Merhaba kâinat!..
Son birkaç gündür Türkiye’nin zamanının daralmasıyla, gazete haberlerinde Irak’taki müstakbel savaşın haberleri de bolca yer almaya başladı.
Zamanın daralması, AKP Lideri Erdoğan’ın Başkan Bush tarafından kabul edildiği an başlamış meğer. Orada birinci dereceden misafir, yani devlet yetkilisi gibi ağırlanmanın bedelini gazetelerden öğreniyoruz. Başkan Bush demiş ki, 26 Aralık gününe kadar bize bir karar bildirin; Türkiye bu savaşın neresinde, nasıl olacak...
Hükumet bir yandan bu söz konusu mühletin baskısını yaşarken bir taraftan da verilecek karar ne olursa olsun mutlaka giyilecek ateşten gömleği en az yanıkla atlatmanın hesabını yapıyor.
Naçiz tefrikacılarınız, okudukları haberler arasından net bir neticeye varamadılar maalesef. ABD’ye bir taahhütte bulunuldu mu, bulunulmadı mı (ki imkânsız görünüyor), bulunulduysa hangi ölçüde?... ‘Müttefikimiz’ ABD ile işbirliği yapılması kaçınılmaz ise bu ‘işbirliği’ -Cengiz Çandar’ın dediği gibi- Amerikan askerinin Türkiye’de konuşlandırılması anlamına mı geliyor ya da onbinlerce Türk askerinin Kuzey Irak’a girmesi anlamına mı?... Hürriyet gazetesi, ABD’nin gelecek 5 sene boyunca merkez Diyarbakır olmak üzere Güneydoğu’yu 80 bin askeri için üs olarak kullanmak istediğini belirtiyor. Diğer gazetelerde ise, Çekiç Güç örneğinden hareketle, değil 5, on senenin bile buna yetmeyeceği ihtimali üzerinde duruluyor. NTVMSNBC sitesinde yer alan bir haberde ise ‘Lozan Formülü’nden bahsediliyor: “[...] Lozan anlaşması imzalanana kadar Türk ve İngiliz askerleri için geçerli olan ateşkes hattının olası Irak harekatı için de geçerli olması fikri ortaya atıldı. Bu formüle göre, eğer TSK Kuzey Irak’a girerse, Lozan Anlaşması sırasında çizilen ateşkes hattının ötesine geçmeyecek, Musul ve Kerkük’ün içine girmeyecek. Aynı durum Kürt gruplar ve İngilizler için de geçerli olacak. Musul ve Kerkük’e sadece sınırlı sayıda ABD askeri girecek. Ortaya atılan bu formülle oluşturulan pozisyonların, taraflara istemedikleri bir gelişme olduğu takdirde müdahale edebilme şansı verdiği de belirtiliyor. Konuya yakın kaynaklar, henüz bu formül üzerinde görüşlerin sürdüğünü, anlaşma noktasına gelinmediğini belirtiyorlar.”
Buyrun bakalım... Usame bin Laden ile El-Kaide şebekesinin Musul ile Kerkük’te olduklarına dair kesin istihbarat mı var?... 11 Eylül’den sonra, “dünyanın en tehlikeli teröristi”nin peşinde koşturulurken ne olduysa oldu ve bu iki şehire gelindi, dayanıldı; daha doğrusu kısa bir süre sonra dayanılacak gibi görünüyor.
Independent gazetesinden Adrian Hamilton’ın dile getirdiği gibi, oynanan pantomima tam anlamıyla mide bulandırıcı. Gazetelere bakmak istemiyoruz, haberleri dinlemek istemiyoruz, süper güç olmanın ‘büyük’ olmaya yetmediğini tekrar ve tekrar görmek, fark etmek istemiyoruz.
Meselenin Saddam isimli diktatör ile hiçbir ilgisinin olmadığını tekrarlamak istemiyoruz.
Şimdi biz, Iraklı olmadıkları halde Irak’ta kendilerini siper etmeye hazırlanan sivillerin nasıl olduklarını merak ediyoruz.
Şimdi biz, hiç tanımadıkları insanların ölmeleri ihtimalini azaltmayı kendine dert edinen insanların, bu gezegenin hangi kaynaklarından beslendiklerini merak ediyoruz.
Şimdi biz, sıkıntılıyız biraz; kısa kesiyoruz.