29 Ocak 2008
Konuyu daha fazla görmezden gelemezdim. Hemen her gün, aynı soruyu soran e-mailler alıyorum. Yeni ve ürkütücü bir rapor, konuyu siyasi ajandanın üstlerine itti: Dünya Gıda Programı, ilk kez, açlıkla mücadele için kaynak bulmakta zorlanıyor. O halde neden birçok çevrecinin yaptığı gibi ben de o kelimeyi -nüfus- telaffuz etmeyeyim? Paul ve Anne Enlich’in ses getiren iddialarına göre, nüfus artışı “çevre sorunlarının bir numarasında” yer alıyor. Ama yeşillerin çoğu bunu tartışmayacak.
Bu hassasiyet mi, yoksa korkaklık mı? Belki de her ikisinden de biraz var. Nüfus artışı her zaman siyasi olarak gündemdeydi ve her zaman da başka birinin suçuydu. “Bizim gibi insanlar hızlı çoğalıyor” gibi şikâyetler çok nadir duyuluyordu. Rahip Thomas Malthus’un 1798’de yazdığına göre, sorun, işçi sınıfının zaafından kaynaklanıyordu. 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk dönemlerinde, insan ırkını ıslah etmeye çalışan bilim adamları, beyaz insanların saf dışı kalacağı konusunda uyarılar yaptılar. 1970’li yıllarda, zengin ülkelerde meselenin üzerine fazla gidilmiş, fakir ülkelerin suçlanacağı bir çevre sorunu olarak ele alınmıştı. Ama bu hâlâ cevaplanması gereken bir soru. Gerçekten de nüfus çevre sorunlarımızın birinci sırasında mı yer alıyor?
Optimum Population Trust, BM’nin ürettiği bazı şok edici rakamlar veriyor. Buna göre, nüfus şimdiki oranda artmaya devam ederse, 2300’de 134 trilyona ulaşacak. Ama bu tamamen saçma. Kimse bunun olacağını tahmin etmiyor. 2005’te, BM dünya nüfusunun az çok stabilize olacağını ve 2200’de 10 milyara ulaşacağını tahmin ediyordu. Ancak Nature’da geçtiğimiz hafta yayımlanan bir makalede, dünya nüfusunun bu yüzyıl sonunda durması şansının % 88 olduğu belirtiliyor.
Başka bir deyişle, BM’nin projeksiyonunu kabul edersek, küresel nüfus % 50 oranında artacak ve sonra duracak. Bu demektir ki, küresel ısınmayı durdurmak % 50 zorlaşacak, dünyayı doyurmak % 50 zorlaşacak ve kaynakların aşırı kullanımını % 50 oranında daha zor önleyeceğiz. Ama bu artışı bir de ekonomik büyümeyle karşılaştırın.
Bir çok ekonomist, dönemsel resesyonlara rağmen, küresel ekonomi bu yüzyılda, her yıl % 3 oranında büyüyecek diye tahmin ediyor. Hükümetler bunu haklı çıkarmak için ellerinden geleni yapacaklar. Yüzde 3 oranında istikrarlı bir büyüme, her 23 yılda bir ekonomik faaliyetlerin ikiye katlanması demek. Bir başka deyişle 2100’de küresel tüketim % 1,600 oranında artacak. Imperial College’den Profesör Roderick Smith’in yaptığı hesaplara göre, 21. yüzyılda, insanoğlu ağaçtan indiği tarihten bu yana harcadığımız ekonomik kaynakların 16 kat fazlasını harcayacağız.
Yani ekonomik büyüme, bu yüzyılda nüfus artışından 32 kat daha büyük bir çevre meselesi olacak. Ve eğer hükümetler, bankalar ve iş dünyası böyle devam ederse, asla durmayacak. 2115’te, kümülatif toplam % 3200’e yükselecek, 2138’de ise % 6400’e çıkacak. Kaynaklar sınırlı olduğuna göre, tabii ki bu imkânsız, ama acil ve önemli tehdidin insan sayısı değil, ekonomik faaliyet olduğunu görmek zor değil.
Nüfusun tehlikeleri üzerinde duranlar, zamanın değiştiğini söylüyorlar: Sadece yoksul dünyadaki nüfus artışından endişe etmiyor, öncelikli olarak insanların çok daha fazla tükettiği zengin dünyadaki büyümeden de kaygı duyuyorlar. OPT’nin belirttiğine göre, “Bangladeşli birinin küresel çevreye etkisi, ABD’ye göç ettiğinde 16 kat artıyor.” Son göçmenlerin, ülkelerinde olduklarından daha fakir oldukları düşünülürse, bu kesinlikle pek doğru değil. Ancak genel durum şu: Zengin dünyada nüfus artışı göçlerle oluyor ve bu durum fakir dünyadaki nüfus artışından daha yıkıcı. ABD’de ve Britanya’da, ekolojik tutum, hangi göçmenin dövüleceği yolunda bir sopa haline geldi.
Ancak ABD’de ve İngiltere’de büyüme oranları atipik bir hale geldi. OPT bile 2050’de “birçok gelişmiş ülkede nüfusun 1,2 milyarda sabit kalacağını” kabul ediyor. AB 25’in (AB’ye katılan ilk 25 ülke) nüfusu 7 milyon düşecek.
Kabul ediyorum, bu, hükümetin nüfusunun 2050 yılında 61 milyondan 77 milyona çıkacağını tahmin ettiği İngiltere için biraz teselli edici. OPT’ye göre, buradaki büyümenin % 80’inin sonucu göçle doğrudan ya da dolaylı bağlantılı (son gelenler daha çok çocuk yapma eğiliminde). Britanya Migrationwatch, ülkedeki konut krizinde de sorumluluğun çoğunu göçmenlere yüklüyor. Sitedeki bir grafikte, 1997 ve 2004 yılları arasındaki yeni konut sayısının, onlar olmasa yılda 20 bin-40 bin fazla olacağı belirtiliyor.
Doğru mu bu? Ulusal İstatistikler Dairesi’ne göre, 1997-2004 arasında Britanya’ya net göç 153 bindi. Diyelim ki bu insanların % 90’ı İngiltere’ye yerleşti ve 2004 yılı için eve yerleşme oranları % 2.3 oldu. Bu yeni göçmenler için yılda 60 bin ev demektir. Hazinenin yayını Barter Review, en yakın tarih olan 2002’de 138 bin ev inşa edildiğini belirtiyor. 2000’e kadarki on yıl içinde ise eve yerleşme 196 bindi. Bu kaba hesaplama bile Migrationwatch’ın abarttığını gösteriyor. Ama göç hâlâ konut sorununda önemli bir etken. Ama Britanya’daki toplam nüfus artışı bile ev talebinin % 35’inden sorumlu. Kalanın çoğu ise evlerin azalmasından kaynaklanıyor.
Gerçekten büyüyen insan nüfusunun temel tehdit olmasıyla tek bir bağlantı var. Dünyanın yediği gıdanın, ağız sayısıyla doğrudan ilişkisi var. Tıka basa geçen yılların ardından, kilerler boşaldı ve tahıl fiyatları hızla yükseliyor. Diğer 3 milyar nasıl doyacak?
Burada, nüfus artışının acil durum olmadığı yerde bile, bir başka sektör hızla yayılıyor. BM Gıda ve Tarım Örgütü 2050 yılında küresel et üretiminin ikiye katlanacağını tahmin ediyor. İnsan sayısının iki buçuk katına çıkacak. 1980’den bu yana et üretimi üç katına çıktı: Çiftlik hayvanları bugün tüm tarım alanlarının % 70’ini kaplıyor ve dünyada yetişen tahılın üçte birini tüketiyorlar. Zengin ülkelerde kişi başına, fakir ülkelerden üç kat daha fazla et tüketiyor, dört kat daha fazla süt içiyoruz. Bu arada nüfus artışı, küresel gıda açığına neden olan etkenlerden sadece biri, en acili değil.
Bunların hiç biri aldırmamak anlamına gelmiyor. Nüfus artışının neden olduğu çevresel baskılar olmasa bile, önüne geçmek için gerekli tedbirleri almalıyız: küresel cinsel eğitim, doğum kontrolüne küresel ulaşım, daha iyi okul eğitimi ve yoksul kadınlar için daha iyi fırsatlar. İnsan nüfusunu sabitlemek ya da hatta azaltmak neredeyse bütün çevresel etkileri iyileştirecek. Ama okurlarımın çoğunun yaptığı gibi nüfus artışının ekolojik krizden sorumlu olduğunu öne sürmek, zenginlerin ulaştıkları yüzünden yoksulları sorumlu tutmaktır.
Türkçe'ye çeviren: Nuray Soysal