Merhaba kâinat!
Öğleden sonra birbiri ardına geldi istifalar... Cumhuriyet tarihinin en uzun ömürlü koalisyonunun kurucu partisi Demokratik Sol Parti’den bakanlar ve milletvekilleri, deyim yerindeyse, sapır sapır dökülüyordu. Başta (resmen) Başbakan Yardımcısı ve (gayriresmi olarak) Başbakan Ecevit’in sağkolu Hüsamettin Özkan olmak üzere, Kültür Bakanı İstemihan Talay, Devlet Bakanı Hasan Gemici, Devlet Bakanı Recep Önal ve yaklaşık 20 milletvekili partiden ve hükumetten istifa ettiler. Gerekçe olarak “güven sorunu” gösterildi. İstifa edenler, Başbakan’a ve DSP yönetimine güvenlerini yitirdiklerini ve Ecevit’e yönelik ‘çekil’ çağrılarına tepki göstermedikleri için eleştirilmekten usandıklarını dile getirdiler.
İstifa haberlerini duyuran televizyon kanallarında, bilinçaltımızın gedikli metaforu ‘deprem’ bolca telaffuz edilmeye başladı. Nitekim, ertesi sabah okuduğumuz gazetelerde de ‘deprem’ kelimesinden geçilmiyordu. Haberler elbette çok ‘yakından’ takip ediliyordu; akşam saatlerinde biraraya gelen müstafi partililer ile ‘hayırlı olsun’ demeye uğrayanlar Ankara’da bir restoranda toplanıyor, onları izleyen Habertürk televizyonu da masaya lavaş ekmeği, çeşitli kebaplar, kaburga ve pirzola servisi yapıldığını naklen aktarıyordu.
Aktarılan haberler arasında, ‘kilit isim’ olarak mütalaa edilen kabine üyelerinin neler yapacağıyla ilgili öngörüler de vardı. Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş, istifasından hemen sonra Hüsamettin Özkan’ı aramış ve görüşmek istediğini bildirmiş, Göcek’te tatilde bulunan Dışişleri Bakanı İsmail Cem de hemen Ankara’ya dönmüştü. Hüsamettin Özkan ile birlikte istifa edenlerin yer alacakları, muhtemel bir ‘yeni oluşum’ için Derviş ile Cem’in kararlarının son derece önemli olduğu ifade ediliyor. Ve tefrikacılarınız şu naçiz satırları yazarken gerek DSP karargâhında, gerek Hüsamettin Özkan cephesinde hummalı bir görüşme trafiği devam ediyor.
Elbette bu arada, boşalan bakanlıkların yerine atamalar yapıldığını ve bu atamaların, Başbakan Ecevit’in partideki bu büyük çözülmeden sonra da çekilmeyi düşünmediğine ilişkin işaretler olduğunu söylemek mümkün.
Peki neler oluyor?..
Siyasetbilimci Şahin Alpay’ın Açık Gazete’ye söylediği gibi, öncelikle, hem Ecevit’siz, hem de Bahçeli’siz bir koalisyonun arayışlarının başladığını söylemek mümkün. Başbakan’ın sağlık durumunun ekonomik gidişatı nasıl etkilediğini yeniden anlatmaya gerek yok. Ekonomik program kadar önemli, hatta programın temel zeminini oluşturan Avrupa Birliği çalışmaları ise, malum, Bahçeli’nin özellikle idam cezası ile anadilde eğitim konularındaki muhalefeti yüzünden fena halde aksıyor. O halde, iki büyük engeli ‘bertaraf ederek’ yola devam etmekten başka çare görünmüyordu sanki... Bu eğilimin ipuçlarının geçen günlerde ortaya çıktığı da belirtiliyor: Derviş’in, Ecevit’e yönelik, “Sağlığınız ekonomiyi kötü etkiliyor,” sözü ile Mesut Yılmaz’ın “Doktor raporu alın,” önerisinin hiç de boşuna olmadığı söyleniyor. Öte yandan, Bahçeli de birdenbire ‘3 Kasım tarihinde erken seçim’ çağrısı yaparak MHP’siz bir koalisyon arayışı oyununu bozduğunu anlatıyormuş kurmaylarına. Alpay, bunun yanı sıra, istifa sahiplerinin batmakta olan DSP gemisini ilk terk edenler olduklarını da belirtti.
Türkiye’de, istifa edenlerin bir ‘yeni oluşum’ peşinde olmaları için en makul neden de hemen bütün kamuoyu yoklamalarında yüzde 40 civarında görünen kararsız oylar olmalı. Kararsız oylardan sonra en fazla oy sahibi parti ise (milletvekili olma yasağı bulunan) Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) görünüyor. Yani, bir erken seçimden birinci parti olarak olarak çıkması muhtemel bir başka ‘yeni oluşum’. Lakin, bu yeni oluşumun bir benzeri iktidardayken 28 Şubat’ı yaşamıştık, hatırlayacaksınız. Son olaylarla ilgili olarak yabancı basın da bunun üzerinde ısrarla duruyor zaten.
O halde, erken seçim şartıyla kurulacak bir koalisyona destek olacağını söyleyen Erdoğan’ın bir tek talebi olacaktır; üzerindeki yasağın kaldırılması.
Şimdi, bütün bunlar ve bunlardan başka daha pek çok değişkenin arasında sürüp giderken siyasetin satrancı, Hüsamettin Özkan’ın istifası olanca ilginçliğiyle duruyor orta yerde. İlginç, çünkü istifa mekanizmasının işletilmesinin akla getirebileceği ‘onurlu adım’ın yanı sıra bazı başka sorular da mevcut.
Özkan, istifasını açıklarken başka bir açıklama yapmadı, ama ertesi gün merkez medyada Ecevit ile konuşmasının teferruatını telezzüz etme fırsatını bulduk. “Beraber çekilelim,” demiş Özkan Başbakan’a. Cevap alamayınca, “O halde istifa edeyim,” demiş. Buna müspet cevap almış. Bunun üzerine, Ecevit’e ait bilumum evrakın (Ecevit’in vasiyeti, maaşlarının yatırıldığı Ziraat Bankası hesap cüzdanı, Or-An semtindeki iki evin tapusu, vergi beyannameleri ve artan para...) bulunduğu ve kendisinde emaneten duran çantayı iade etmiş ve “Allah şifa versin,” dedikten sonra ayrılmış. Vefasızlığa çok kırgınmış ve 11 seneden sonra artık ‘siyasete girmeye’ karar vermiş.
Yani, bunca zamandır Başbakan Yardımcısı sıfatıyla siyaset yapmıyormuş da şimdi başlayacakmış Sayın Özkan. İyi... de basınla hemen hiç konuşmayan, dolayısıyla herhangi bir konudaki siyasi görüşü cümlenin meçhulu olan, buna rağmen basın, iş âlemi, koalisyon partileri ve Genelkurmay ile ilişkileri son derece olumlu olan (Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu ile bir öğlen yemeği yenmişti geçen hafta) bir ‘yeni’ siyasetçinin ‘oluşum’u neye benzeyecektir acaba? Bir de, basınla konuşmayıp konuşmayıp sonra da Başbakan ile görüşmenin özel ayrıntılarını sızdırmanın anlamı nedir? Özkan’ın yeni girdiği ‘siyaset’ alanı böyle davranışlarla mı tanımlanıyor? Yoksa, “Artık siyasete giriyorum,” derken ‘siyaset’ kelimesinde kulağa çalınan olumsuz yananlamın gerekçesi bu olabilir mi?.. Olumsuz bir yananlamı varsa ‘siyaset’in, Özkan’ın peşisıra istifa edenler ne düşünüyorlar?
Gene de kafa yormamak lazım böyle sorularla; hem basın, hem diğer partiler, hem iş âlemi, hem de Genelkurmay ile arası iyi bir ‘manevi oğul’ ‘duygusallığı kapıda bıraktı’, ‘siyaset’e soyundu ve İslamî kesimin iktidara gelme ihtimali de kontrol altına alındı. Dolayısıyla, iyidir... Her şey iyidir...
Devamı yarın...