Özge Dayan: 1941’den itibaren Santiago’da pek çok toplulukla, sadece müzikle geçen gençlik yılları... Bu yıllarda hem kendi hayatınız, hem Küba nasıldı?
İbrahim Ferrer: 1941 yılında şarkı söylemeye başladım. Hiç unutmuyorum 31 Aralık günüydü. Zaten sürekli şarkı söylerdim. Hâlâ hayatta olan kuzenim “madem ki şarkı söylüyoruz, bir grup kuralım” dedi. O zamanlar 13 yaşındaydım. Böylece ilk grubumuzu kurmuş olduk. Grubun adı Los Jovenes del Son’du (Son’un gençleri). Son geleneksel Küba müziğinin anasıdır. O gün ne kadar kazandık biliyor musun? Bir buçuk peso. Tabii bize bin peso gibi geldi. Ne de olsa çocuktuk. Ve hayatımızı kazanmak zorundaydık. Ertesi gün de aynı parayı kazanınca, işi ciddiye almaya başladık. Yaklaşık bir buçuk yıl sonra, başka gruplardan da teklif aldım. Çeşitli gruplarla çalıştıktan sonra, Pacho Alonso’nun grubuyla birlikte şarkı söylemeye başladım. İbrahim Ferrer’in kariyeri böyle başladı diyebilirim. Pacho’yla 1950’lerden 70’lerin ortasına kadar birlikte çalıştık. Grubun adı da Orchestra de Chepin. 1960’ların başında Ekim krizi patlak verdiğinde, Avrupa’da turnedeydik. Tam olarak Sovyetler Birliği’nde. O ülkeleri bugünle kıyaslamam tabii ki zor. Çünkü birçoğuna mesela Çekoslovakya, Rusya ya da Estonya’ya tekrar dönme şansım olmadı. Paris tabii ki her zamanki Paris.
Özge Dayan: Avrupa’da o yıllarda turne yaparken uluslararası bir kariyeriniz olacağını düşünüyor muydunuz?
İbrahim Ferrer: Tabii; Pacho ile beraber oluşturduğumuz grup, devrim sonrası Küba dışında konser veren iki önemli gruptan biriydi. Ama sonra yıllar geçti, 1974’de Pacho’yla ayrıldık. Daha doğrusu o bizden ayrıldı. Her zamanki grup problemleri. Tabii ki para pul işleri... Grubun adını kullanmak istedi ama biz kendimiz devam ettik. ‘91’in ortalarına kadar sürdü bu da. O yıllarda ben de bıraktım.
Özge Dayan: Şarkı söylemeye başladığınız yıllarda, özellikle devrim öncesinde Küba’da gündelik hayat nasıldı?
İbrahim Ferrer: Açıkçası kötüydü. Özellikle müzisyenler için. Daha doğrusu bazıları için çok iyi, bazıları için çok kötüydü. Organizatörlerin temel kaygısı, yapılan müziğin kalitesinden çok insan ilişkileriydi. Çok iyi bir müzisyen olabilirdiniz, ama eğer ilişkileriniz iyi değilse; açlıktan ölmeniz onların umurunda bile olmazdı. Tam tersine sıradan bir müzisyen olup da, herkese eyvallah diyebiliyorsanız, işler tıkırında giderdi. Devrimle işler değişti. Her şeyin karşılığı yerine oturdu. Müzisyen müzisyen oldu, ressam ressam oldu.
Özge Dayan: Kuşağınızın birçok müzisyeni, siz de dahil olmak üzere uzun yıllar çalışmakla beraber, son yıllara kadar pek albüm kaydetmediler. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İbrahim Ferrer: Bunun en temel nedeni, imkânsızlık. Yani bu imkân herkese tanınmadı. Yine insan ilişkileri devredeydi. Bazıları hemen her gün kayıt yaparken, diğerlerinin hiç böyle bir şansı olmadı. Ayrıca yapılan kayıtların basılmadığı da oldu. Devrimle beraber, kültür bakanlığının bu kayıt işlerine el attığını söyleyebilirim. Burada öncelik yapılan işin kalitesinde olmalıydı. Ama yine insan ilişkilerinin ön plana çıktığını gördük. Sıradan işler ilişkiler sayesinde kaydedildi, bizim gibi bazıları da yine dışarıda kaldı. Bizin grupta anlaşmaları genelde Pancho ayarlıyordu. Ayrılınca yetkililere bir sürü palavra sıkmış. Artık bizim beraber devam etmediğimiz, anlaşamadığımız, kimimizin tatilde olduğu gibi bir sürü palavra. Bu da bizim kayıt yapmamızı engelleyen sebeplerden biri oldu.
Alişan Çapan: Küba müziğinin efsane isimlerinden Beny More’yle de çalışma şansı buldunuz. Beny More’nun Küba müziği içindeki yeri ve önemi nedir?
İbrahim Ferrer: Evet, bakın, benim için Küba müziğinde iki tane isim vardır. Biri Electo Rosel Chepin, diğeri de Beny More. Bu iki isim gerek besteci, gerek şarkıcı gerekse insan olarak yanına yaklaşılamayacak iki isimdir bence. Chepin’le El Platanal de Bartolo adlı meşhur şarkımızı yapmıştık. Altın plak kazandık bu şarkıyla. İkisini de birbirinden ayıramıyorum. İkisi de eşit derece büyüktür benim gözümde.
Alişan Çapan: Buena Vista projesinde beraber çalıştığınız Eliades Ochua Afrika etkisinin Küba müziğinde en temel öğe olduğunu söylüyor, katılıyor musunuz?
İbrahim Ferrer: Bu tip sorular, yanıt vermeden önce üzerine düşünülmesi, çalışılması gereken sorular. Hayatta benim böyle bir çabam hiç olmadı. Ben bu kültürün içinde doğdum. Hayatım boyunca da şarkı söyledim. Şüphesiz Küba müziğinde Afrika etkisi yadsınamaz. Ama dediğim gibi buna çok kafa yormadım. Eliades’in böyle bir bağlantı kuracak fırsatı olmuş demek ki. Bütün bunları konuşmak zaman zaman canımı sıkıyor. Çünkü beni uzun yıllar baltaladılar. Unutturmak istediler...
Özge Dayan: Küba’daki gündelik hayatı yakından tanımayan biz yabancılar, genelde Kübalıları sürekli şarkı söyleyip dans eden mutlu insanlar olarak algılıyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İbrahim Ferrer: Ne bileyim... Kendimi bildim bileli Küba’dayım ve burada hangi eve giderseniz gidin, birileri şarkı söyler. Böcekler bile. Küba dediğin müziktir, mutluluktur. Doğaya biraz kulak kabarttığınızda bütün o böceklerin şarkı söylediğini duyarsınız. Deniz mesela, dikkatle dinlediğinizde doğadaki o müziği alır ve size geri verir.
Alişan Çapan: Hayatınız boyunca şarkı söylemekle birlikte oğlunuza her şeyden önce bir diploma getirmesini söylemişsiniz. Neden?
İbrahim Ferrer: İşin doğrusu şu, eskiden Küba’da hayat çok zordu. Müzik yapan bir sürü insan vardı. Ama daha önce de söylediğim gibi başarılı olmak, hayatınızı kazanmak yaptığınız işin kalitesiyle ilgili değildi. Biz kuşak olarak çok zor günler geçirdik. Ben örneğin, çok çeşitli işlerde çalışmak zorunda kaldım. Ayakkabı boyacılığından tutun da marangoz çıraklığı, milli piyango satıcılığına kadar girmediğim iş kalmadı. İşte bu nedenle çocuklarıma öncelikle sıkı bir eğitimden geçmelerini şart koştum. “Bu eve kağıt parçası getireceksiniz ve üstünde şu şu isimdeki vatandaş şu eğitimi almıştır yazacak. Ondan sonra ne haliniz varsa görün” dedim. Biliyor musun, bizim ailede birçok doktor vardı. Dedelerimden birinin de köyde kasap dükkânı vardı. Ben hep doktor olmak istemişimdir ama, annem ben 13 yaşındayken ölünce böyle bir fırsatım olmadı. Çocuklarımın da aynı zorluklarla karşılaşmasını istemem. Şimdi oğlum Buenos Aires’te yaşıyor ve şarkıcı. Dolayısıyla şarkıcı olmasına engel olduğumu söyleyemezsiniz. Oğlumun da adı İbrahim, aynı benim gibi. Büyük kızım da şarkı söylüyor. Torunum balerin.
Alişan Çapan: Yıllarca ‘Son’ söylemekle beraber birçoklarına göre Boleroları sizin gibi söyleyebilen yok. Bolero söylemek için niçin bu kadar beklediniz?
İbrahim Ferrer: Bolero söylemekteki başarımı değerlendirmek bana düşmez tabii ki. Ama bolero söylemek her zaman hayalimdi. Hatta şarkı söylemeyi de biraz dana bolero söyletmedikleri için bıraktığımı söyleyebilirim. Ne istediğim şarkıları söyleyebiliyordum, ne de plaklarda adım yer alıyordu. Bunun gibi bir sürü tatsızlık. Neyse ki şimdi plaklarda adım var.
Özge Dayan: Compay Segundo’yu kaybettik geçtiğimiz günlerde...
İbrahim Ferrer: Çok iyi bir söz yazarı, çok iyi bir besteci, çok iyi bir müzisyen, çok iyi bir şarkıcı. Üstelik bütün bunların yanı sıra gayet iyi çaldığı ‘tres’ enstrümanında kendine özgü bir akor yaratmayı başarmış bir mucitti aynı zamanda. Bütün bunların dışında benim çok iyi bir arkadaşım, kardeşimdi. Compay’ın kaybı sadece Küba’nın değil bütün dünyanın kaybıdır. Bundan sonra üçüncü dördüncü Compay’lar gelecektir dünyaya mutlaka ama, Compay Segundo, yani ikinci Compay bir daha kolay kolay gelmez bu dünyaya.
(15 Temmuz 2003’te Açık Radyo’da yayınlandı. Çeviri: Alişan Çapan)