Ormanda "şenlik" ateşi

-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra: Telefon hattımızda Ali Bilge ve Yücel Çağlar olacak. 2003’ün ilk yarısında meydana gelen önemli bir tartışma var, yarın da (bugün) meclise tekrar taşınmış oluyor; Anayasa’nın 169. ve 170. maddelerinin değiştirilmesi talebi: Orman niteliğini yitirdiği gerekçesiyle artık orman sayılmayan Hazine arazilerinin satılması konusuydu. 25 milyar dolarlık bir geliri 5 milyar metrekarelik kamu arazinin özelleştirilmesi ile ilgili bir durum ve 7-8 milyonluk orman köylüsü ile ilgili bir mesele. Bunun üzerinde konuşmak üzere Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nden akademisyen Yücel Çağlar’la da konuşma fırsatını bulacağız. Günaydın.

 

Yücel Çağlar: Günaydın.

 

ÖM: Özetlemeye çalıştım. Yarın (bugün) TBMM’de tartışılacak bu konu üzerinde biraz tartışabilir miyiz lütfen?

 

YÇ: Olayı ikiye ayırmakta yarar var, çünkü yarın (bugün) gündem olan tartışma Orman Kanunu’nun değiştirilmesiyle ilgili. Anayasamızın değiştirilmesi ile ilgili olan yasa henüz meclis gündeminde değil. Sayın Cumhurbaşkanı tarafından ikinci kez veto edildikten sonra şu an çok dolaylı göndermeler yapıldığını görüyoruz. Ancak şöyle bir değerlendirme yaparsak, ikisi de, yani olağan koşullarda yarın görüşülecek olan Orman Yasası değişikliği ile ne zaman geleceği şu an belli olmayan ormanlarla ilgili Anayasa değişikliği; ikisi de aynı ortak noktadan kaynaklanıyor bence. Bunu halkımızın sıkça kullandığı bir deyim ile de söyleyebilirim: “Kasap züğürtlediği zaman eski defterleri de karıştırırmış.” Türkiye’de ormanlar söz konusu olduğunda bu deyiş sık sık akla geliyor, çünkü gerçekten de Türkiye ekonomisi her dara düştüğünde, bu Cumhuriyet döneminin özellikle 1950’den bu yana tarihlerinde hep böyle olmuştur; kesinlikle ormanlara, orman arazilerine yönelme söz konusu olmuştur.

 

Ali Bilge: Orman arazilerinden bir türlü eline çekemiyorlar.

 

YÇ: Tabii çünkü son derece önemli bir genişlik var herşeyden önce, ama son yıllarda bu genişlik sadece tarım arazisi özelliği ya da şehirleşme arazisi özelliği kazanmaktan öte başka boyutlar da getirdiği gündeme. Bu boyutları, örneğin üçüncü konut sektörü, gezgincilik, biyolojik çeşitliliğin ticari amaçlarla değerlendirilmesi gibi başka boyutlar da gündeme gelince bu kez ormanlar üzerine yapılan tartışma da boyutlandı. Aslında boyutlandığını ben söylüyorum, bu işin gerçekliği böyle oldu, ancak Türkiye kamuoyu bunu yeterince tartışmadı.

 

ÖM: Yani bu orman meselesi, satılacak ya da satılmayacak tarzında bir tartışma ile sınırlı kaldı, oysa çok derin bir boyutu, mali, iktisadi ve sosyal boyutları olduğunu da İktisat İşletme ve Finans Dergisi’nin bu son sayısında da ele alıyorsunuz yazınızda. (default.aspx?_mv=a&aid=5635)

 

YÇ: Teşekkür ederim ilgilenmişsiniz. Bu sözünü ettiğiniz yazı şöyle bir rahatsızlıktan kaynaklandı; 6 ay boyunca Türkiye’de yaklaşık 70 dolayında organizasyon, ki kitle sayısı ve üye sayısı itibariyle 400 binlere ulaşan, bunu da bir kenara koyduğunuz zaman özellikleri, yani örneğin bu Anayasa değişikliği ile birlikte gündeme gelen orman köylülerinin örgütü, orman mühendislerinin örgütü, orman çalışanların, orman bakanlığındaki kamu kesimi çalışanlarının örgütleri gibi örgütlerin oluşturduğu bir zeminde, bir birlikte tartışıldı. Fakat yıl ortasında bir şeyin ayırdına vardık: “A, bunu yalnızca biz tartışıyoruz!” Yani bir şekilde ormanlarla iş ilişkisi içinde olanlar ya da çevreci, doğa korumacı duyarlılık içinde olanlar. Ama bakın 25 milyar dolarlık bir parasal girdinin Türkiye ekonomisine girmesi sözkonusu oldu. Bunun iktisadi etkileri olmayacak mı?

 

Hükümet rakamı sessizce yüzde 80 revize etti

 

ÖM: Çok önemli tabii.

 

YÇ: Ama gelin görün ki bu tartışmalardan sonra şu an bakanlığın web sayfasına (http://www.cevreorman.gov.tr) girseniz bunun 4.5 milyar dolara indiğini görüyorsunuz.

 

ÖM: Öyle mi? Ne zaman gitti 20 milyar?

 

YÇ: Evet, bunu gerçekten Sayın Bakana sormak gerekir çünkü hesapsız, kitapsız, sadece bu vatandaşın kamuoyunu yanıltma amaçlı bir söylemdi. Üzerine gidip azıcık sorgulayınca, olmayacağını artık onlar bile anladığı için bakanlığın web sayfasında artık bu metrekaresi 5 dolar değil de 1 dolara indi –nasıl indiyse?- ve sonuçta da “bir 5 milyar metrekare arazi var, 1 dolardan satarsak bu da 4.5-5 milyar yapar” gibi bir hesaba girildi. Bütün bu tartışmalar bizce şu eksikliği ortaya çıkardı, o yazımda benim naçizane olarak vurgulamaya çalıştığım: Türkiye iktisatçısı, Türkiye sosyal bilimcisi ne yazık ki bunu tartışmadı. Az önce biz iktisadi boyutuna dikkat ettik, ama bir de şu yanı, şu an ormanların içinde ve bitişiğinde yaşayan 8 milyon dolayında köylü yurttaşımız var; bu Türkiye köylüsünün yarısı. Bunların şu anki varlıklarının temel dayanağı olan arazilerinin satılması sözkonusu. E, bu bir sosyolojik konu değil mi? Ya da sosyolojik temelli sorunlara, gelişmelere yol açmayacak mı?

 

ÖM: Evet, bir hayli. Bir kere bu sözünü ettiğiniz değişiklik, yani bakanlığın web mekânında konulan rakam gözlerden kaçmış oluyor, çünkü böyle bir 25 milyar dolarlık söylentisi tatlı bir gelir beklentisi olarak duyuluyordu. Oysa öyle değil anlaşılan.

 

YÇ: Şimdilik öyle değil, belki ileride daha da düşürülebilir. Bir başka ciddi boyut: bu yerlerin önemli bir kısmı büyük kentsel yerleşmelerin bitişiğinde, dolayısıyla buralarda muazzam denebilecek, Sayın Bakanın ısrarla sergilediği bir fotoğraf var -Sultanbeyli aşağı, Sultanbeyli yukarı- bütün bu arazilerin en fazla % 10’u bu şekilde yapılaşmış durumda. Öyle bile olsa, buralardaki yapılaşmanın tümü kaçak, hangi açıdan kentsel gerekliliği yerine, sağlıklı kent gereklerini yerine getirdiği bilinmiyor. Kimin elinin –affedersiniz, bağışlayın bu deyimi- kimin cebinde olduğunu kestirmek de mümkün değil.

 

O zaman buraların satışını yaptığınız zaman Bakana sorulan sıkça soruya Sayın Bakanın verdiği bir yanıtı dikkate aldığınız zaman tüylerinizin diken diken olmaması mümkün değil: “Nereden gelecek bu 25 milyar, Türkiye ekonomisinde bu kadar para var mı?” diye sorulduğunda, Sayın Bakan aynen şunu söylüyor televizyon programlarında ve bunu birkaç kez söyledi, ne yazık ki bu bile tartışılmadı: “Bize sık sık başvurular yapılıyor, telefonlar, fakslar çekiliyor, bu işi bir an evvel halledin, biz elimizdeki parayı buna kullanacağız. Türkiye’de bu kadar kayıt dışı para var” diyor Sayın Bakan. Kayıt dışı paranın aklanması için bu gibi arazilerin satılmasını bir araç olarak kullanma anlayışı var. Bu da tartışılmadı.

 

ÖM: Kayıt dışı ekonominin doğrudan doğruya artık kayıtlı ekonomiye girmesi için bir yöntem olarak meşru bir şekilde savunuluyor Bakan tarafından, öyle mi?

 

YÇ: Aynen değişik televizyon programlarında sayın Bakan kendisine sorulan sorulara verdiği yanıt bu. İsterseniz bir de şöyle bakalım: bu işin bir anlamda olumsuzlanabilecek boyutu, yani bugüne kadar bu tartışmanın getirilmesi ve getirilme biçimi, kimlerin tartıştığı ciddi bir olumsuzluk görüntüsü. Peki nelere yol açacak? Biz niye karşı çıkıyoruz. Bu kadar organizasyon buna karşı çıkıyor ve ısrarla da birtakım kaygıları dile getiriyor diye baktığınızda, bu sorun neden böyle konuyor diye baktığınızda, gerçekten de karşınızda çok ciddi problemler çıkıyor. Ve ne yazık ki biz baharda konu gündeme geldiğinde söylediğimizde, “kötü niyetli, art niyetli, Türkiye’yi uzaktan takip eden kafalar” olarak değerlendirildik ama ne yazık ki  6-7 aylık bir süreç bile bunu kanıtladı.

Bakın geçen sene Türkiye’de 1300 tane orman yangını çıkmış, bu sene kaç tane çıktı biliyor musunuz? 2200 tane! Biz bunu söyledik; Mart-Nisan aylarında Türkiye yangın bombası, üzerinde de bu salakça tartışmaların –affedersiniz- yol açtığı gelişme, Türkiye’nin tarihinde hep böyle olmuştur. Hep bu tip tartışmaların olduğu yıllarda yangınlar doruğuna çıkmıştır ve nitekim bu sene de İstanbul dolayları başta olmak üzere Türkiye’de orman yangınları ikiye katlanmıştır.

 

ÖM: Evet 6 bin küsur hektarlık yangın olduğunu hatırlıyorum.

 

YÇ: Sayı önemli orada, bu kadar etkili örgüt var ve bu eleştirileri alacağını bilen bir bakanlık var karşınızda, bunların refleksleri öteki ormancılık çalışmaları bir kenara koyulacak boyutta yangına yönlendirilmişken bu kadar yangın sayısı katlanmış. Tabii ki önemli.

 

Kızılağaç orman ağacıdır

 

ÖM: Peki bu yarın (bugün) meclis gündemine gelecek olan konu nedir ve nereye gideceği düşünülüyor?

 

YÇ: Yarın (bugün) tekrar gündeme gelecek olan yasa Orman Kanunu’nu değiştiriyor. Orman Kanunu 1956’ta çıkmış bir kanun ve bugüne kadar da 20’ye yakın kez değiştirilmiş. Az önce tartıştığımız boyutta olanı en önde gelen bir değişiklik alanı. Fakat bu kez getirilenleri 5 başlık altında toplamak mümkün.

 

AB: Bu yasa daha önce de çıkarılmıştı, Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmişti. Şu anda ikinci defa görüşülecek.

 

YÇ: Evet, sayın Cumhurbaşkanımız, Sayın Bilge’nin anımsattığı gibi daha önce Temmuz, Ağustos ayında bu tasarıyı geri gönderdi. Şimdi hükümet bunu aynen tekrar -geleneksel hale dönüştürdü bunu- hiçbir değişiklik yapmadan yeniden gündeme getirdi. Eğer olağandışı bir gelişme olmazsa (bugün) mecliste bu görüşülecek ve muhtemelen bu çıkacak; inanıyoruz ve bekliyoruz ki sayın Cumhurbaşkanımız bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürecek. Daha önceki gündeme geldiği aşamada bizim görüşmelerimiz sırasında Sayın Baykal’ın çok net bir ifadesi vardı: “Eğer yine meclise getirilir ve geçirilirse biz Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz” dediler. Dolayısıyla yasa şu anda meclisteki AKP çoğunluğuna dayalı olarak çıkarılsa bile Anayasa Mahkemesi’ne götürülme olasılığı yüksek.

 

ÖM: Evet ama bu bazı şeyleri engellemiyor, diyebiliriz. Anayasa Mahkemesi’nin görüşüp karara bağlaması için geçecek sürede de bir uygulamaya geçilebilir değil mi?

 

YÇ: Bravo, aynen öyle. Aslında bugün yaptığımız bir açıklamada da biz bunu belirttik; bu süre içinde olan olur. Peki ne olur, onlara değinelim. Bir tanesi şu: bizim Karadeniz bölgemizin özellikle kıyılarında dolaşan insanlarımız başını dağlara kaldırıp baktığı zaman gördüğü yeşilliklerin önemli bir kısmı fındıksa, bir o kadarlık kısmı da kızılağaçtır. Kızılağaç orman ağacıdır. Şimdi bunu niye böyle vurgulayarak söylüyorum? Eğer bir ağaç orman ağacı ise, çam gibi, sedir gibi, göknar gibi, kayın, meşe gibi orman ağacı ise bu ağaçların oluşturduğu topluluklar, ağaçların kendileri özel mülkte bile olsa kesilmesi bazı kurallara bağlıdır. Bunu kaldırdığınız zaman, orman ağacı saymadığınız zaman bu kuralların tümünden kurtuluyorsunuz. Yapılmak istenen, bu değişiklikten bir tanesi kızılağaçları orman ağacı saymamak. Bu, kızılağaç toplulukları için çok büyük bir tehdit. Karadeniz’in yeşili için çok hayati önem taşıyor, çünkü Türkiye’de orman sınırlarının en az belirlendiği yer, % 7 dolayında Karadeniz bölgesindedir. Yani kesilecek olan kızılağaçların sahipli arazide mi yoksa devlet arazisinde mi, köy arazisinde mi olduğunu bilmeniz mümkün değil. Çünkü o yörede şu an orman sınırları belli değil. Aşılı kestanelikler, eğer bahçenizde sahipli arazinizde aşılı kestanelik var ise, yine bunlar orman ağacı sayılmayacak ve bahçenizdeki erik ağacını kesmişçesine rahatlıkla kesebileceksiniz. E, bu da yine orman sınırları belirli olmadığı için problem taşıyor.

 

Dolayısıyla bu yasanın çıkmasında birinci tehdit olarak biz, Karadeniz bölgesindeki kızılağaçlıklar başta olmak üzere, orada yaklaşık 2 milyon dönümlük ağaçlıklı alanın çok kısa süre içinde elden çıkacağını düşünüyoruz. Çünkü yasa başka değişikliklerle bu süreci de pekiştirecek yapıda. İkincisi, bu yasa orman sınırları belirlenmiş, yani bu 2b arazisi diye bir tartışma yapıyoruz ya, bu işlemin yapılmasına yol açan orman kadastrosu çalışmalarıdır. Orman kadastrosu çalışması yapılmış yerlerde, varsayalım ki Sayın Ömer Madra “burada teknik hata yapılmıştır” diye bir itirazda bulunursa, amacınızı takdir ederseniz, böyle bir değerlendirme yaparsa, burası tekrar gözden geçirilecek. Şimdi artık bugüne kadar yapılıp da 2b arazisi üreten orman kadastrosu çalışma faaliyeti aynen yapılacağı için, alın size iki yeni 2b arazileri.

 

ÖM: Yenisini de doğurmuş olacak yani?

 

Milli Parkların özelleştirilmesiyle karşı karşıyayız

 

AB: Yeni bir kamu yönetim reformu açıklandı evvelki gün. Bu kamunun yeni yönetim anlayışı içerisinde getirdiği, orman ve çevre konusuna bu yeni reform nasıl bakıyor?

 

YÇ: Tabii son derece önemli bir vurgu, çünkü şu an biz Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve onunla beraber bir set halinde çıkacak olan bir yığını (Sayın Birgül Ayman, Güler Hocamızın söylediğinden öğrendiğimiz kadarıyla bu 8 yasalık bir set) birlikte değerlendirdiğiniz zaman, özellikle bu üçünü birlikte değerlendirdiğiniz zaman, deminden beri tartışageldiğimiz olayın önemli bir kısmında, olumsuzluk boyutunda çok yaşamsal önemli, gerçekten de merkezi örgütlenmeyle bile çözemediğimiz -bu tamamen tartışılamayacak kadar netlikte- bir durum pekişecek. Yani olumsuzluk boyutu ciddi ölçüde pekişecek. Dolayısıyla Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu daha henüz sektörel düzeyde tartışma noktasında değiliz, zaten hangi düzeyde tartıştığımız da ortada ama sektörel düzeyde tartıştığımız zaman Sayın Bilge’nin vurguladığı bu çerçevede şimdi öteki üç boyutunu söyleyeceğim, (bugün) görüşülecek olan yasanın yol açacağı gelişmeler tamamen pekişecek. Bu tasarı eğer gerçekleşirse, Sayın Bilge’nin vurgusuyla ilişkilendirerek söylemeye çalışıyorum, örneğin milli parklarımız ve üzerindeki tesisler 29 yıllığına kiralanabilecek. Bu Kamu Yönetim Temel Kanunu’nun sağladığı, yol açtığı gelişmelerden biri. Biliyorsunuz bazı bakanlıkların, ki Çevre ve Orman Bakanlığı da bunlardan bir tanesidir, taşra kuruluşuna sahip olmayacak ve milli parkların yönetimi il özel idarelerde kalacak. Dolayısıyla da şu an hiçbir alt yapısı, yönetsel açıdan gerekli alt yapısı kurulmamış olan milli parklar, buralardaki inisiyatiflerle, yerel düzeydeki inisiyatiflerle 29 yıllığına kiralanabilecek.

 

ÖM: Yani milli parkların da özelleştirilmesi gibi bir durumla karşı karşıyayız.

 

YÇ:  Kesinlikle böyle. (Bugün) tartışılacağını düşündüğümüz yasanın bir başka boyutu da artık bahçenizdeki ya da başka yerlerdeki kaçak ağaç kesme eylemlerini denetlemek için geliştirilmiş belgelendirilme düzeni vardır, bu büyük ölçüde ortadan kaldırılmaktadır.

 

ÖM: Bir topyekûn, çok büyük çaplı bir ‘reform’ gerçekleşiyor.

 

YÇ: Kaçaklığı ıslah reformu şeklinde de değerlendirebiliriz.

 

ÖM: Sizin alanınızın dışına taşma pahasına şunu sormak istiyorum son olarak: Anayasa Mahkemesi’ne müracaattan başka bir yol olarak bir de referandum meselesi tartışılmıştı ama bu tabii Anayasa maddesinin değişikliği mahiyetinde olmadığı için gidilemiyor herhalde, değil mi?

 

YÇ: Evet, bu Orman Kanunu’ndaki değişikli Anayasa değişikliği gibi değil biliyorsunuz. Onun halk oylamasına gitmesi olanağı, şansı teknik olarak yok, ama ötekisi gelirse gidecek. Eğer tekrar Anayasa değişikliği aynı şekilde yapılırsa, Sayın Cumhurbaşkanımız aynı duyarlılığı gösterirse, halk oylamasına gidecek ve T.C. ilk defa görüntüde siyasi sayılmayan bir alanda karar verme durumunda kalacak.

 

ÖM: Son derece ilginç günlere gebe olduğu anlaşılıyor Türkiye’de tarihin. Ama Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi halinde arada da epey önemli çapta olumsuz değişiklik olabileceğini de söyleyebiliriz.

 

YÇ: Evet. O dönem içinde bildiğiniz gibi yasa uygulanacak, yasanın uygulanmasıyla birlikte Karadeniz bölgesindeki kızılağaçlar için söyleyebileceğimiz tek söz: “Siz sağ, biz selamet!” Bahara böyle bir derdiniz kalmayacak.

 

ÖM: O zaman özel milli parklarda piknik yaparak bunu kutlayabileceğiz yani?

 

: Evet, o şenlikleri beraber yapacağız. Çok yazık tabii.

 

ÖM: Evet, çok tuhaf. Peki çok teşekkür ederiz, gerçekten son derece yararlı oldu.

 

(5 Kasım 2003 tarihinde Açık Radyo’da Açık Gazete programında yayınlanmıştır.)