Obama, mali kesimi düzenleyen mekanizma yaratabilir mi?

-
Aa
+
a
a
a

1 Şubat 2010Referans Gazetesi

Obama yönetimi, bankacılık alanında yeni düzenlemelere gidiyor. Ancak düzenlemenin nasıl gerçekleştirileceği, içinin nasıl doldurulacağı henüz belli değil. Böyle köklü bir reformu yürürlüğe koyabilmek o kadar kolay değil.
 
ABD'de, dünyanın kalanında olduğu gibi, kamuoyu, başta bankalar olmak üzere tüm mali kurumlara karşı tepkili. Her fırsatta bu tepkisini de gösteriyor. Tepkinin somutlaştığı konu da mali kurumların üst yöneticilerinin aldıkları primler. Bu kişilerin hırslarını tatmin etmek için kendilerine bu derece yüksek prim ödendiği görüşü sıkça dile getiriliyor. Hatta Başkan Obama'nın konuşmalarında, bu olup bitenlere yol açan önemli nedenlerin başında "hırs" (kullanılan kelime "greed", açgözlülük olarak da Türkçeye çevirmek olanaklı) yer aldı. Kamuoyunun, hırsın tatmin edilmesi için böyle ödemeler yapılmasına, hele bu amaçla kamu fonlarının kullanılmasına kızması şaşılacak bir davranış değil.
 
Gerçek neden hırs mı
Ancak kamuoyunun tepkisinin altında, söylendiği gibi hırsın yatıp yatmadığı o kadar da açık değil. Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Michael J. Sandel yakınlarda yayımlanan "Adalet" adlı ("Justice", Londra: Allen Lane, 2009, s. 11-12) kitabında şu noktaya dikkati çekiyor. 2008'de, ABD'de mali sistemde bu yolla dağıtılan primlerin toplamı 16 milyar dolarmış. Ancak bu rakam 2006 ve 2007 yıllarında aynı kişilerin aldıkları primlerin yarısından daha az. Ama o yıllarda hiç kimse kalkıp bu uygulamayı eleştirmemişti. Bu insanlar o zaman hırslı değildi de 2008'de mi hırslı oldular? Prof. Sandel bu gözleme dayanarak şu sonuca ulaşıyor. ABD kamuoyu, hırsın ödüllendirilmesinden rahatsız olmuş filan değil. Kamuoyunun kızdığı, başarısızlığın ödüllendirilmesi. Bu firmaların bazıları 2008'de ancak kamu desteği ile ayakta durabilecek durumdaydı. Buna rağmen yöneticileri ödüllendirildi. Burada kamuoyu kızmakta çok haklı. Ama söylenen gerekçele, gerçek nedenin ahlaki temelleri arasında dağlar kadar fark var. Anlaşılan, ahlaki gerekçeyi değiştirmek, siyasilerin de işine gelmiş.
Kamuoyunu ilgilendiren tek konu, mali kesimde dağıtılacak prim miktarından ibaret değil. Kamuoyu böyle bir krizin tekrarlanmaması için önlemler alınmasını da bekliyor. Siyasetçilerin bu isteme de karşılık vermeleri gerekiyor. ABD Başkanı da öyle yaptı. Geçen hafta, zamanlaması siyasi nedenlere dayandığı izlenimini veren bir açıklamayla ABD bankacılık sisteminin işleyişini köklü bir biçimde değiştirmeyi hedefleyen bir planı kamuoyuna duyurdu. İşin siyasal/popülist yanı ülkemizde alışık olduklarımızdan pek farklı değil. Ancak, bu benzerliğin var olması, hatta henüz yazılı bir metin ortaya konulmamış olması, ortada ciddi bir öneri olmadığı anlamına gelmiyor. Nitekim Başkan Obama da bundan sonra planın ciddiyetinin ön plana çıkacağının farkında olduğu için, planı kamuoyuna, mimarı olarak gösterdiği saygın bir isme; Paul Volcker'e gönderme yaparak tanıttı. Eski FED Başkanı Paul Volcker görüşlerini açık ve net olarak ortaya koyan bir insan. Bu plana yansıyan fikirleri de yeni değil. Bu konu üzerinde uzun süredir çalışmakta olduğu biliniyor. Hatta kendisinin başkanlığını yaptığı G-30 komisyonunun 15 Ocak 2009'da yayımlanan raporuna da yansımış durumda. (Financial Reform-A Framework For Financial Stability, Group of Thirty, Washington DC, 2009). Başkan Obama'nın açıklamasının, bir anlamda, bu günlere kadar gecikmesi ise yönetim içinde uzlaşma sağlanmasının zaman almasına bağlanıyor.
 
Volcker Kuralı
Başkan Obama'nın açıklaması ise önümüzdeki günlerde çok tartışılacak gibi. Şu ana kadar kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Volcker Kuralı olarak adlandırılan bu görüş aşağıdaki iki temel noktaya dayanıyor:
1) Mevduat toplayan bankalar
a) "Hedge" fonlar, hisse senedi fonları kuramayacaklar, bu tür fonlara yatırım yapamayacaklar ve bunların mali destekçisi olamayacaklar.
b) Müşterilerine hizmet verme dışında, kendi hesaplarına menkul kıymet, emtia ve türev araç alım satımı yapamayacaklar (buna İngilizcede "proprietary trading" adı veriliyor).
2) Mali sistemin daha fazla konsolide olmasına (yani birleşmeler ya da satın almalar yoluyla mali kurumların büyümesi ve sayılarının azalması) izin verilmeyecek.
İlk madde mevduat ile "riskli faaliyetler" arasındaki ilişkiyi koparmaya yönelik. Mevduat toplayan bir bankanın, belirtilen türde "riskli" faaliyetler yapması engelleniyor. Burada iki noktaya dikkati çekmek gerek. Bu tür riskli faaliyetler yasaklanmıyor. Bu tür faaliyetlerden doğan risklere doğrudan ya da dolaylı olarak devlet güvencesi (mevduat güvencesi gibi) verilmesi engelleniyor. İkinci üzerinde durulması gereken nokta da bu tür faaliyetlerin bankaların üstlendiği tek riskli faaliyet olmamaları. Kredi açmak da riskli bir bankacılık faaliyeti. Ancak, burada önemli bir varsayım yapılıyor. Kredi riski, bu tür faaliyetlerden doğan riskten ayrı bir kategoride tutuluyor. Bir anlamda "kabul edilebilir risk" olarak sınıflanıyor. Bu ayrımı yapmak söylendiği kadar kolay mı? ABD'de ipotekli konut kredilerinde ("tutsat" olarak Türkçeleştiriliyor) yaşananları örnek olarak düşünelim. Bu soruya verilecek yanıt, bu olayın nasıl değerlendirildiğine göre değişecektir. Konut fiyatlarının çok dalgalanması nedeniyle bu tür uzun vadeli kredilerin çok riskli olacağı görüşünden hareket edilirse bu ayrıma karşı çıkmak olanaklı. Ama ipotekli konut kredilerinde denetim eksikliğinden kaynaklanan ciddi kural ihlalleri, yani yolsuzluklar olduğu görüşünden hareket edilirse, bu ayrım yapılabilir. 
 
Büyük banka kalmayacak
İkinci madde ise büyük mali kuruluşların oluşmasına izin verilmeyeceği anlamına geliyor. Madem, "batmasına izin verilemeyecek kadar büyük" olmak, kurtarma gerekçesi olabiliyor ve bunun maliyetinin topluma yıkılmasına yol açıyor, o zaman "var olmasına izin verilemeyecek kadar büyük" biçiminde bir ikiz kavramın da kabul edilmesi gerekiyor. Dikkat edilirse, özellikle bankaların ölçeklerinin inanılmaz bir biçimde büyümesi, son çeyrek yüzyılın olayı. Bu da ABD'de Başkan Ronald Reagan döneminde ivme kazanan mali kesimde serbestleştirme girişimlerinin bir sonucu. Burada bir noktaya dikkat çekmek gerek. Serbestlikten yana olanlar, herhalde, mali sistemin konsolidasyonu sonucunda rekabetin zarar görmesinin engellenebileceği, toplumun bundan bir zarar görmeyeceğini düşünüyorlardı. (Bu görüşe katılmayanların da olduğunu belirteyim. Mali kesimde yoğunlaşma ve dolayısıyla tekelleşme eğiliminin bu gelişmeyi yarattığını da savunmak olanaklı.) Bu açıdan bakıldığında, Avrupa ile ABD arasında bir fark ortaya çıkmıştı. Çünkü Avrupa geleneğinde bu tür eğilimler olan alanlarda düzenleme yapmak var. Ancak görülen o ki, bu süreç Avrupa'da bile geleneğin işlemesini önemli ölçüde engelledi. Avrupa, ABD'nin düzenlemeden kaçınan tutumuna yaklaştı.
Obama yönetiminin, bu çerçeveyi nasıl yorumlayacağı ve içini nasıl dolduracağı henüz belli değil. Daha şimdiden, Volcker Kuralı'nın Obama yönetimince çok daha yumuşak yorumlandığına ilişkin yorumlar ortada dolaşıyor bile. Bu hafta bazı açıklamalar yapılması bekleniyor. Böyle köklü bir reformu yürürlüğe koyabilmek o kadar kolay değil. Obama yönetimi, ister istemez, iktisadın en zor alanlarından birisinde yol almak durumunda: O da "mekanizma tasarımı". Mali kesim için yeni bir ortam, yeni çalışma kuralları, hatta bir ölçüde, yeni amaçlar tanımlanacak. Tabii iki temel sorunun da yanıtlanması gerekecek: Bu yeni koşulları sağlayan bir mekanizma tasarlanabilir mi? Bu soruya olumlu yanıt verilirse, o zaman ikinci soruya geçilecek: Tasarlanan mekanizma toplumsal amaçları en iyi sağlayan mı? Yoksa bu amaçlara ulaşmanın daha iyi bir başka yolu olabilir mi? Bu sorulara boş verilerek reform yapmaya kalkışılmasına defalarca ülkemizde tanık olduk. Bakalım Amerikalılar ne yapacak? Bu konu üzerinde durmaya devam edeceğim