4 Nisan 2005Radikal Gazetesi
NEDEN? Süleyman Seyfi Öğün Türkiye bir tepkiler topluluğu. Biz sorunlarımızı belli programlar ve planlar içinde halledemiyoruz galiba. Bir anda olaylar oluyor ve biz onlara tepkiler veriyoruz. Sonra oturuyoruz, 'Biz bu tepkiyi niye verdik' diye tartışmaya başlıyoruz. Son bayrak olayında da öyle bir milliyetçi tepki patladı ki, hep birden bu tepkinin kaynağını ve sebeplerini araştırmaya başladık. Çünkü bu son olay, daha sonra olabilecekler hakkında ciddi bazı ürküntüler de yarattı. Milliyetçilik konusunda Türkiye'de çok değişik düşünceler ve görüşler dile getiriliyor. Bazıları milliyetçiliğe karşı çıkarken, bazıları da 'Benim milliyetçiliğim iyi, diğerinin milliyetçiliği kötü' gibi ayrımlarla konuya yaklaşıyor. Türkiye'de ve dünyada milliyetçiliğin köklerini, nedenlerini, toplumsal kimliklerle siyasetin ilişkisini siyaset bilimci Prof. Süleyman Seyfi Öğün'le konuştuk. Türk politik kültürü ve milliyetçilik üzerine kitaplar yayımlayan, Uludağ Üniversitesi'nde Türk siyasal hayatı ve sosyoloji dersleri veren Prof. Öğün'den epey tartışmaya neden olabilecek cevaplar aldık. Milliyetçilik dalgası yükseliyor gibi görünüyor. Yükseliyor mu gerçekten? Milliyetçiliğe dair farkındalık yükseliyor. Milliyetçiliğin tansiyonu artıyor. Ama bundan, uyuyan bir dev uyanıyor, teskin edilmiş bir şey artık teskin edilemez hale geliyor anlamı çıkarılmamalı. Çünkü milliyetçilik sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada 200 yıldır var zaten. Zihinlerimizi, ruhlarımızı kuşatan bir nebula gibidir milliyetçilik. Sadece ideoloji değildir. Bu bir habitustur, spordan eğitime kadar bir alışkanlıklar dünyasıdır. İşte bu milliyetçilik nebulası küreselleşmeyle birlikte 1980'lerden bu yana bütün dünyada daha görünür hale geldi. Milliyetçilik, dünyada olduğu gibi bizde de, günlük hayatta yükselişte ve bizi kuşatmış durumda. Milliyetçilik bizde küreselleşme yüzünden mi yükseliyor? Hayır, milliyetçilik sadece küreselleşme oyununda kaybedenlerin, tutunumsuzlaşanların, kendine kök arayan insanların canlandırdığı bir şey değil. Milliyetçilik sadece milliyetçilerden sorulan bir politik mesele de değil. Sadece Türkiye'ye özgü de değil. Bugün bütün dünyada ulusallık teneffüs ediliyor. Ulusunu, devletini kurmuş, hukukun, hakkın, yükümlülüklerin, özgürlüklerin belli olduğu, istikrara kavuşmuş ülkelerde, mesela Fransa'da, milliyetçiliğin artık yatıştığı gibi bir yanılsama var. Hiç öyle değil. Bu ülkelerde de alışkanlıklara dayanan bir günlük hayat milliyetçiliği, çok masum bir çizgiden çıkıp çok saldırgan bir çizgiye gelebilir. Bir nümayiş olarak başlayabilir ve arkasından başka şeyler çıkabilir. Çünkü sermaye ve mallar serbestçe dolaşırken, emek dolaşamadığında bu olur. Ne olur? Sermaye, emekle kıyaslandığında çok daha kolay oraya, buraya gidebilir. Bunu Marx da görmüş. Onun enternasyonalizm fikri zaten buydu, ama başarılamadı. Çünkü emek mahalli kaldı. Emek mahalli kaldığı zaman, emeği kontrol eden ulus-devlet, toplumsallığın çok önemli parçasını kontrol ediyor demektir. Küreselleşmede hiç tartışılmayan bir mesele bu bugün. Nasıl olur? AB, kendi üyeleri arasında emeğin sermaye gibi serbest dolaşımını hedeflemiyor mu? Ama Türkiye gündeme geldiğinde bu problem oluyor. 1991'de Avrupa göç bakanlarının toplantısında çok yüksek kotalar çıkarıldı. Milliyetçiliği 200 yıldır gündemde tutan şey, sermayenin sınır tanımazlığına karşı, emeğin sermaye gibi sınır tanımaz hale gelememesi ve küresel bir emek pazarının oluşamamasıdır. Bu paradoks çözülmediği sürece milliyetçilik dünyada sürer ve dünya milliyetçiliğin üzerine oturur. Türkiye'de milliyetçiliğin artışıyla ilgili beni kuşkuya düşüren bir olay var. Biz iki çocuğun Türk bayrağını yere attığını gördük. Ama öyle ciddi bir tepki olmadı. Ancak sonra Genelkurmay bildirisi yayımlandı ve ortalık birbirine karıştı. Gerçek bir tepki, Genelkurmay'ın işaretini bekler miydi? Bekleyebilir de... Günlük hayat milliyetçiliği diye bir şey var. Bu milliyetçilik bizi her yandan sembollerle kuşatıyor. Böyle bir yerde Genelkurmay bildirisi bazı uyarıcılar bazında rol oynamış olabilir ama... Tepkiler gerçek mi, değil mi diye ayırmak güçtür. Sonuçta kitlesel nümayişler oldu. Kitlesellik bir kez ortaya çıktığında bunun ne kadarı manipülatif, ne kadarı tamamen gönüllü, ölçemeyiz. Üstelik bu ülkede insanlar çok disorganize yaşarlar. Bir şey tetikler bizi ve tepki sonra gelebilir. Türk milliyetçiliği ile militarizm arasında nasıl bir bağ var? Milliyetçilikle militarizm dünyada her yerde yapışık kardeşlerdir. Düzenli, disiplinli, tutunumlu yaşamak ilkelerinde kolay bağdaşırlar. Çünkü bu ilkeler büyük çoğunluk için hayatı kolaylaştırır. Kurallara uyarsanız rahat edersiniz. Bir millet vardır ve o milleti benzerlikler bir arada tutar. Farklılıklar o kadar önemli değildir. Ancak bir tehdit algılamasının konusu olduğunda önem kazanır. Mesela ABD için bugün tehdit algılaması Müslüman olandır. Türkiye'de de duruma göre değişir bu. 6-7 Eylül olaylarında tehdit algılaması gayrimüslimlerdi. Zaman içinde Türkiye'deki tehdit algılaması, yeri gelir Kürtlerdir, yeri gelir Alevilerdir, yeri gelir İslamcılardır. Mesela ayrılıkçı veya otonom Kürt hareketiyle ilgili tehdit algılaması mümkündür. Peki Genelkurmay Türk milliyetçiliğini harekete geçirirken, bu ülkenin Kürt vatandaşlarını dışladığını ve bir anlamda halkı böldüğünün farkında değil mi? Burada özel olarak Kürtlerin dışlanması diye bir şey yok. Öyle Kürtler vardır ki bu ülkede, devletine son derece sadıktır. Onları sırf sen Kürtsün diye dışlamaz. Onu da içine alır. Ulus-devlet denilen şey de sonuçta, özgürlükler, haklar ve yükümlülükler üzerinden bir toplumun devlete sadakatidir. Her ulus-devlet kendisine tabi yurttaşlar ister. İtaatkar, ulus-devletin ideolojisini onaylayarak mutedil yaşayan, farklı olmak istemeyen, ortalama, vasat, sadık yurttaşlardır bunlar. Bunun dışındaki her şey ulus-devletin tepkisini çeker. Vatandaşlarının bir bölümüne 'sözde vatandaş' diyebilir, öyle mi? Diyebilir. Bunu böyle demez, başka türlü de diyebilir. Çünkü kültürler, kimlikler üzerinden siyaset yapılması bu tip gerilimler doğurur. Bu söz garip ve şaşırtıcı bir söz değil. Milliyetçilik nebulasının olduğu bir dünyada, Amerika'da da, Fransa'da da söylenebilecek bir sözdür bu. Mesela 'AB, Hıristiyan kulübü olsun' demek nasıl bir şey peki sizce? Bunu orada siyasetçi dile getiriyor. Bir başka siyasetçi de aksini söylüyor. Ama bütün vatandaşların genelkurmayı olması gereken bir kurum, burada bazı vatandaşlar için 'sözde vatandaş' diyor. Bu normal mi sizce? Devletin kurumları siyasetten ari şeyler değildir ki. Onlar da söz söyleme gereğini duyabilirler belli bir durumda. 'Sadık yurttaş dışındaki her şey ulus-devletin tepkisini çeker' dediniz. Demokrasinin gelişmesiyle ulus-devletin kavramları ve tanımları da değişmiyor mu sizce? Değişebilir. Ama eğer siz demokrasinin işleyişini kültürlerin baskılarına açarsanız ve kültürler 'Biz de politik olarak temsil edilelim' demeye başlarsa, siyaset yapmanın imkânsız hale geleceği noktalara doğru gidersiniz. Yani kültürler, kimlikler üzerinden siyaset yaparsanız, bütün insanlık durumlarını, bireyin problemlerini, 'Ben Kürdüm. Benim kültürüm Kürt kültürü' diyerek Kürtlük üzerinden formüle etmeye başlarsanız, biri de kalkıp 'Sen Kürtsen, ben de Türküm' diyecektir. Burada esas problem kültürler, kimlikler üzerinden siyaset yapılmasıdır. Ama postmodern dünya, kültürü öncelemek ve politikayı kültüre tabi kılmak yönünde geliştiğinden sıkıntılar yeniden böyle nüksediyor işte. Ne gibi? Çünkü kültür ayrıştırıcıdır. Siyaset ise birleştiricidir. Tabii ki Türkiye'de bireysel haklar özgürlükler alabildiğine sınırlandırılmış durumda. Bu yüzden ağır sorunlar yaşanıyor ama, biz insanlık durumunun meselelerini, eşitsizliği, sömürüyü, yoksulluğu, işsizliği, baskıyı insanın problemleri olarak mı tartışacağız? Yoksa bunları bir Kürt, bir Alevi meselesi olarak mı tartışacağız? Esas soru bu. Bireyin sorunlarını özel kültürel bağlamlar üzerinden tartışmak lükstür, boştur. Kimlikler üzerinden siyaset yapmak bizi eninde sonunda tıkanacağımız bir noktaya götürür. Türk milliyetçiliğinin bu kabarması karşısında Kürt vatandaşlar ne hissediyor sizce? Bu, onlar için biraz ürkütücü olmuyor mu? Ürkütücü olur. Türkler için de Kürt milliyetçiliği çok ürkütücüdür. Her milliyetçilik diğerini ürkütür. Zaten milliyetçilik ürkütmek, sindirmek için vardır. Milliyetçilik bir meydan okumadır. 'Ben Kürdüm' dedikten sonra, kalkıp boşuna 'halkların kardeşliği' falan demesinler. Çünkü Kürdüm demekle kendine bir daire çiziyorsun. 'Ben Türküm' dediğiniz zaman ne oluyor peki? Bunu belli bir etnikliğe dayandırıyorsanız, Kürt ya da Türk kimliği fark etmez. Dışarılayıcısınızdır. Dost, düşman ayrımını yapıyorsunuz demektir. Milliyetçiliğin her türlüsü çok tehlikeli. Türklük ya da Kürtlük üzerinden siyaset yapmak aynı sonuçları doğurur. Kabaran Türk milliyetçiliği Kürt milliyetçiliğini de güçlendirir mi? Güçlendirir. Kürt milliyetçiliği de, Türk milliyetçiliğini güçlendirir. Bunun önünü alamazsınız. Kültürler üzerinden siyaset yapmayalım. Türkiye'de devletin kendisi kimlikler, kültürler üzerinden siyaset yapmıyor mu sizce? Türkiye'de bir tek iktidar vardır o da hikmet-i hükümet iktidarıdır. Hikmeti hükümet, siyasi akıldır yani siyasi seçkinlerdir. AKP'nin durumundan da anlamıyor muyuz bunu? AKP muktedir olamıyor. Çünkü Osmanlı'dan bize kültürel olarak geçen bu tarihsel iktidarı aşamıyor. Bakın... Türkiye Cumhuriyeti 'ulus- devlet' olarak kurulmadı. Cumhuriyet'le bir 'devlet-ulus' kuruldu. Bir ulus yoktu da, biz bir devlet kurup ona ulus mu hazırladık? Elbette bu oldu. İngiltere ve Almanya ulus-devlettir. Fransa bir devlet- ulustur. Devletin ulusu vardır orada. Ulusun devleti yoktur. Türkiye de Fransa modeli gibidir. Devlet-ulus, daha devletçi olur. Türkler de, Fransızlar da daha devletçidir. Devletçi olan, kendi aklını siyasi akla sunmakta daha gönüllü davranır. Böylece daha vasatlarda, ortalamalarda yaşayan bir kamuoyu ortaya çıkar. Türkiye'de de kendi aklından çok devletin aklını daha haklı gören bir kamuoyu var. Bu, Türkiye'nin özgürlük ve demokrasi problemidir. Ama bu problemi aşmanın yolu kimlikler meselesini alevlendirmek değildir. Türkiye'de milliyetçilik tek yönlü değil, çok yönlü yükseliyor. Allahaşkına Kürtler ne yapıyor? Milliyetçilik yapmıyor mu? Kimlikleri politik bir sonuca taşımaya, milliyetçilik yapmaya kalktığınızda bu ülkeyi büyük bela bekler. Kürtlerin demokrasi talepleri yok. Kürtlerin sadece tanınma takıntısı var. Ne demek istiyorsunuz? Kimlikler üzerinden çatışırken, bireyin özgürlük problemlerine, işsizliğine, yoksulluğuna, eğitim, sağlık sorunlarına çözüm bulamazsınız. 'Kürt kimliği tanınsın' deniyor. Kürt kimliğini konuşalım o zaman. Kürt kimliği tanınsın demek, 'Töre cinayeti de tanınsın' demektir. O kimliğin içinde töre cinayeti de var. Bunları konuşalım. Kürt kimliğinin içinde töre cinayetleri var mı? Var. Kürtlerde şeyhlik, şıhlık düzeni var mı? Var. Bireyi aşağılayan her türlü ilişkiler var mı? Var. Birey olmak isteyen genç kıza ne yapılıyor? Şeyhin, şıhın karşısında bütün bireysel onur hislerini kaybetmiş, kendini gerçekleştirmekten aciz bir insan ne yapıyor? Kürt kimliğinin içinde konuşamazsınız ki bunları. Çünkü Kürt kimliği, Türk'e rağmen bir kimliktir sadece. Başka hiçbir şeye yaramaz. Diğer şeylerin üstünü örter sadece. Zaten kimlik siyasetlerinin hepsi bireyin problemlerini örter. Türk kimliği siyaseti, nelerin üstünü örtüyor peki? Aynı problemler burada da var. O da bir sürü şeyin üstünü örtüyor. Çankırı'da da töre cinayeti işleniyor. Kimlik üzerinden siyaset yapıldığında bu sorunlar konuşulmuyor, milliyetçiliğin yarattığı yanılsamalar dünyasına giriliyor. Bu ülkede sadece Kürt, Türk, Alevi, dindar ve laik olmak konuşuluyor. Birçok aydın da kimlikler üzerinden yapılan siyasetin, Türkiye'de demokrasiyi beslediğine inanıyor. Tersine bu, siyaset yapmayı imkânsız hale getiriyor. Türk milliyetçiliğinin yükselişinden söz ettiğimizde toplumun ne kadarını kapsayan bir toplumsal dalgadan söz ediyoruz? Günlük hayat milliyetçiliği bu. Öyle yaygın ki, toplumun her tarafını kuşatıyor. Benim oğlum da bayrak astı. 'Ben de tepkimi Türk olarak böyle gösteriyorum' dedi. Tepkisinin burada kalması, dost düşman ayrımına gitmemesi gerektiğini söyledim. Zaten devlet aklı da daha ötesine izin vermez. 6-7 Eylül olaylarına, yağmasına devlet aklı izin vermemiş miydi? Devlet aklı izin vermişti, manipüle etmişti. Hatta onun bir tecrübi tarafı da vardır. 6-7 Eylül olaylarından sonra bir daha bunun yapılmaması gerektiğini da akıl eder devlet aklı. Milliyetçilik, bir halkın sığınağı olabilir mi? Hayatın ağırlığından bunalan insanlar milliyetçilikte bir sığınak arar mı? Kaybedenlerin milliyetçiliğinden söz ediyorsunuz ki, milliyetçiliği sadece bu beslemiyor. Milliyetçilik, içinde yaşadığımız nebuladır. Kaybedenlerin milliyetçiliğini kışkırtmak da, bastırmak da çok kolaydır. 1944'te Turancı düşünceler o dönemin konjonktüründe müthiş dalgalanmıştı. Savaşı Almanya'nın kaybedeceğinın anlaşıldığının ertesi günü hiçbiri ortada kalmadı. Peki hayatın ağırlığını fazlasıyla hisseden Kürt vatandaşların de Kürt milliyetçiliğine sığınması mümkün müdür? O da onların afyonudur. Milliyetçilik Kürtlerin afyonudur. Çetin Altan çok güzel dile getiriyor bunu. Sen kimsin? Ben Türküm. Başka nesin? Ben Müslümanım. Başka nesin? Daha çok Türküm, daha çok Müslümanım. Kürtler için de bu böyle. Sen kimsin? Ben Kürdüm. Başka nesin? Daha çok Kürdüm. Oysa kimlik bir şahsiyettir. Şahsiyet yapılan işten, meslekten edinilir. Türk milliyetçiliğinde Avrupa Birliği'ne karşı bir tepki mi var? Var tabii. Üniversitelerde çok yaygın bu. AB, hukukuyla devlete karşı vatandaşı savunan bir anlayışın örgütü. Bizim vatandaşlar, devlet karşısında daha özgür ve güçlü olmak istemiyorlar mı? Üniversiteyi gözlüyorum. İnsanlar tutunumlu yaşamak, bir yere ait olmak istiyor. Üniversite öğrencisi korkularla yaşaşıyor. Korkuyorlar. Gençlerin bazısı dine, bazısı milliyetçiliğe sığınıyor. Çünkü postmodern dünya bir risk toplumudur, belirsizliktir. Üstelik AB de gençler için bir risk. AB'nin içinde ırkçı, sağcı bir Avrupa yorumunun yattığını da görüyorlar. 'Beni serbest emek dolaşımında adam yerine koymayandan ben nasıl emin olabilirim' kuşkusunu taşıyorlar. 'AB, demek ki beni ikinci sınıf görüyor' diyorlar.