Ekonomi Notları – 116
Ömer Madra: Bugün, Merkez Bankası’nın Ekim raporu üzerinde konuşacağız. Bir de, bu yıl Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülen Edward Prescott’nun Uluslararası Para Fonu’nun ve Dünya Bankası’nı lağvetme çağrısı yapmış olması çok ilginç. Bu konuda BBC’ye verdiği mülakatta, “Hükümetlerin dış politika uygulamaları için birer araçtan başka bir şey değiller artık, bu şekilde faaliyet gösteriyorlar, ekonomik siyaseti düzenlemiyorlar” demiş. Bir de “Borç uygulaması feci bir hale geldi dünyada, kokain bağımlısına uyuşturucu verilmesi gibi bir hal aldı” demiş.
Hasan Ersel: Bir şeyi hatırlatayım; Prescott niye Nobel ödülü aldı? Finn Kydland’la (Norveçli bir iktisatçı, şu anda ABD’de California Üniversitesi’nde öğretim üyesi) beraber iktisat politikalarında tutarlılık problemini ilk defa 1967’de yayımladıkları makale ile sağlam bir çerçeveye oturttular. Ve şunu gösterdiler; zaman içinde tutarlılığın sağlanmaması durumunda büyük toplumsal zararlar doğabilir. Zaman içinde tutarlı olmanın anlamı ise şu; Bugün bir konuda söz veriliyorsa, yarın koşullar değişti diye konum değiştirilmemeli. Hükümetlerin bu kuralı uygulamakta her zaman başarılı olamadıklarına dikkati çekmişlerdi.
ÖM: Şimdi bu açıklamaların ışığında büsbütün anlam kazanıyor. Nobel’i almalarına temel olan görüşe çok uygun düşüyor bu. Çünkü, hükümetlerin Makyavelist bir araç haline geldiğini söylemiş oluyorlar, çok ilginç. Herhalde bunu epey tartışma fırsatını bulacağız. Yeni bir haber olarak geldi BBC’den. Enflasyon meselesine dönelim.
HE: Geçen hafta enflasyonla ilgili olarak çıkan rakamlar üzerinde kısaca konuşmuştuk.
ÖM: Paniğe mahal yok demiştik.
HE: Evet. Arada da benden daha tedirgin olanların yorumları çıktı. Bu da olağan sayılmalı. Sonra da Merkez Bankası’nın raporu yayımlandı. Bu raporu merak ediyordum. Çünkü, “acaba bu rakamları yorumlarken ben fazla mı rahatım?” diye düşünüyordum. Üstelik bu rapor üzerine de “Merkez Bankası tedirginliklerini belirtiyor” diye haberler çıkınca, konuya bir kez daha dönmek istedim.
Merkez Bankası raporu kısa bir rapor, 10 sayfa. İlginç tarafı, Merkez Bankası’nın da Ekim ayı rakamlarından tedirginlik duymaması. Gelişmeleri açıklayabiliyor, ne olduğunu, nedenlerini ortaya koyuyor. Diyor ki; “Eylül-Ekim aylarını beraber düşündüğünüzde tüketici fiyat enflasyonunda böyle bir manzara çıkabilir. Eylül’de fazla fiyat hareketi olmadı, bir kısmı Ekim’e kaldı. İki ayın ortalamasına baktığınız zaman eğilimlerde önemli bir değişiklik yok.” Peki Merkez Bankası’nın tedirginliği nerede?
Buna yanıt verebilmek için hem bazı satırlara, hem de satır aralarına bakmak gerekiyor. Çünkü Merkez Bankası basit bir biçimde petrol fiyatları arttı diye tedirginlik duymuyor. Bu dışsal bir olay, engellemek olanaklı da değil. Özetle rapordan çıkan sonuç şu: Bazı kararları sağlıklı alamıyoruz. Örneğin petrol fiyatlarındaki hareketi içerideki fiyatlara yansıtmakta hep gecikildi. Düzelecek diye beklendi. Bu, Ekim ayına kadar sürdü. Ekim ayında da artık mecbur olunduğu için ayarlama yapıldı. Tabii ayarlama da büyük bir ayarlama oldu. Oysa bu sakıncalı. Çünkü, böyle yüksek oranlı fiyat ayarlamaları insanların enflasyon bekleyişlerini değiştirebiliyor. Bu da 2005’deki enflasyonu etkileyebilir. Fiyat ayarlamasının ikincil etkileri 2005’e kalabilir; daha da önemlisi insanlar bir şeyler iyi gitmiyor diye düşünebilirler. Kamu kesiminde fiyatlama davranışının değişmesi gerekli.
Merkez Bankası’nın üzerinde durduğu noktalardan bir tanesi de, iç talepte düşme beklenmesine rağmen halen canlılığın devam etmekte olması... Dolayısıyla makro ekonomik denge açısından iç talebin kontrolü gerekiyor. Biz de bu konuya cari açık bağlamında bir kaç kere değinmiştik. Sorun, Ekim ayında şu oldu, bu oldu olmadı meselesi değil, sorun canlı iç talebin bir miktar kontrol altına alınması gereği.
Nihayet raporun üzerinde durduğu nokta, mali disiplinin devamı. Mali disiplinin kalitesini arttırmaya yönelik yapısal reformlara devam edilmesi gereği. Merkez Bankası bu alanlarda bir rehavet olduğu görüşünde diye düşünüyorum.
Örneğin petrol fiyatlarında ayarlamanın çok daha önce yapılması gerekirdi diye düşünüyorum. Zamanında yapılması gerekirdi. Zaman içinde % 0.5 oranında bir kaç kere zam yapmak ile birden % 5 zam yapmanın etkisi farklıdır. İnsanların fiyat hareketlerini algılaması bu iki durumda farklı olur. Ama hükümetler ikide bir zam yapıyor görünmekten hoşlanmadıkları için biriktiriyorlar. Bunun da fiyat hareketlerini hızlandırıcı bir etkisi var. Raporda böyle bir şeye değinilmiyor ama ben kafamdaki başka konularla birleştiriyorum.
IMF ile olan görüşmeler de durdu. Tam makro iktisat politikası konusunda çerçevede anlaşma oldu derken, durum değişti. Bunu rapor ile bir arada düşündüğümde, makro iktisat politikasında 2005’e olumsuz yansıyabilecek bir hava seziyorum. Merkez Bankası bundan korkuyor diye düşünüyorum. IMF ile olan görüşmeler niçin durdu, onu bilemiyoruz tabii. Ama bu tür olaylarda geç kalmak iyi değildir. Bir an önce sonuca varmak gerekir. Öyle olunca bir çok insanın ufku açılır, risk daha azalacağı için enflasyonla mücadele kolaylaşır.
Benim görebildiğim kadarıyla, Ekim ayı raporu bundan ibaret. Onun dışındaki rakamlar zaten biliniyor. Mevsimsel düzeltmeleri yaptığımızda rakamların şaşırtıcı olmaması gibi, analizlerin hepsi yapılmış durumda.
ÖM: 2005 açısından nasıl görünüyor durum?
HE: Rapor, 2005 yılında ham madde ve petrol fiyatlarındaki oynamaların enflasyon üzerindeki etkisinin önemli olabileceğine dikkati çekiyor. Bu etki enflasyonun düştüğü ortamlarda daha da ciddiyet kazanıyor. Enflasyon Türkiye’de %70 iken, dünyada fiyatlar %1.5 artarsa Türkiye’de bir şey hissedilmez. Ama şimdi durum öyle değil. Şimdi enflasyon %10’ların altına düşecek. Bu durumda hammadde fiyatlarının yükselmesi, Türkiye’de maliyetler üzerinde etki yaratacak. Rapor ikinci olarak, makro ekonomik tedbirlerin daha kapsamlı bir çerçeveye oturtulması ve 2005’te işin yanlış gitmesi ihtimaline karşı bir şeyler yapılması gerektiğini söylüyor.“Hâlâ iç talep canlı, bu canlılık enflasyonist baskı yaratabilir, bunu iyi düşünmeliyiz” diyor.
Şu anda da bu konuda önlem alındığını görmüyorum. Hükümetler bu tür önlemleri almaktan çekinebilir. Çünkü ne de olsa alınacak önlemler sonuç olarak insanların canını sıkacak cinsten olur. O yüzden de rapor hükümeti uyarıyor. 2005 yılında ciddi tedbirler alınıp, takip edilmediği takdirde, enflasyonist baskının problem olabileceğini söylüyor.
ÖM: Yani paniğe mahal yok ama, her zaman ısrarla altını çizerek vurguladığınız gibi çok dikkatli olunmalı. Süreç bu şekilde görünüyor anladığım kadarıyla?
HE: Bir de şunu unutmamak lazım; iktisat politikası, bir karar alıp da, “Tamam işler oturdu” deyip yatıp uyunacak bir olay değildir. Her an durum değişebileceği için, dün aldığımız ve doğru olan önlem bugün işe yaramayabilir. O yüzden de iktisat politikasında hem çizgiyi belirlemek, hem de o çizgi içerisinde bazı önlemleri zaman içinde almak gerekir. Eğer o önlemleri almazsanız oyuncular, yani ekonomideki diğer karar alıcılar, “galiba çizgiden vazgeçildi” diye düşünürler. O zaman iktisat politikasının saygınlığı yok olur.
ÖM: Psikoloji ile de çok derin bağlantıları olduğu görülüyor.
HE: İşte Prescott, Kydland’la beraber bunu buldu. Nobel’i aldılar.
ÖM: Hak etmişler.
(11 Kasım 2004 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)