Znet, 17 Kasım, 2001
Teröre Karşı Savaş İttifakı’nın resepsiyonunda yeni katılımcılar için bir başvuru formu bulunmaktadır. Katılımcı ismini, ülkesini, görevini (kral/başkan/emir/diktatör/tiran şeklinde) belirttikten sonra kendisinden "Ülkenizde terörist olarak damgalayıp yoketmek istediğiniz yerel düşmanlarınız var mı ?" sorusuna cevap vermesi beklenir.
Nerdeyse bütün başvuranlar şimdiye kadar bu soruyu büyük bir hevesle yanıtladılar. Uzun bir listenden birkaç örnek vermek gerekirse, Vladimir Putin Çeçen isyancıları işaret etti, İspanya Bask ETA’dan bahsetti, Türkiye Kürtlerden, Hindistan Keşmirlilerden yakındı. Kısacası büyük ya da küçük her hükümdar, bu azınlıkların başlattığı özgürlük mücadelelerini kontrol altına alma konusunda ABD’nin yardımını umarak baskı altına almış olduğu bu halkları hedef gösterdi. Böylece büyük bombardıman uçaklarını gönderip bu aşağılık teröristleri havaya uçurması için Amerika’ya avuç açtılar.
Tüm bunlar bize yaklaşık 200 yıl önceki tarihsel olayları hatırlatabilir. Baştan başa tüm Avrupa’ya özgürlüğü yaymış bir diktatör görünümünde olan Napolyon’un iktidardan düşüşünden sonra, kıtanın hükümdarları bundan böyle olası tüm ulusal ve sosyal özgürlük istemlerine karşı onları koruyacak yıkılmaz bir duvar inşa etmeye karar verdiler. Böylece birbirlerine tüm bu demokrasi, özgürlük, eşitlik ve Anayasal haklar gibi saçmalıkların bir an önce durdurulması gerektiğini söyleyerek bir anlaşmaya vardılar.
Ve sonuçta 1815 yılında Rus Çarı, Avusturya İmparatoru ve Prusya Kralı, Avrupa’da Tanrı’nın hükümlerini uygulamak için Kutsal İttifak diye adlandırdıkları bir antlaşmaya imza attılar. Nazareth’li ılımlı sosyalist hahamın ismini kötüye kullanarak gerçekte Demir Perde’nin uluslar arası mafyasını yaratmış oldular. Böylece ne zaman baskı altına alınmış halklar isyan etmek için kafalarını kaldırmaya cüret etseler Avrupa'nın tüm hükümdarları birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için mantığıyla tehdide uğramış yandaşları için hemen biraraya gelebileceklerdi. Mesela, Ruslar Avusturya’ya karşı ayaklanan Macar ve İtalyan isyancıları püskürtmek için asker yollamıştı, ayrıca bütün bu ülkelerin gizli servisleri sosyalist ve anarşist gruplara karşı sürekli bir işbirliği ve irtibat halindeydiler.
İngiltere’nin yaptığı gibi resmi katılımcı olarak gözükmediği halde uygulamada bu antlaşma içinde yer alan ülkeleri de gözönünde bulundurursak aşağı yukarı kıtanın tüm hükümdarları bu ittifaka katılmış oldular. İsa’nın elçisi Papa ve Hristiyan olmayan Osmanlı Sultanı dışarıdan yardım almadan ayaklanan halklarını kontrol altında tutabilecek güçte değildiler.
Kutsal İttifak’ın ve bu ittifak içinde en önemli devlet adamı sayılan Avusturya Prensi Metternich’in günümüzdeki hayranlarından biri olan Henry Kissinger, bu ittifakın uzun yıllar boyunca Avrupa’da düzeni sağladığına inandığını ifade etmektedir. Ahlâk açısından biraz daha insaflı olan tarihçiler ise gerici hükümdarların bu kutsal olmayan biraraya gelişlerini Avrupa’nın 19. yy. boyunca göstermiş olduğu gelişmeyi engelleyip özgürlüğü birçok halktan esirgediğini, dar görüşlü krallara ve aristokratlara kendi ayrıcalıklarını daha verimli ve ileri görüşlü sosyal güçlere karşın sürdürüp korumalarına fırsat vermiş olduğunu belirtebilirler. Bundan daha kutsal bir şey olamaz !
Teröre Karşı Savaş bahanesiyle adeta yeni bir Kutsal İttifak oluşturulmakta. George W. Bush ise bu ittifakta kimin terörist olup olmadığını belirleyen en yetkili hakim konumunda, aynen daha önce Viyana Belediye Başkanı’nın kimin yahudi olup olmadığına karar vermesi gibi. ( Yahudi karşıtı bir parti programı çerçevesinde 1897 yılında seçilmiş olan Karl Lueger, Viyana’ya karşı Macaristan’ın oynadığı bir futbol maçında Viyana takımını alkışladığında kendisine bu takımın yahudi olduğu söylendiği vakit, « Hiç önemi yok, kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm! » demişti.
Tüm bu gelişmelerin esas olan tehlikesi, yeni ittifakın 21.yy’da en çok ihtiyaç duyulan reforma yani Kuzey ve Güney ülkeleri, zengin ve fakir halklar arasındaki uçurumun daraltılmasına engel olma ihtimalidir. Usame Bin Ladin ve örgütünün nefret uyandıran eylemleri insanlığın milyarlarca yoksul ve ezilmiş üyesi tarafndan ayrıcalıklı bir azınlığa karşı verilecek mücadelenin ilk sinyali olarak görülebilir. Hâlâ vakit varken, bu problemin kabul edilmesi ve bununla başetmek için bir an önce kararlı adımlar atılması yakın bir zamanda meydana gelebilecek dünya çapında bir felaketi önleyebilir. Terör karşıtlığı kisvesinde kamufle edilmeye çalışılan sınırsız bir batı hegemonyası ve dünya zenginlerinin tekelciliği yararına savaşmak daha önce de bahsetmiş olduğumuz gibi bizi ileride tüm dünyayı etkileyecek bir felakete sürükleyecektir.
Bu arada, George W. ve adamları bir an önce Arafat’ın kurulan bu yeni denklemde bir terörist mi yoksa müttefik mi olduğuna karar vermelidirler. Koalisyonun resmi olmayan üyesi konumundaki Ariel Sharon, Putin’in yaptığı gibi düşmanlarını terörist olarak ilan etmeye hakkı olduğu konusunda ısrar etmekte ve böylece Filistinlileri bombalayıp taş devrine yollamak veya Güney Afrika’daki Bantustanlar gibi küçük kantonlara hapsederek dünyayla bağlantılarını kesebileceğini düşünmektedir.
Pentagon ve ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleeza Rice bunu kabul etmekte fakat hükümet tarafı razı gelmemektedir. ABD’nin ulusal çıkarları açıkça, Filistin’in Ortadoğu’da istikrar ve barışın sağlanabilmesi açısından kilit noktası olduğunu göstermekteyken yerel politikalar tam tersini işaret etmekte. Böylece son gelişmelerle birlikte , Kissinger’ın geçerliliğini hâlâ korumakta olan "İsrail’in dış politikası yok, sadece yerel politikalarından bahsedilebilir" sözü aynı zamanda ABD için de söylenebilir hale gelmiştir.
Çeviren: Özlem Özbek
Metnin Orijinali: http://www.zmag.org/holyavnery.htm