoğu Şii varoşlarından ve de yoksul olan güneyden geliyordu. Bush'un cevabı onları tamamen görmezden gelmekti. Sayıları ne olursa olsun, onlar göründüğü kadarıyla sakıncalı insan türüydüler.
Ancak Hizbullah gösterisi, Suriye'nin derhal geri çekilişiyle ilgili taleplerin arkasındaki ulusal birlik iddialarını yıkmaktan öte bir şey yaptı, Lübnan'da kendini "demokrasi yanlısı bir hareket" olarak tanımlayan yapının çürüklüğünü açığa çıkardı. Hıristiyan ve Dürzi azınlıklar tarafından yönetilen Suriye karşıtı protestolar aslında gerçek bir demokrasi için değil; geleneksel olarak imtiyazlı Hıristiyanlara parlamentodaki koltukların yarısını veren ve bir Müslüman'ın hiçbir zaman devlet başkanı olamayacağı anlamına gelen, yerleşik, çürümüş sistemle yapılan seçimler için çağrıda bulunuyor. Aynı noktayı vurgulamak istercesine, Suriye karşıtı protestoları destekleyen Hıristiyan Phalange Partisi'nden sağcı bir politikacı olan Pierre Gemayel, (milisleri, 1982 yılında Sabra ve Shatila'daki İsrael projektörleri altındaki 2,000 Filistinlinin katliamıyla tanınıyor), yakın zamanlarda oy kullanmanın sadece bir çoğunluk sorunu olmadığını, aynı zamanda oy kullananların "niteliğiyle" de ilgili olduğundan yakındı. Gerçekten demokratik bir seçim olsaydı, Gemayel ve yandaşları Hizbullah hükümeti tarafından silinirdi.
2000 yılında Israil'i Lübnan'dan çıkarma başarısıyla Arap dünyasında büyük bir prestij elde eden Hizbullah'ın nötrleşmesi, Suriye'yi Lübnan'dan atmak isteyen Amerikan kampanyasının amaçlarından biri. Amerika, Lübnan Parlamentosu'ndaki en büyük parti olan ve Lübnan'ın en büyük dini grubu Şiiler arasında öncü bir güç olan Hizbullah'ı ciddi bir şekilde nedenlerine inmeden terör örgütü olarak ilan etti; ancak Suriye üzerindeki baskının çok daha başka amaçları da var; Suriye'nin geri çekilmesi en son bağımsız olan Arap rejimlerinden birini zayıflatabilir ancak Lübnan'a Batı ve İsrail müdahalesinin geri dönüş yolunu açıp İran'ın manivela gücünü azaltabilir.
Suriye'nin Lübnan'a ilk müdahalesi aslında 1976'da iç savaş zamanında, Hıristiyan azınlığın gücü sayesinde, ülkenin demokratikleşmesini kısmen engellemek için bizzat Amerika tarafından desteklenmişti. Çoğu Lübnanlı Suriye'yi yabancı işgalci olarak görmese de Suriye'nin varlığı ve zorbalığı tepkilere neden oldu. Ancak Suriye'nin çekilmesi, ülkenin hassas barışını ciddi derecede etkileyecek bir boşluk yaratacak.
Açıkça Amerikan kampanyası, ya Lübnan'da ya da Esad rejimine en makul alternatifin radikal İslamcılar olduğu Suriye'de, demokrasinin teşvik edilmesi üzerine kurulu değil. Salı günkü resmi açıklamasında eleştirilere meydan okuyan Bush, "seçimlerin özgür ve adil olması" için Suriye'nin Mayıs'taki seçimler öncesinde Lübnan'dan çekilmesinde ısrar etti. Aynı durumun Lübnan dağlarındaki 14,000 Suriye askerine karşılık, 140,000 Amerikan askerinin sokaklarında gezdiği, işgal altındaki Irak'ta ya da işgal altındaki Filistin'de geçerli olup olmadığı henüz açıklanmış değil. İsrail'in Filistin ve Suriye topraklarından çekilmesini talep edenler 38 yıldır ihmal ediliyorken, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesi için çağrıda bulunan BM kararına neden derhal uyulması gerektiği üzerine yorum yapmak bile yersiz.
Ortadoğu'da bir demokrasi yürüyüşü olduğu iddiası düzmecedir. Yürüyüşte olan demokrasi değil, Amerikan ordusu. Ocak ayındaki Filistin seçimleri, Yaser Arafat'ın ölümünden dolayı yapıldı –Amerika ve İsrail Arafat'ın kesin kazanacağından emin olmasaydı daha da erken yapılırdı seçimler—ve 1996 örneğindeki gibi oldu her şey. Irak seçimleri televizyonlardan iyi görünmüş olabilir, Kürt ve Şii partilere pazarlık güçlerini geliştirmelerine olanak verilmiş olabilir ama milyonlarca Iraklı oy kullanamadı ya da kullanmak istemedi; önemli siyasi güçler elendi; adayların isimleri saklı tutuldu; sahtecilik iddiaları yaygındı; tüm sistem Amerikan kontrolünü sürdürmek üzerine kurulmuştu ve Iraklılar işgale son vermek için oy kullanamadılar. Bu seçimler, 1960'larda ve 70'lerde Güney Vietnam'da Amerika tarafından yönetilen seçimlerdekinden daha fazla demokrasi getirmedi Irak'a. Mısır ve Suudi Arabistan'dakine benzer rejimler tarafından yapılan kozmetik düzenlemelere gelince, bunların, Batı karşıtı hükümetlerin iktidara gelmesiyle sonuçlanması beklenen özgür seçimlerin yolunu açacağına dair en ufak bir iz bile yok.
11 Eylül'den beri olanlar ve Irak savaşı Amerikan kontrolünün Ortadoğu'ya amansızca yayılmasıdır ve Suriye'ye yapılan tehditler de bunun bir parçasıdır. Amerikalılar şimdi, Suudi Arabistan'da, Irak'ta, Birleşik Arap Emirlikleri'nde, Kuveyt, Bahreyn, Umman ve Katar'da askeri varlıklarını sürdürmekteler ve bu ülkelerin seçilmiş hükümetlerinden biri bile onları ülkelerinde istemiyor. Tabii ki, Arapların çoğu yıllarca Amerika, İngiltere ve Fransa tarafından desteklenen –ki bu durum çoğu Müslüman'ın Batı karşıtlığının kaynağı- tiran rejimlerin son bulmasını istiyor. Her an indirilmesi mümkün olan diktatörler Amerikan desteğiyle yerlerindeler ve düzenlenen seçimler demokrasiyi yaymaktan çok Batı yanlısı rejimlerin sürdürülmesi için bir mekanizma olarak kullanılıyor.
Jack Straw bir konuda haklı: Bölgesel statükoda mutlu bir gelecek yok. Straw'un hükümeti, Ortadoğu'da özgürlük ve demokrasi için gerçek bir programın uygulanmasının teşvik edilmesinde önemli bir rol oynayabilir: El Cezire gibi bağımsız medyanın gelişmesine izin vermek, despotların askeri ve mali açıdan desteklenmesine son verilmesi ve tüm yabancı güçlerin bölgeden çekilmesi gibi taahhütlerde bulunulabilir. Bütün bunlar özgürlüğün gerçekten doğuşunu müjdelerdi.
Çeviren: Fulya Özerkan
* El Cezire, Yassin El Halil, 3 Mart 2004