Merhaba kâinat!..
Dün, ‘neler oluyor’ diye sorduk; AKP lideri Erdoğan’ın baş döndürücü dış gezi temposu ile uğradığı duraklarda karşılaştığı olumlu hava sahiden ümit vericiydi. Gezilerin son durağı Almanya’da, Başbakan Schroeder’den beklediği kadar sıcak bir mesaj alamasa da bu turların, uzun bir zamandır fazlasıyla kaybolan diplomatik ilişkilerin tekrar canlandırılması bakımından büyük önem taşıdıkları konusunda hemen kimsenin kuşkusu bulunmuyor.
Bu iyimserlik yüklü hava, ‘hayırdır inşallah’ temkinliliğinden komplo paranoyalarına kadar uzanan bir yelpazede dile getirilen bir endişe yaratmış olsa da buna az sonra dönmek üzere başka bir sorundan söz edelim. Çok ciddi bir çevre sorunundan.
İspanya’nın kuzaybatısında, Atlas Okyanusu’nda seyir halindeyken fırtınaya yakalanarak petrol sızdırmaya başlayan Prestige isimli tanker, en sonunda ikiye bölünerek battı –tankerin isminin, başka bir yoruma imkân bırakmayacak kadar manidar olmasını nasıl açıklayabiliriz acaba?
Latvia’nın başkenti Riga’dan yola çıkan Prestige, 13 Kasım günü Finistere açıklarında SOS sinyali verdi. Fırtına ile dalgalar yüzünden kıpırdayamaz durumdaydı. Mürettebatan 24 kişi kurtarıldı; geminin Yunanlı kaptanı ile birkaç kişi güvertede kaldılar. Gemi kıyıdan 51 km uzaktayken gövdesinde 15 metrelik bir çatlak meydana geldi. Mürettebat geminin bir şeye çarptığını ve sızıntının ondan sonra başladığını belirtiyordu, İspanyol yetkililer ise çatlağı, metal yorgunluğuna ve geminin köhneliğine bağlamışlardı. Bu arada Prestij sürüklenerek kıyının 15 km yakınına geldi ve modern gemilerin aksine (1976 doğumluydu) iki omurgalı değil de, tek omurgalı olduğu için sızıntı kaçınılmazdı; arkasında kocaman, kara bir leke bırakarak geliyordu kıyıya doğru. 18 Kasım Pazartesi günü, Hollanda’dan gelen hurda şirketi Smit Tak geminin sızıntı yapan cephesini dalgalardan korumak için çalışmaya başladı. Bu arada, Portekiz ve İspanya, geminin kendi limanlarından birine çekilmesini istemediklerini açıkladılar; kendi balıkçılık ve turizm sektörleri zarar görmesin diye istemişlerdi bunu. Prestige, bunun üzerine güneybatıya doğru çekildi, ama gemiden sızmış bulunan petrol de aynı süre içinde kıyıya ulaştı. Ertesi gün, fırtına ve dalgalara daha fazla dayanamayan Prestige ortadan ikiye ayrıldı. Şimdi, 3 bin 600 metre derinde yatıyor parçaları. Deniz dibinin soğukluğunun yayılmayı yavaşlatabileceğini ummak istiyormuş yetkililer...
Prestige’in 77 bin tonluk petrol yükünün büyük bir bölümünün denize yayılmasının ardından yeni ve çok ciddi bir çevre felaketiyle karşı karşıya bulunduğumuz çok açık. Hele hele, deniyor, geminin kompartmanlarından birinin delinmeden batmış olması büyük bir şanstır. Çünkü, onun da yayılması durumunda, 1989 yılında Alaska açıklarında gerçekleşen Exxon Valdez faciasının iki katı bir etkiyle karşılaşılabilirmiş.
İspanyol yetkililer, halkın neredeyse tek geçim kaynağı olan balıkçılığı kıyı boyunca yasaklamışlar. Başbakan Aznar, ülkenin 10 yıldır beri yaşadığı en büyük gemi felaketinin üstesinden gelinmesi için her şeyin yapılacağını söylemiş.
Bu arada, bu durumda zerre kadar sorumluluğu bulunmayan kuşların, balıkların ve doğanın halini hiç anlatmayalım; ne bizim içimizden geliyor, ne de bir işe yarayacak...
Ortadoğu’ya baktığımızda, silah denetçilerinin başındaki Hans Blix denetlemelere hazırlanırken BM Genel Sekreteri Kofi Annan ile ABD yönetimi arasında bir çatışma yaşandığını öğreniyoruz. 1441 sayılı Güvenlik Konseyi kararının ihlal edildiğini söylemek için her fırsatı değerlendirmeye hazır olan Washington, uçuşa yasak bölgede Irak uçaksavar bataryalarının ateş açmasını bir ihlal olarak değerlendirmek istemiş. Bunun üzerine Annan da -artık dayanamış herhalde- “Konsey’in bunu bir ihlal olarak değerlendireceğini zannetmiyorum,” diye bir açıklamada bulunmuş. Ayrıca, Britanya dahil, konseyin diğer 14 üyesinden de destek gelmemiş ABD’ye.
Ortadoğu demişken İsrail’de, hükumetten istifalarının ardından muhalefete gelen İşçi Partisi’nin başına Hayfa valisi Amram Mitzna’nın geldiğini de söylemeden geçmeyelim. Eski Savunma Bakanı Benyamin Ben-Eliezer, oyların yüzde 54’ünün Mitzna’ya gittiğini gördükten sonra sayımın tamamlanmasını beklememiş artık. Mitzna, Filistin yönetimiyle barış konuşmaları yapılmasının kuvvetli bir savunucusu, ancak kamuoyu yoklamalarına bakılırsa İsrail’de yapılacak 28 Ocak seçimlerinde Ariel Şaron karşısında pek şansının olmadığı ifade ediliyor. Gene de, görevi alır almaz şunları söylemiş olması kulağa hoş geliyor: “Sanırım, sadece İşçi Partisi üyeleri değil, bütün İsrailliler sadece güç kullanarak değil, görüşmeler yoluyla da yeniden denemenin zamanı geldiğine inanıyorlar.”
...
Yukarıda, temkinden paranoyaya uzanan bir yelpazeden bahis açmıştık...
Medya çağının son büyük devrimi internet ortamında dolaşan ve naçiz tefrikacılarınıza da gönderilen sayısız mesajdan şöyle bir izlenim edinmek de mümkün: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmiş olması, Türkiye’nin karşılaşabileceği en büyük tehlikelerden biridir. Çünkü, AKP’nin gizli bir gündemi vardır; bir süre herkesin yüzüne gülecekler, sonra mürteci gündemin hortlamasına imkân vereceklerdir. İşin arkasında komplo vardır. Dolayısıyla, söylediklerinin hiçbirine inanmamalı ve dikkatli olmalıyız, vs...
Türkiye’nin, kendisine örnek gösterilen demokrasilere örnek teşkil edecek kadar parlak bir demokratik süreci işleterek seçimi tamamlamış olması takdirle karşılanmalıdır. Bunun tartışılacak bir yanı yok herhalde. Türkiye’nin öncelikli meselesi AB üyeliği (‘AB üyeliği’ diyerek hukukun üstünlüğü ile ifade özgürlüğüne vurgu yaptığımızı da belirtelim) ve ekonomik zorlukların aşılması olarak görünüyor. Bu iki amaca ilişkin son derece yapıcı ve olumlu icraat vaad edilirken endişenin mesnedini, nedenini anlamak mümkün değil maalesef.
Kimse kimseyi peşinen onaylamış değil ve yapılacak olan da son derece basit: İcraati yakından izlemek. Üstelik bunu Erdoğan bizzat talep ediyor.
Ani bir hararetin feveranıyla ‘serin gel yiğidim’ ikazına maruz kalmanın gereği var mı?
Devamı yarın...