Mutluluk denen hayalet

Dünya Basınından
-
Aa
+
a
a
a

15 Eylül 2011Taraf Gazetesi

Sanki güzelliğin sözlükten kalkıp da canlanmış hali gibi... Bazı insanlar, işte tam da böyledir. Işığın insan hali gibi, mekândan büyük, dünyadan büyük; birçok küçük detayları da, büyüklüklerinin ince ayrıntılarıdır.

Şehirlerin bazı gizli büyülü güzel yerleri vardır. Bazı zamanlarda sihir gibi ortaya çıkarlar. Mesela, İstanbul’da Arnavutköy’de, sahildeki caminin yanından dolanınca aniden yokuşlanan dar sokağın geceyarısına doğru hali gibi... Birden caddenin gürültüsü, Boğaz’ın trafiği yok olur, İstanbul ıssızlaşır, ağaçlar altında bir cenneti saklar.

Bu sokakta ve Arnavutköy’ün birçok sokağında, bir elinde bir kocaman damacana bir elinde su kapları incecik, altından bir gölge görebilirsiniz. Bu kızın adı Zeynep Mertoğlu’dur ve tek başına, kocaman bir manifesto gibi dolaşır Arnavutköy’ün Arnavut kaldırımlarında. Zeynep, kediler susuz kalmasın diye dert edinip, belli köşelere suları bırakır.

Onun gibi, diğer canlıların, çevrenin, dünyanın canının yanmasını engellemeyi dert edinenler sayesinde, cehennemî hayatlara “umut” diye bir çiğdem konuyor. Gözün kenarından süzülen tek damla yaş gibi bir elmastan çiğdem... Çiğdemin içinde yıldız yıldız, yakamoz yakamoz, ışıl ışıl bir mutluluk...

Mutluluk denen tuhaf hayalet, bir köşede belirip göz kırpıyor sonra yok oluyor, sonra yaklaşıp insanı birden kucaklayıp ardından ayazda bırakıyor; hayat, bu hayaletin peşinde biteviye yürünen sonsuz bir çöl mü?

Mutluluk bir yemek tarifi olsa içinde neler olurdu, malzemeleri nelerden oluşurdu? Ocakta kaynayan reçeller, fırınlanan salçalar, turşulanan sebzeler, güneşe serili biberlerin dağınıklığında bir yaz sonu mutfağı ve terasında, bir de bir gazete haberi köşeye atılı duruyor.

ABD’de, Illinois Üniversitesi’nde psikoloji profesörleri Ed Diener ve Louis Tay, 2005 ve 2010 arası 123 ülkede Gallup tarafından toplanan verileri inceleyerek, mutluluğun tarifini bulmaya çalışmışlar.

Araştırmacılar, Abraham Maslow’un psikolojinin temel teorilerinden olan “ihtiyaçlar hiyerarşisi” kuramını gözden geçiriyor. Maslow’un, 1954’te öne sürdüğü bu tez, mutluluğa giden yolu bir piramit olarak tasavvur etmişti.

Yani, mutluluğa ulaşmak için öncelikle kilit şartlar yerine geliyor olmalıydı; aç, susuz, sağlıksız mutluluk olmazdı. “Dünyevi varlığı” edindikten sonra, sahip olunanların korunaklı olması, güvenlik ihtiyacının tatmin olması geliyordu. Ardından sevgi, dostluk gibi daha ruhani ihtiyaçları karşılamak, onun da ardından saygı ve başarıya ulaşmak piramidin daha üst katlarıydı.

En üstteki “kozmik üçgene” ulaşmak, kendi değerlerini oluşturan, hayata anlık ve yaratıcı yaklaşan, “gerçekle sahteyi”, “yanlışla doğruyu” ayırt edebilen bir keskin bilinç ve zihin berraklığına sahip, sosyal çerçevelerin esiri olmayan, özgür ama kendine odaklanmayan, duyarlı bir insan haline gelmektir, mutlu olmak ve etmek demektir; diyor Maslow.

Çok da kolaymış mutluluk yani Sayın Maslow! Zaten sizin de, fevkaladenin fevkinde bu piramit zirvesine layık bulduğunuz kişilik ola ola Albert Einstein...

Einstein’dık da biz mi mutlu olamadık dememize gerek yok neyse ki...

 Diener ve Tay’in araştırmasına göre, mutluluğun sırrı şöyle; mutlu olmamız için her koşul varken mutlu olamayabilir ya da koşullar son derece elverişsizken çok da mutlu olabiliriz. “Dünyanın bilincine varmış bir Nirvana” haline ulaştım derken, aslında “zırvana” veya “zıvana” noktasında da olabiliriz.

Mutluluğa duble yol otobanla değil de, daha zikzaklı dar bir dağ patikasından gidildiğinin farkına varırken de, bitap ve “mutlu”.

“Mutluluk, kendini iyi hissetmekle ilgili, koşullardan bağımsız, maddiyatla, fiziksel şeylerle yani mesela güzellikle hatta sağlıkla orantısız” diye düşünüyor Diener ve Tay.

İnsanların mutluluğu konusunda fikir yürütmeyi dert edinen psikologlar kadar tıp uzmanları, özellikle de nörologlar var. Bilim dünyası, söz konusu “mutluluk” olunca, özüne dönüyor ve aslında ilmin yapıtaşı felsefeye ihtiyaç duyuyor.

Avustralya’da Sydney’de, tanıtımı “hayat mutlu olmamak için çok kısa...” sözleriyle yapılan bir bilim merkezi olan Happiness Institute (Mutluluk Enstitüsü) da, mutluluğun hesapsız kitapsız bir şey olduğu düşüncesinde; ne olmadığını bilmek kolay da, ne olduğunu bilmek, bulmak, yakalamak ve korumak zor.

Bu yüzden de belki, mutsuzlukla mutlu olmayı seçiyoruz çoğumuz.

Örneğin, hiçbir devlet aslında savaşmayı istememeli, mantıken. Ancak, İsrail-Filistin meselesi, Türkiye’nin hâli gibi on yıllara uzayan, on binlerin yaşamına mal olan çatışmalar, adeta tiryakilik yaratıyor.

Ohio Devlet Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Jennifer Mitzen’ın, “devletlerde ve toplumlarda tiryakilik yaratan savaş ve çatışma hallerine” yönelik tezi çok çarpıcı. Mutsuzluğu, huzursuzluğu onlarca yıl özenle, sabırla büyütmek, bir kimlik haline getiren ülkeler var. Barış, mutluluk öyle bir “bilinmeyen”, “korkulu rüya” haline geliyor ki, rutin mutsuzluğa, beter düzene yapışıp kalıyoruz.

Türkiye olarak halimiz bu mu; olmak zorunda mı?

Sanki güzelliğin sözlükten kalkıp da canlanmış hali gibi... Bazı insanlar, işte tam da böyledir. Işığın insan hali gibi, mekândan büyük, dünyadan büyük; birçok küçük detayları da, büyüklüklerinin ince ayrıntılarıdır.

Şehirlerin bazı gizli büyülü güzel yerleri vardır. Bazı zamanlarda sihir gibi ortaya çıkarlar. Mesela, İstanbul’da Arnavutköy’de, sahildeki caminin yanından dolanınca aniden yokuşlanan dar sokağın geceyarısına doğru hali gibi... Birden caddenin gürültüsü, Boğaz’ın trafiği yok olur, İstanbul ıssızlaşır, ağaçlar altında bir cenneti saklar.

Bu sokakta ve Arnavutköy’ün birçok sokağında, bir elinde bir kocaman damacana bir elinde su kapları incecik, altından bir gölge görebilirsiniz. Bu kızın adı Zeynep Mertoğlu’dur ve tek başına, kocaman bir manifesto gibi dolaşır Arnavutköy’ün Arnavut kaldırımlarında. Zeynep, kediler susuz kalmasın diye dert edinip, belli köşelere suları bırakır.

Onun gibi, diğer canlıların, çevrenin, dünyanın canının yanmasını engellemeyi dert edinenler sayesinde, cehennemî hayatlara “umut” diye bir çiğdem konuyor. Gözün kenarından süzülen tek damla yaş gibi bir elmastan çiğdem... Çiğdemin içinde yıldız yıldız, yakamoz yakamoz, ışıl ışıl bir mutluluk...

Mutluluk denen tuhaf hayalet, bir köşede belirip göz kırpıyor sonra yok oluyor, sonra yaklaşıp insanı birden kucaklayıp ardından ayazda bırakıyor; hayat, bu hayaletin peşinde biteviye yürünen sonsuz bir çöl mü?

Mutluluk bir yemek tarifi olsa içinde neler olurdu, malzemeleri nelerden oluşurdu? Ocakta kaynayan reçeller, fırınlanan salçalar, turşulanan sebzeler, güneşe serili biberlerin dağınıklığında bir yaz sonu mutfağı ve terasında, bir de bir gazete haberi köşeye atılı duruyor.

ABD’de, Illinois Üniversitesi’nde psikoloji profesörleri Ed Diener ve Louis Tay, 2005 ve 2010 arası 123 ülkede Gallup tarafından toplanan verileri inceleyerek, mutluluğun tarifini bulmaya çalışmışlar.

Araştırmacılar, Abraham Maslow’un psikolojinin temel teorilerinden olan “ihtiyaçlar hiyerarşisi” kuramını gözden geçiriyor. Maslow’un, 1954’te öne sürdüğü bu tez, mutluluğa giden yolu bir piramit olarak tasavvur etmişti.

Yani, mutluluğa ulaşmak için öncelikle kilit şartlar yerine geliyor olmalıydı; aç, susuz, sağlıksız mutluluk olmazdı. “Dünyevi varlığı” edindikten sonra, sahip olunanların korunaklı olması, güvenlik ihtiyacının tatmin olması geliyordu. Ardından sevgi, dostluk gibi daha ruhani ihtiyaçları karşılamak, onun da ardından saygı ve başarıya ulaşmak piramidin daha üst katlarıydı.

En üstteki “kozmik üçgene” ulaşmak, kendi değerlerini oluşturan, hayata anlık ve yaratıcı yaklaşan, “gerçekle sahteyi”, “yanlışla doğruyu” ayırt edebilen bir keskin bilinç ve zihin berraklığına sahip, sosyal çerçevelerin esiri olmayan, özgür ama kendine odaklanmayan, duyarlı bir insan haline gelmektir, mutlu olmak ve etmek demektir; diyor Maslow.

Çok da kolaymış mutluluk yani Sayın Maslow! Zaten sizin de, fevkaladenin fevkinde bu piramit zirvesine layık bulduğunuz kişilik ola ola Albert Einstein...

Einstein’dık da biz mi mutlu olamadık dememize gerek yok neyse ki...

 Diener ve Tay’in araştırmasına göre, mutluluğun sırrı şöyle; mutlu olmamız için her koşul varken mutlu olamayabilir ya da koşullar son derece elverişsizken çok da mutlu olabiliriz. “Dünyanın bilincine varmış bir Nirvana” haline ulaştım derken, aslında “zırvana” veya “zıvana” noktasında da olabiliriz.

Mutluluğa duble yol otobanla değil de, daha zikzaklı dar bir dağ patikasından gidildiğinin farkına varırken de, bitap ve “mutlu”.

“Mutluluk, kendini iyi hissetmekle ilgili, koşullardan bağımsız, maddiyatla, fiziksel şeylerle yani mesela güzellikle hatta sağlıkla orantısız” diye düşünüyor Diener ve Tay.

İnsanların mutluluğu konusunda fikir yürütmeyi dert edinen psikologlar kadar tıp uzmanları, özellikle de nörologlar var. Bilim dünyası, söz konusu “mutluluk” olunca, özüne dönüyor ve aslında ilmin yapıtaşı felsefeye ihtiyaç duyuyor.

Avustralya’da Sydney’de, tanıtımı “hayat mutlu olmamak için çok kısa...” sözleriyle yapılan bir bilim merkezi olan Happiness Institute (Mutluluk Enstitüsü) da, mutluluğun hesapsız kitapsız bir şey olduğu düşüncesinde; ne olmadığını bilmek kolay da, ne olduğunu bilmek, bulmak, yakalamak ve korumak zor.

Bu yüzden de belki, mutsuzlukla mutlu olmayı seçiyoruz çoğumuz.

Örneğin, hiçbir devlet aslında savaşmayı istememeli, mantıken. Ancak, İsrail-Filistin meselesi, Türkiye’nin hâli gibi on yıllara uzayan, on binlerin yaşamına mal olan çatışmalar, adeta tiryakilik yaratıyor.

Ohio Devlet Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Jennifer Mitzen’ın, “devletlerde ve toplumlarda tiryakilik yaratan savaş ve çatışma hallerine” yönelik tezi çok çarpıcı. Mutsuzluğu, huzursuzluğu onlarca yıl özenle, sabırla büyütmek, bir kimlik haline getiren ülkeler var. Barış, mutluluk öyle bir “bilinmeyen”, “korkulu rüya” haline geliyor ki, rutin mutsuzluğa, beter düzene yapışıp kalıyoruz.

Türkiye olarak halimiz bu mu; olmak zorunda mı?