Merhaba kâinat!
Çok sıcak!.. Bürolarda çalışırken, sokaklarda yürürken, otobüslere binerken ateşi yükselmiş gibi hissediyor insan kendini. Televizyonlar asfaltta yumurta pişirme deneyi yaptılar mı bu yaz; göremedik, ama meşrebine göre denizlere, havuzlara atlayanlar, çayırlara yatanlar, başlarından aşağı damacanayla su döktürenler eksik olmuyor ekranlardan. Temmuz ayında mevsim normalleri, 28 – 29 derece olarak bilinirken şu günlerde 4 – 5 derece fazlasını tecrübe ediyormuşuz. Rutubet de yüzde 100’e yakın oranlarda seyredince durulmaz oluyor hiçbir yer.
Tam da bu arada, İsrail’den bir intihar saldırısı haberi geldi. Aslında bir değil, iki intihar saldırısıydı haberi gelen. Aynı anda, onbeş metre arayla iki kişi kendilerini uçurdular bu sefer ve bunun yeni bir gelişme olduğuna da dikkat çekiliyor. Sonuç: Yedi ölü. Salı günü meydana gelen otobüs saldırısının ardından Ortadoğu’da yeni bir kan banyosunun eli kulağında olduğunu kestirmek güç olmamalı herhalde.
Saldırının gerçekleştiği yer ilginç. Tel Aviv’de, ucuz kafelerin, açıksaçık filmlerin gösterildiği sinemaların ve bilhassa İsrail’deki yabancı işçilerin kaldıkları yerlerin bulunduğu bir bölgede meydana geldi saldırı. Söz konusu yabancı işçilerin, işgal altındaki topraklardan gelen Filistinli işçilerin yerlerini almaları planlanıyormuş.
Orada bulunan işçilerden Romanyalı Dutu Raduyan, “Hayatımda böyle bir şey görmedim,” demiş ve ailesini alıp ülkesine geri döneceğini söylemiş... Küreselleşme ve serbest ticaret sayesinde gerçekleşmesi beklenen işgücü mobilizasyonundan bu kastedilen bu değildi sanırız.
Türkiye’de siyasi krizin hayırlara vesile olmasını beklerken iyi bir haber geldi; 3 Kasım’da erken seçim yapılmasına ilişkin karar piyasaları coşturmuş. Daha bir ay önce, erken seçimin ekonomiyi çok kötü etkileyeceği haberlerini okuduğumuzu hatırlayınca ne söyleyeceğini bilemiyor insan. Ancak, erken seçim hususunda -çok keyfe keder olmamakla birlikte- birkaç pürüz var.
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Tufan Algan, üç aydan evvel seçime hazırlanmanın mümkün olmadığını, ısrar edilmesi durumunda anayasal haklarını kullanarak seçimden uzak duracaklarını söyledi. Mesela, 4 senedir seçmen kütükleri yenilenmiyormuş. (Neden? Bilmiyoruz.) Bir de, 120 trilyon TL’lik bir bütçeye ihtiyaç varmış seçim için –ki bunu oluşturmak için çareler arıyormuş koalisyon ortakları.
Öte yandan, Algan’ın açıklamasına göre, Recep Tayyip Erdoğan ile Necmettin Erbakan’ın da (bağımsız bile olsalar) milletvekili seçilmeleri mümkün olamayacakmış. Kanun onu söylüyorsa öyledir, tamam, ama TÜSES’in (Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı) yeni araştırmasına göre şu anda seçim olsa Adalet ve Kalkınma Partisi’nin oy oranı yüzde 60 civarında görünüyor. Yani, seçmen iradesinin yüzde 60’ının sandığa yansımaması durumunda o seçimin kalitesi hakkında ne düşüneceğiz?
Bunların yanında bir soru daha var. ABD Savunma Bakan Yardımcısı Wolfowitz kolunun altında dosyalarıyla ülkesine döndü, ama Başkan Bush’un bütün kararlılığıyla Kasım ayında Irak’a saldırması durumunda Türkiye’de nasıl bir siyasi hava olacak acaba?
Bush, Irak’a açacağı savaş için Türkiye’yi yanına almak istiyor ve bunun için de maddi kozunu elinden geldiği kadar kullanıyor. Türkiye ise bu kozun karşısında bir ittifak bulmak zorunda ve bu da Avrupa Birliği gibi görünüyor.
Dolayısıyla, ekonomist Hasan Ersel’in söylediğini bir defa daha hatırlamakta yarar var: Bu defa seçimlerde siyasi partiler değil; bir anlamda, AB yanlılarıyla karşıtları yarışacaklar. 3 Kasım’ın, bir seçim günü olarak değil de bir referandum günü olarak öngörülmesinin nedeni de bu zaten.
Devamı yarın...