6 Ağustos 2006Koray Çalışkan
Başlıktaki soru iki şekilde yanıtlanıyor: İlk yanıt çoğumuzun aklına gelen şey: "Ortadoğu işte, hep aynı". Bu hisse kapılmamak zor. Daha geçen Pazar Qana/Kana saldırısında İsrail 57 sivili öldürdü. Olaydan hemen sonra Filistin'den bir elektronik posta aldım. Çocukları uyuduğu için sesini iyice kıstığı televizyonunda El Cezire'yi izleyen Bişara adlı bir arkadaşım, bu korkunç haberi yanlış anlamıştı. Gönderdiği mektupta şöyle yazıyordu: "Ekranın altından ikide bir Kana yazısı geçiyordu, ben de 1996 katliamının arşiv görüntülerini kullanıyorlar zannettim". 10 yıl önce yine aynı Kana, İsrail'in "Gazap Üzümleri Operasyonu" adını verdiği bir operasyon sırasında vurulmuş, BM'ye ait bir kompleks hedef alınmış ve 102 sivil öldürülmüştü. Bu ilk Kana katliamı, masrafları Suriye tarafından karşılanan ve BM binasının yakınlarından bir yere dikilen bir lahitle tarihe kazınmıştı. BM yine vuruldu, İsrail yine Lübnan'a girdi, Kana yine bombalandı. Ortadoğu'da hep aynı şeyler mi oluyor? Hayır. Her ne kadar İsrail ve ABD'nin politikalarında bir devamlılık varmış gibi görünüyorsa da, aslında yalnızca Ortadoğu'da değil, dünya siyasetinde ciddi bir değişiklik var: 10 yıl önce İsrail siyasetinin değiştirilmesi konuşuluyordu. Bugün uluslararası siyasetin İsrailleşmesinden bahsetmek gerekiyor.
İsrailleşme ne demek? Soğuk Savaş ertesi işsiz kalan uzmanlar, İslam üzerinden yeni bir uzmanlık alanı tanımlayan Siyonist şahinlerin de katılımıyla bir İsrailleşme politikasının mühendisliğine soyundular. Bu dönem, ABD'nin El Salvador ordusunu ciddi olarak desteklemesine rağmen, sosyalist FMLN gerillalarının mücadelelerini kentlere taşımalarına engel olamadıklarını fark ettikleri anla çakıştı. Amerikan Hava Kuvvetleri tarafından kurulan ve küresel sağın ünlü thinktank'lerinden olan RAND'a göre kentleşme ve yoksulluk daha önce görmedikleri bir savaş alanı tanımlıyordu. Bu noktada, açık hava hapisanesine dönüşen Gazze'de bir tahakküm laboratuarı kuran İsrailli uzmanlar ve Bush yönetiminin bütün mimarlarını barındıran Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) adlı girişimde çalışanlar ve Siyonist şahinler yeni bir siyasetin temelini attılar. 11 Eylül saldırılarını izleyen şaşkınlık biter bitmez, daha önce marjinal olan yeni bir siyaset türü tüm dünyaya yayılmaya başladı. Bu yeni siyasetin iki ayağı var. Kolayca tahmin edileceği gibi savaşın sorunların halli konusunda en etkili yol olduğunu düşünmek ilk ayak. Bunun nesi yeni denebilir. Yeni olan daha önce barış ve savaş arasındaki kategorik ayrımın artık yapılmaması. Zira yeni düşman, yani "terör" ne zaman nerden çıkacağı belli olmayan bir hasım. Bu noktada savaş ve barış içiçe geçiyor. Gündelik hayat militerleşiyor, milli güvenlikçi bir yeni soğuk savaş düzeni hüküm sürüyor. Bunun adı neden İsrailleşme? Çünkü esas amaç, barışın tesisi değil, savaş-barış adlı garip bir sarkacın yaratılıp, militarizmin gündelik hayata ve siyasete yayılması. Bu durum hem prensipte hem eylemde böyle. Bu nedenle İsrail ordusunun yaptıkları ve sözcülerinin söyledikleri artık bütün orduların ve sözcülerin yaptıklarına dönüşebiliyor. Bir kez terörist yaftası yiyen, artık insanlıktan çıkıyor. Doğal olarak ortadan kaldırılmaları gerekiyor. Yeni oturmaya başlayan bu İsrailleşmiş siyasetin açtığı alanda, Türkiye kalkıp "Irak'ı vuralım", Hindistan kalkıp "Keşmir'e dalalım", ABD kalkıp "tehlike ortaya çıkmadan önce gidip İran'ı bombalayalım" dediği zaman kimse durup ne oluyor demiyor. Solcu geçinen CHP bile sınır ötesi operasyon ısmarlamadı mı AKP'ye? Bu İsrailleşmenin diğer boyutu hiç beklemediğimiz bir alanda ortaya çıkıyor: Hukuk. 1948'de İsrail kurulduktan hemen dört ay sonra çıkan Terörle Mücadele Yasası, terörle mücadeleyi değil terör idaresi üzerinden, İsrail/Filistin'de yeni bir sömürgeci tahkimin hukuki altyapısını hazırlamıştı. Bu kanunun dördüncü maddesi terör suçları kapsamını genişletip terörist gibi yazmayı, çizmeyi ve düşünmeyi terörizme dahil etmişti. Bu kanunun benzerleri 11 Eylül saldırılarından hemen sonra ve ABD'nin telkiniyle dünyaya bir virüs gibi yayıldı. Daha önce de buna benzer kanunlar vardı, ama çok az sayıda ülkede ve sınırlı bir olağanüstü hal tanımı içinde iş görüyorlardı. Şimdi her yerdeler. Otoriter ve kapalı rejimlerin bu kanunlara ihtiyacı yok. Neoliberalizmin darbesini yemiş, kentlerinin çevresi yeni yoksullarla sarılmış ve en azından lafta kendine demokrasi diyen Mısır, Meksika, El Salvador, Kolombiya, Endonezya, Türkiye, Hindistan, Guatamala, Bangladeş, Pakistan vs. gibi birçok ülkede ve Japonya, Fransa, İngiltere, ABD, Avustralya ve Kanada gibi önemli birinci dünya ülkelerinde Terörle Mücadele Yasaları ya çıktı ya tasarı aşamasında. Önümüzdeki yıllarda eğer bu eğilimin önüne geçilmezse neoliberalizmin küresel siyaseti, İsrailleşme olacak. Soğuk Savaş'tan daha şiddet dolu, sivil hak ve özgürlüklerin rahatça kısıtlandığı ve teröre karşı gibi görünen, ama aslında terörün yaratıcısı ve koruyucusu bir İsrailleşen siyaset, yalnızca Ortadoğu'ya değil, bütün dünyaya daha da hissedilir bir şekilde yayılacak. Ortadoğu'da olan bu. Dünya siyasetinin İsrailleşmesinin ilk sancıları çekiliyor.
Ne yapmalı? Şu anda harcamamız gereken öncelikli mesai, sorunu dahi iyi görüp yanıtın ilk adımlarını dikkatle atmak. Ne yapılmaması gerektiği açık. En kolay ve yanlış tavır İsrail ya da Amerikan karşıtı bir tutum alıp, lapacı bir muhaliflikle vicdan rahatlatması yapmak. "Zaten emperyalizm böyle işler, eski hamam eski tas" demek ve İsrail'in "bölgeye yabancı olduğunu, sorunun İsraillilerden kaynaklandığını" söylemek bu tür bir tehlikeli tembelliğin ürünü. Bu tembellik İsrailleşme siyasetini yeniden doğurur. Zaten bu siyaseti mümkün kılan şey, bizi bir ölüm kalım noktasının çözümsüz iki arada bir dereliğinde bırakmasıdır. Bu tür köktenci yaklaşımlar İsraillilerde ve Batı'da "bizi denize dökmek istiyorlar, bizi yok etmek istiyorlar, bizim uygarlığımıza karşılar, vs." söylemlerini yeniden üretir. Barışçı bir birarada yaşama hissiyatını yok eder ve İsraillileri komşularıyla birlikte yaşama fikrinden uzaklaştırır. İsraillileri ikna edemeyen bir barış hareketi zayıf kalmaya eğilimlidir. Mesele İsrailli, Filistinli, Amerikalı demeden, "burası bizim, siz asli unsur değilsiniz" diye düşünmeden, ilk kurşunu kim sıktı sorusunu sormadan, beraber yaşamanın mümkün olduğunun altını çizmek. İsrailleşmemek için ilk yapılacak şey her tür ırkçılığa (anti-Amerikan, anti-Semitik, anti-Arap, anti-İslam) karşı durmaktır. Muhaliflik adı altında "eski hamam eski tas" demek, "uluslararası hukuk ve BM gibi örgütlerin hiçbir şey yapamayacaklarını ve emperyalizmin maşaları olduklarını" söylemek muhafazakârlık göstergesidir. İsraillliler de artık bizim komşumuz. Derdimiz İsrailli olsun olmasın insanla değil, Siyonizm ve İsrailleşen Ortadoğu ve dünya siyasetiyle olmalıdır. Hukuk alanında da bu sınır ötesine taşan bir İsrailleşme siyaseti mücadeleyi yine sınır ötesine taşıyarak ve bizi mahkum etmek isteyenlerle onlarınkinden daha güçlü bir hayal gücüyle mücadele etmek gerekiyor. Irak Dünya Mahkemesi daha önce hiç görülmemiş bir yatay dayanışma hattı yaratmıştı. Şimdi sıra bu mahkeme gibi güçlü ve sakin birlikteliklerin nasıl daha fazla büyütülüp serpilebileceğini ve siyasetin İsrailleşmesine karşı durabilecek sınır ötesi bir birlikteliğe dönüştürülebileceğini düşünmek olmalıdır. Bu demokrarasi mücadelesinde uluslararası hukuk ve kurumlar müttefikimiz olmalıdır, emperyalizmin maşaları değil. Yoksa sınır ötesi savaşlar ve terörle mücadele yasaları bize Soğuk Savaşı aratır. İlk sınavımızı vermeye çok yakınız: İran'a saldırının sesleri duyulmaya başladı. İsrailleşmenin bir diğer dalgası, bir diğer komşumuzu vurmak üzere. KORAY ÇALIŞKAN: Yard. Doç. Dr., Boğaziçi Üni.http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6117