Merhaba kâinat!..
Başkan Bush, “Bıktım, usandım artık,” demiş. “Bu oyunlar ve aldatmacalardan bıktım, usandım.” Saddam Hüseyin’in silahlardan arındığına dair bir delil görememiş henüz Başkan ve zamanın da daralıyor olduğunu söylemiş.
O bunu söylerken Kofi Annan da denetçilerin daha fazla zamana ihtiyaçları olduğunu söylemiş.
Böyle karşılıklı konuşmalar devam ederken, bir gün, ya televizyonun karşısında, ya bir sohbet sırasında, ya yürürken etrafımızdaki konuşmalar arasında, Bağdat’a bombaların düşmeye başladığını duyacağız.
Çünkü Bush kararlı. Blair de öyle.
Gül de kararlı. Kararsızlık eleştirileri var malum, ama bunlar doğru değil. AKP Hükumeti, Türkiye’nin savaşa girmesini istemiyor ve bunu sağlamak için de uğraşıyor.
Uğraşın çetin geçmesinin sebebi açık. Türkiye’nin ABD’nin yanında ABD’nin istediği kadar yer almaması durumunda, savaş sonrası paylaşımın yapıldığı masanın kenarında “elinde palto”suyla bekleyeceğinden, Washington’ın telefonlarının “meşgul” çalacağından bahsediliyor çünkü. ABD’nin eski büyükelçisi Marc Parris böyle söyledi Recep Tayyip Erdoğan’a.
Başlıca enerji kaynağı petrol ve borçvereni IMF olan bir ülkenin hükumetinin ABD’nin savaşına katılmak istememesi de pek kolay olmuyor o zaman. En az katılmanın hesapları yapılıyor; katılmama durumunda kapanacak Amerikan musluklarının, yapılmış kontratları, o kontratların sahibi yatırımcıları, iş dünyasını, halkı nasıl etkileyeceği ve bu etkinin oy kaybıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağı hesap ediliyor.
Halbuki, TÜSİAD Başkanı Özilhan’ın ‘anlatmayı bilirseniz halk anlar’ varsayımından hareketle, belki de anlatmayı denemek lâzım:
Bu mesele siyasi değil insani bir meseledir (Sean Penn de aynen böyle söylüyor). Ayrıca, bu mesele, etik bir meseledir. Yani, bir tek kişinin ölecek olması ihtimali bile saldırıya karşı çıkılması için gerekli ve yeterli bir sebeptir. Bu noktada, ekonomik durumlarımızın bir süre daha kötü gidecek olması ya da ülke ekonomisinin de sıkıntıdan daha geç kurtulacak olması talî bir unsur halini almaktadır. Çünkü, bir savaştaki her bir ölüm, bizim çok yakınımızdaki bir insanın da bir gün bir başka savaşta ölmesi ihtimalini imlemektedir.
Bütün açıklığıyla ve samimiyetiyle bunun anlatılması belki de, savaşa karşı olduğunu söylemesine rağmen savaşa karşı gösterilerin kendisini pek ilgilendirmediğini düşünen insanların inandıkları ile yaptıkları arasındaki mesafenin kapanmasını sağlayacaktır.
Anlayacaktır, siz yeter ki anlatmasını bilin...
Tam da bunun için belki de, Ali Kırca şunları yazmaktadır Sabah gazetesinde: “Bu savaşı her kim destekliyorsa bu ülkede, her kim ki parsadan pay almayı hesaplıyorsa ülke adına, her kim ki, “üç koyup beş alalım", "masada bulunalım” diyorsa ısrarla ve iştahla... Yazanı, çizeni gazete sayfalarında ve ekranlarda yorumlar düzeni... Yazsınlar sözlerinin ve yazılarının altına çocuklarının isimlerini de... Ya kendi çocukları adına konuşsunlar... Ya da sussunlar sonsuza kadar!”
James Carroll, Boston Globe’da yayımlanan yazısında, entomolog (böcekbilimci) Edward O. Wilson’dan bir alıntı yapıyor: “Yaşam kalitesini belirleyen -ve ekilebilir arazi, besin maddeleri, temiz su ve doğal ekosistemler için gerekli alanlar da dahil olmak üzere- pek çok kaynak sonlu olduğundan, sabit aralıklarla tüketimin iki katına çıkarılması şoke edici bir süratle felaket getirebilir. Yenilenemez bir kaynağın henüz sadece yarısı kullanılmış olsa bile, tamamen tükenmesinden önce sadece bir aralık var demektir.”
Carroll, meşhur bilmeceye gönderme yapmış. Diyor ki, her gün bir önceki günün iki katı olacak şekilde büyüyen nilüferlerin bulunduğu bir göl, 30 gün içinde tamamen kapanacaksa kaçıncı günde yarısına kadar örtülmüş olur?
Cevap: 29’uncu gün!
“Ohoo, daha yarısı duruyor,” dediğinizin ertesi günü göl yok yani.
Biz hangi gündeyiz?..
Devamı yarın...