9 Kasım 2007Radikal Gazetesi
'Türkiye' demeyeyim, ama şu 'yeni Türk milliyetçiliği', insanı her gün yeniden şaşırtmaktan geri kalmıyor. Yurtdışında birkaç gün geçirmekteydim. PKK'nın eline geçen sekiz askerin sağ salim geri geldiklerinin haberini dışarıdayken aldım. Tabii buna çok sevindim. Başka türlü bir duygunun mümkün olduğunu bilmediğim gibi düşünemezdim de. Ama çok geçmedi, ölmeyip (şehit olmayıp) sağ salim geri gelmelerine üzülmem gerektiğini öğrendim. Hem galiba yalnız üzülmem de yeterli olmuyor: 'nefretle tel'in etmek' türünden bazı gösterişli eylemler de gerek. Üstelik adamlar 'divan-ı harb'e de verilmiş. Hanımlar, beyler, abarttığınızın farkına varacağınız bir gün gelecek mi acaba? Bakın, emekli generaller, 'Hata ettik' demeye başladılar. Kimbilir, gün olur, siz de abarttığınızı düşünmeye başlarsınız. Öyle yapacağınıza bugünden biraz kendinizi tutsanız, daha iyi olmaz mı? Yapılacak, yapılması iyi olacak şey, öyle Kafdağı'nın ardından bulunup getirilecek bir bilgelik de değil: binlerce yıllık sıradan insan sağduyusu, sıradan insan vicdanı. Hepsi bu. Hani o geri gelenlerden birinin annesi, AKP'nin 'ileri gelen'ine söyledi ya, öyle, o kadar bir şey. Bu dünyada kim o anneyi, herhangi bir anneyi ikna edebilir, oğlunun ölmesinin geri gelmesinden daha iyi bir şey olduğuna? Ha, çocuk, onurunu çiğnemiş, insanlık değerlerini çiğnemiş, casusluk yapmış, falan filan, böyle bir şeyler olsa, o zaman o anne de başka türlü düşünür, 'bağrına taş basar', bunları anlarım. Ama görüldüğü kadar ortada böyle bir durum yok. O halde bu neyin edebiyatı? 'Savaş' denen olayı biraz bilen biri, burada 'tutsaklık' diye bir olay olduğunu, o süreçte bunun her zaman 'mümkün' olduğunu, dolayısıyla 'olağan' olduğunu da bilir. Adı gerekmez, tanıdığım biri vardı, Kurtuluş Savaşı'nın en erken aşamalarında Yunan ordusuna tutsak düşmüştü; 'istiklâl madalyası' sahibiydi, üç ayda bir gider, 'gazi' maaşını gururla alırdı (maddeten ihtiyacı olmadığı halde) ve sık sık 'Esaretimde ...' diye başlayan hikâyeler, anılar anlatırdı. Şimdi, Kurtuluş Savaşı ruhunu da sollamış geçmiş bu 'yeni Türk milliyetçiliği' dalgasında 'savaş tutsaklığı' kurumunu da yeniden tanımlayacak ve değerlendireceğiz anlaşılan. 'Öl ama esir olma!' tarzında yeni retorikler çıkaracağız. 'Nöbetçi acıkmaz, susamaz, nöbetçi uyumaz' türüden, insan gerçekliğiyle de, savaş gerçekliğiyle de bağdaşmayan yeni 'ideal normlar' icat edeceğiz. Ve insanlara 'Ölün!' diyerek, onları ölüme göndererek, ölüm edebiyatı yaparak oturduğunmuz yerde yüceleceğiz. Bu gençlerin geri gelmesine yardımcı olan DTP'li insanlara da lanet yağdıracağız, bir yandan. Bu olay onların 'suçluluğu'nu kanıtlayacak. Bütün bu 'ölüm', 'ihanet' edebiyatı da bir arada yaşamak için ısrar ettiğimiz Kürtlerin bir başkaldırma hareketi çerçevesinde ortaya çıkacak. Abdullah Gül'ün, Tayyip Erdoğan'ın AKP'si günden güne Cemil Çiçek'in AKP'si oluyor. İyi, Allah selamet versin. Kendi bilecekleri iş. Ama ben, 'Oğlum ölse daha mı iyi olacaktı.