24 Ağustos 2011
Özellikle son bir yıldır İmralı üzerinden yürütülen “görüşmeler” ile Kürt sorununun çözümünde olumlu bir noktaya gelineceği iyimserliği 12 Haziran seçimlerinden sonra gelişen olaylarla hızla kaybolmuş ve yerini giderek artacağı hissedilen bir şiddet döngüsü endişesine bırakmıştır. Tarafların “görüşmeler” ile ortak bir alan bulamadıkları aşikârdır. PKK çözümden KCK sisteminin yerleştirilmesini anlıyor: “Kürt sorununun siyasi çözümünü devletle müzakereyle netleştirseydik, buna göre bir hukuk sistemi ortaya çıkartsaydık,... KCK sisteminin diğer alanlarını bu siyasi kararlara, çözüme dayalı olarak örgütleyecektik. Örneğin ekonomiyi, eğitimi, sağlığı, sosyal alanı, sporu, kültürü, dili, diplomasiyi ve öz savunmayı örgütleyecektik. Böylece sorunun çözümünü gerçekleştirecektik. ... Bu olmadığına göre şimdi Devrimci Halk Savaşı, o zaman tersinden işlemesi oluyor. ... Aslında demokratik konfederalizmin bütün boyutlarını örgütlemek, geliştirmek için yürütülen bir mücadele oluyor. ... Bu bakımdan siyasetle KCK örgütlenmesinin önünü açamadık. KCK’yi örgütleyerek Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek istiyoruz.” (Duran Kalkan)
Buradan anlaşılacağı gibi PKK’nin görüşmelerdeki çözüm perspektifi “ya KCK, ya KCK” olmuş oluyor. Bu pozisyonun A. Öcalan’dan bağımsız, ona rağmen olduğunu düşünmek de saflıktır. KCK sistemine dayalı özgür Kürdistan perspektifi bizzat Öcalan tarafından formüle edilerek PKK’ya hedef olarak konulmuştur. Öcalan’ın görüşmeler yoluyla sağlamaya çalıştığı da sürekli gündemde tuttuğu doğrudan şiddeti durdurmak ve ayrı bir devlet arayışı içinde olmamak karşılığında bu sistemi oluşturabilecek şekilde kendisinin önünün açılması olmuştur ve bu strateji başarısızlığa uğramıştır. Bunun aksini beklemek zaten anlamsızdı. Çünkü bu devletin bir bölge üzerinde egemenliğini, Kuzey Irak’ta olağanüstü şartlarda geliştiği biçimiyle, paylaşması anlamına geliyor ve bunu kabul etmesi için de nesnel bir neden henüz yok. Devrimci halk savaşı da bu nedeni yaratmayı hedefliyor.
Bu tespit bizi PKK ve Kürt sorunlarının ayrıştığı noktaya getiriyor. PKK’nın Kürt sorununun bugünkü konumuna taşınmasındaki inkar edilemez rolüne rağmen, Kürt sorunun çözümünün KCK sistemi esaslı bir “komünal” toplum projesi ile çakışmasının tarihi, sosyal, mantıki ve ahlaki bir gerekçesi yoktur. Buradaki esas sorun PKK’nın Kürt toplumunu kendi anlayışına göre yönetme isteğini bunun muhatabı olan Kürt halkına açıkça sunarak onay almak yerine, bunu devletin onayı ile sağlamaya çalışmasıdır. PKK’nın olguları yanlış okuduğu en kritik noktalardan birisi de Kürt halkını bu anlamada deyim yerindeyse ‘çantada keklik’ saymasıdır. Eğer şiddeti durdurup ayrı bir devlet hedeflemeyeceği taahhüdü ile devleti aradan çekilmeye ikna ederse, Kürt halkı ile arasındaki engel kalkmış olacak ve silahlı gücüne dayanarak toplum projesini gerçekleştirebilecektir. Böyle bir girişimin PKK’yı Kürt halkıyla nasıl hızlı ve sert bir çatışmaya götüreceğini belki hiç görmeyeceğiz. PKK devlete karşı her türlü tahayyülü aşan bir direniş göstermesinin Kürt halkı nezdinde yarattığı geniş saygıyı ve seçime dayalı siyasette verilen her oyu ona hiç anlatmadığı projesi için onay sayıyor. Ama devlet aradan çıkıp aynı gücün PKK’nın direnişine de taban oluşturan kadim yaşam anlayışını değiştirecek şekilde kendine yöneldiğini gördüğünde Kürt halkının nasıl tepki vereceğini öngörmek o kadar zor olmasa gerektir. Hayatını kaybeden PKK savaşçılarının aile ya da aşiretleri ve şehirlerde eylem yapan gençlere dayanarak Kürdistan’da toplum düzenini öngörülen biçimde değiştirmek mümkün değildir. Bu arada Türkiye solundan bazı kesimlerin Kürt sorununa KCK sisteminin içerdiği komünal tahayyül temelinde destek olması, Türkiye’de hiçbir zaman taban bulamayan bu tahayyülün Kürdistan’da taban bulacağını sanma yanılgısı ötesinde ciddi bir etik soruna işaret ediyor. Sol Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerinin sadece sosyalist bir projenin parçası olduklarında değil, her zaman savunucusu olmalıdır.
Kürt ve PKK sorunları açıklanan noktada ayrılsa da birini diğerini çözmeden tam olarak çözmek mümkün değildir. Şiddet dışı bir çözüm perspektifi bu gerçeği gözden kaçırmamalıdır. Yeni anayasa hazırlanması aşamasında BDP’yi de dahil ederek, geniş bir mutabakat ile Türkiye’de kendi kimliği ile yaşamayı anayasal dayanağa kavuşturmalıdır. BDP bu konuda kendisine verilmiş olan temsil yetkisini kullanmak zorundadır. Devlet PKK’ya ölüm, hapis, sürgün dışında bir yaşam alanı ve savaşmadan var olabilme olanağı göstermelidir. Abdullah Öcalan’ın durumu açıklığa kavuşmalı ve onu da içeren bir genel af gündemde olmalıdır. PKK da kendi siyasi projesini çözümün aslı gibi kabul ettirme ve bu temelde devletle egemenlik paylaşması talebinden, buna bağlı olarak da, eninde sonunda doğrudan Kürt halkı ile çatışma getirecek olan, Devrimci Halk Savaşı stratejisinden vazgeçmelidir.
Türkiye’de insan odaklı bir yaşam arzulayan herkes tarafları bu çerçevede tutum almaya zorlayacak bir söylem ve eylemlilik içinde olmalıdır. Çünkü bu çerçeve dışında çözüm dayatmaları işaretlerini gördüğümüz üzere güçlerin çok çetin olarak sınanacağı bir şiddet sarmalı getirecektir ki bundan Kürtler başta olmak üzere herkes olumsuz etkilenecektir