10 Aralık 2006Radikal Gazetesi
Pascal Bruckner, 'Masumiyetin Ayartıcılığı' adlı kitabında, masumiyeti, "özgürlüğün sıkıntılarından hiçbirine katlanmadan nimetlerinden yararlanmaya kalkışmak" olarak tanımlıyor. Çocuksuluk ve kurbanlaşma olarak iki yönde geliştiğini söylüyor bu masumiyetin. Biri, 'çocukluk yılları cahilliğinin ve tasasızlığının parodisi' diğeriyse 'kendi kendini kurban ilan etme'. Popüler meydanda samimiyetin çarpıtılmış tanımıyla sakız şaklatan bir arsızlık eşliğinde sunulan ve neredeyse bütün milletin ilgisini çeken bir gösteri olarak böyle bir masumiyet resmiyle yakından tanışıyoruz. Burada bayağılıkla samimiyetin, masumiyetle umursamazlığın kalkanına sığınmış cehaletin artık birbirinden ayırt edilemezleşmişliğini görmek mümkün. En ufak bir hassasiyet, bir ciddiyet talebi karşısında hırçın bir alaycılıkla kullanılıveren 'enteller' küfrü de bu yaygın çocuksuluk dilinin bir yansıması işte. Söz konusu ettiğimiz masumiyet, talepkâr ve elbette işgalci. Bruckner'in işaret ettiği gibi; "(çocuksuluğun) Böylesine dayatmacı olması, yaşamlarımızın bütününe damgasını vurması, toplumlarımızda onu sürekli üretip besleyen iki nesnel bağlaşığı bulunmasındandır... her ikisi de sürekli sürpriz ve sınırsız doyum ilkesine dayalı tüketim korumacılığı (consumerisme) ve eğlencedir." Bu topraklarda Otorite'nin halkına yakıştırdığı da yarım akıllı çocukluktur. Anlamayacağı konulara karışmayan, bütün hayatını ve haklarını devletinin şefkatli ellerine teslim etmiş geniş, pederşahi bir aile. Bunun belki en kaba göstergelerinden biri 'muhbir vatandaşlık' kurumudur. Yaramazlık yapanın aile büyüğüne şikayet edilmesinin anlaşılmayacak bir yanı yoktur sonuçta. Öte yandan kendisinden saklanan kimi gerçeklerin asla resmiyet, dolayısıyla meşruiyet kazanmamış olması da garanti altına alınır. Gerçeklik, çocukluktaki gibi bir tevatür tadı kazanır. İyi vatandaş, vergisini veren, komşusundan çok devletine inanan, hiçbir şey bilmeyen ve bilmediğinden sıkıntı duymayan tuhaf bir yeniyetme müsveddesidir. Zamanı geldiğinde, dünya tarafından sıkıştırıldığımızda patlatılıveren o havai fişeğini de unutmamalı: Bu toplum kimi şeylere hazır değildir. Hazır olduğumuzda bize bildirilecektir. Dolayısıyla bir kez daha özetlemeli: Dünyalı bir yetişkin olma hevesiyle yola çıkmış, iki adım ilerleyemeden azar arsızı olmuş, giderek büyümeyi reddetmesinden bir kimlik serüveni yaratmaya çalışan bir toplum. Asırlardır halka ehliyetsiz çocuk muamelesi eden, bu arada denetimsiz bir çocuk zorbalığına yazılmış bir Otorite. Kısacası bu toprakların insanı olmak tepeden tırnağa ebedi bir çocukluk hali. Düşmanlarımız 'enfantil' der buna. Durumun sevilesi, gıdısı koklanıp mest olunası bir çocuklukla ilgisi yok yazık ki. Bu, eni konu ele gelir, hatta hafif azman, beter bir eğitim sonucu bilmişlik taslayan, sevimsizliğiyle insana kök söktüren bir çocuk. Arada büyük taklidi abuk sabuk laflar edip aklı sıra etrafı yetişkin olduğuna inandıracak. Ama makyajı fazla kaçırdı mı şamarı yiyor. Ana babasının haklı gururu. ....................... Öte yandan Türklük olarak öncelikle kendimize tehditkâr telkinlerle tanıttığımız sanal insanlık dünyası da her halükârda haklı olup her fırsatta dünyalılar tarafından hakkı yenen bir kurban, sütten çıkmış ak mağdur ilan edilmiş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin politikasına ve yetersizliklerine bir laf edilmesi bu topraklardaki nüfusa yönelik bir saldırı, bir aşağılama ve küçük düşürme çabası olarak algılanıyor. Vatan hainliği kurumu içerideki yetişkin olma gayretindekileri hizaya getirirken, dışarıdakiler de ırkları-dinleri-mezhepleri vb. "küfürler"le uzak tutuluyor. Kurban olduğuna inanmak, bütün kimliğini kurban olmanın acısı-öfkesi üstüne inşa etmek insan olmanın, yetişkin bir dünyalı olmanın sorumluluklarından koruyor. Bütün dünyanın size borçlu olduğuna inandığınız anda her şeyin mubah olduğu o serin çocukluk günlerine dönmüş oluyorsunuz. Kamuoyunun bu toprakların nüfusuna yönelik şiddet uygulamalarına 'tevatürmüş' gibi tepkisiz kalırken diyelim bir İsrail'in vahşeti karşısında sokaklarda yankılanmasının altında da yetişkin olamadan bireyleşmiş, bu tuhaf Türk usulü yatıyor. Böylelikle hiçbir şey değişmiyor. Geçen gün yargısız infazların, kayıpların, toplu mezarların, akıl almaz acıların memleketi Şırnak'ta halk, bir tecavüzcüyü linç etmek amacıyla şehrin yegâne hastanesini yerle bir etti. Hastanedeki bebekler hemşirelerin çabasıyla çarşaflara sarılıp pencerelerden sarkıtılarak kurtarıldı öfkeli kalabalığın şerrinden. En korkuncu da halkın, tecavüzcüyü parçalamak için taşla sopayla saldırırken attığı sloganlardan biriydi. Hep bir ağızdan, "Yargısız infaz istiyoruz" diye haykırıyorlardı. Kaçınılmaz olarak bize, o cezasız belasız atlattıkları şanlı eylemde binlerce polisin "Kahrolsun insan hakları" diye bağırmasını hatırlatıyordu. Polis, o gün kendine asla gerekmeyecek olan, suçlu bellediğiyle arasına girdiğine inandığı haklara küfrediyordu. Şırnaklı ise üniformalıların kendisine karşı kullanmış olduğu bir zorbalık hakkının o an kendisine de tanınmasını istiyordu. Kurbanların bir çırpıda örgütleniverdiğinde, bir zamanlar kendisine reva görülen zulmü bayrak edip zalim kesilivermesinin örnekleriyle dolu dünya tarihi. .................... Bu toplumun artık büyümesi gerektiğini yazıp duruyoruz. Kurbanlık mertebesine tenezzül etmeden, çocuksu umursamazlıktan soyunarak masumiyete veda etmeli. Masallara çoktan kan sızdı. Memleket, yangın yeri. İnsan, insandan sorumludur.