Merhaba kâinat!..
Birkaç dostumuzla, mütevazı bir sofranın etrafında ve saat geceyarısını gösterirken birbirimize sarılmayı ihmal etmeden girdik 2003 senesine...
Geç yatmadık, dolayısıyla geç de kalkmadık. Senede bir defa, hafta ortasında bir cumartesi-pazar yaşamanın duygusuyla rehavetimizin bizi fethine biraz daha izin verdik ve sonra gelip oturduk masamızın başına.
İlk günler çok çok rüzgârlı geçti, hatta fırtınalı... Ne fırtınası; kasırgalı!
Pasafik’teki Solomon Adaları arasında bulunan Tikopia ile Anuta’da, saatte 350 km.ye varan hızla esen bir kasırga, adadaki evlerin büyük bir bölümünün denize sürüklenmesine ya da kumla örtülmesine neden olmuştu. Kasırganın başladığı ilk saatlerde, adaya yaklaşabilmek mümkün değildi. Sadece, canını dişine takan bir haber kameramanı bir uçakla çok yukarlardan bakabildi adaya ve “Sanki atom bombası atılmış gibi,” diyebildi. Derken 5 gün sonra, adaya doğru ilk geminin yola çıktığı haberleri geldi. Daha önce yola çıkılamamasının nedeni, yakıt almak ve mürettebata ödemek üzere gerekli paranın bulunamamasıymış. Bu şaka değil; doğru. Sonunda, Avustralya bağışta bulunmaya karar vermiş de Solomon Adaları hükumeti yelkenlerin açılabilmesinin mümkün kılmış.
Bu dehşet verici hikayenin sebebi Zoe ve bilinen kasırgaların en büyüklerinden biri olarak geçti kayıtlara.
Zoe, kara bir ironi kabilinden, ‘hayat’ anlamına geliyor.
Bugünlerde, Britanya’da da şiddetli yağışlarla beraber ciddi sel uyarılarında bulunuluyor halka.
Böyle, haberlere bakıp dururken ne görsek?.. Nature dergisinin yeni sayısında yayımlanan bir makaleye göre yüzlerce hayvan ve bitki türü, küresel ısınmanın fena halde etkisi altındaymış. Kuşlar daha erken yumurtluyor, çiçekler daha erken açıyor ve memeli hayvanlar kış uykularına daha erken son veriyorlarmış artık. Sıcaklıktaki hızlı bir yükselişle birlikte, türler arasındaki bağlantılılığın zarar görmesi ihtimalinden bahsediyor biliminsanları ve bu da çok sayıda neslin tükenmesine yol açabilecekmiş.
Şimdi, görünüşe bakılırsa, biz aklıselim sahibi, doğaya adaptasyon ve o olmazsa doğayı kendimize her ne pahasına olursa olsun adapte etmek konusunda pek mahir olan insan evladı, gezegenemizin canına okuma faslının sonuna yaklaşıyoruz. Bu somut ve ‘ferahlatıcı’ bilginin ışığında, aslında savaş gibi gereksiz yorgunluklara hiç girmemek gerekirken Başkan Bush’un fikrinde bir değişiklik olmadığını görüyoruz.
Ama seçtiği kelimelerde tuhaf bir değişiklik var: Saddam’ın gün saymaya başlayacağı günlerin yaklaştığını söylemekle beraber, “Savaşmak zorunda kalmayacağımıza dair umutluyum,” gibi bir cümle de kurabiliyor.
Guardian gazetesi de, Başkan Bush’un bu hafif bilmecemsi edasını dün sezmiş ve bir başyazıya yer vermiş. Diyor ki: “Savaşı İptal Et”.
Yazının son paragrafı şöyle: “[Başkan Bush] bırakın dünyayı, kendi halkını bile Irak’ın bölgeyi ve dünyayı tehdit ettiğine ikna etmeyi başaramadı. BM denetimleri, Bush’un tahmin ettiğinin aksine, engellenmedi ve Irak’ın, silah programı hakkında yalan söylediğine dair kanıt bulunamadı. Kısacası, Bush’un haklı gerekçesi bulunmuyor. Eğer barış hakkında söylediklerinde ciddiyse ve eğer cesur ve kararlı bir liderlik sergilemek istiyorsa BM sürecinde sebat etmeli ve savaşı iptal etmelidir.”
‘Hikâyene kimse inanmadı’, diyor Guardian, Türkçe söylersek...
Çünkü, hikâyenin Bush’un anlattığı gibi olmadığını milyonlarca kişi kendi arasında konuşuyor dünya üzerinde ve Chomsky’nin de isabetle tespit ettiği gibi, bu durum, tarihte görülmemiş bir bir hâl alıyor. Yani, savaş karşıtlığı, savaş daha çıkmadan büyük boyutlara ulaşabiliyor.
24 Kasım günü ölen Amerikalı siyaset felsefecisi John Rawls, (Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Murat Borovalı’dan öğrendiğimize göre) ‘ahlâki açıdan kozmopolit’ bir dünya görüşünü savunuyor. Yani, Rawls, “(i) ahlâki açıdan eşit ilgi ve saygı gösterilmesi gerekenin insan olduğunu savunur: Öncelikli olan kişidir, etnik, kültürel, dini topluluk ya da millet değil; (ii) ilgi ve saygı her insan için eşit şekilde varolmalıdır, örneğin erkekler, beyazlar, aristokratlar vs. üstün tutulmamalıdır; (iii) son olarak da, eşit ilgi ve saygı herkes tarafından herkese gösterilmelidir, örneğin sadece aile bireylerine, kendi milletinden olanlara ya da aynı dindekilere değil," diyor. Bugün, etik sınırların ulusal sınırlarla ilgisi olmadığının en somut kanıtı olarak belki de, pek çok Iraklı olmayan kişi, Irak’a canlı kalkan olmaya gitmeye hazırlanıyor.
Son derece kaydadeğer bir durum bu.
Bavulu, teçhizatı hazırlayıp barış için savaş vermeye gidiyor insanlar. Aynen savaşa giden askerler gibi, gidip de dönmemek var.
Soyut bir kavramın somut bir yaptırıma dönüşmeye başladığı günlerdir, 2003’ün ilk günleri: Vicdan!
Devamı haftaya...