Amerikan tarihinin tanık olduğu en az desteğe sahip başkanı George W. Bush'un gezegene reva gördüklerini, basit ve geleneksel bir Cumhuriyetçi politikanın sonuçları ile açıklamak haksızlık olacaktır. Keza, 2001 seçimlerinden sonra Amerikan dış politikasının "Şahinler"in eline geçmesiyle başlayan süreçte tanık olduklarımız; Afganistan ve Irak işgali, çevre ve insan merkezli birçok anlaşmanın feshi ve Asya'dan Latin Amerika'daki sol kuşağa kadar tüm dünyayı zapturapt altına alma çizgisiydi. Tüm bu sahnenin arkasında, Yeni-muhafazakârlar, saldırgan milliyetçiler ve Hıristiyan sağcılardan oluşan ''üçlü fikri koalisyon'' dünyanın jandarmasına elbise dikmeye devam ediyor. En azından şu ana kadar... Washington yönetimini etkileyen, kilit yerlerdeki diplomatları seçtiren bu irade, siyasette, medyada, sivil alanda Amerikan toplumunu ve siyasetini kuşatırken, aslında tüm dünyayı da kuşatmış oluyor.
Uzun yıllar boyunca Amerikan dış politikasını takip eden ve yeni-muhafazakârlık üzerine sayısız makalesi ve araştırması bulunan Uluslararası Basın Servisi'nin (IPS) Washington temsilcisi Jim Lobe ile ABD yönetiminin anatomisini konuştuk. Sol kökenli ''yeni-muhafazakârlar'', cumhuriyetçilerin sağ kanadından gelen ''saldırgan milliyetçiler'' ve ''Hıristiyan sağcılar''ın konjonktürel evliliği nasıl gidiyor? Medyadan siyasete akrabalık ilişkileri.. Ne oldu da aralarına kara kedi girdi? İsrail konusunda fikir ayrılıkları ve Likudist'lere ilişkileri ... İran'a saldırmak konusunda ne kadar kararlılar? Politikalarına iyiden iyiye sızan ''din'' temelli göndermenin kökenleri. Tezkerenin reddine vesile olan Türkiye demokrasisine nasıl muhabbet gösterdiler?
Amerika'yı anlamak, belki de biraz bu üçlü koalisyonu tanımakla alakalı. Keza, ABD'nin ''terörle savaş'' merkezli dış politikası, gezegenin yakın dönem geleceğini belirleyecek en önemli enstrüman gibi.
''Amerika'nın karanlık yüzü''ne, dair yazılarınız oldukça aydınlatıcı. Libby, Abrams, Wolfowitz, Perle, Bennet, Kagan ve daha niceleri. Şahinlerin anatomisine bakınca Amerika'nın sanki bir demokrasiden çok oligarşinin denetiminde olduğu hissine kapılıyoruz...
Aslında, yeni-muhafazakârlık şu anda düşüşte. Her ne kadar seçimden sonra, yükseleceklerini düşündülerse de pek öyle olmadı. İki önemli yeni-muhafazakâr var, yönetimi etkileyen: Paul Wolfovitz ve Douglas Feith. Özellikle Wolfovitz oldukça ilginç bir figür. İşin daha çok entelektüel nefesi gibi. Oldukça garip. Mesela aralarında Filistin devleti konusuna en liberal olanı o. Öte yandan, son derece kuvvetli ve etkili. Ve şimdi de Dünya Bankası'nın başına geçiyor. Feith ise, radikal bir Siyonist. Aşırı sağda bulunan, tam bir İsrail yanlısı. Özellikle Pentagon'la Başkan Yardımcısı Ofisi arasındaki bağlantıyı sağlıyordu. Onun gidişi yeni-muhafazakârlar arasındaki aşırı sağcı Likudist eğilimin etkisini kaybetmesine delalet gibi.
Anlaşılan, Likudizm sadece İsrail'de değil ABD'de etkili bir akım...
1993'teki Oslo sürecinden beri, yeni-muhafazakârlık genelde Likudizmle beraber tanımlandı. Şaron'un planı bozması ve bu politikaya destek de gelmesiyle yeni-muhafazakârlar bölündü. Şaron'un politikalarına koşulsuz destek veren aşırı sağcılarken, diğer kanat Batı Şeria'nın plana göre yapılandırılması ve yerleşimcilerin parça parça çekilmesinin barış sürecine yardım edeceğine inanıyordu. Burada Elliott Abrahms'ın ismini anmakta fayda var: Ortadoğu politikalarının belirlenmesinde birçoklarından daha etkin bir isim. Sadece Şaron'u İsrail'deki sağa karşı savunmakla kalmıyor aynı zamanda Şaron'u merkeze çekmeye çalışıyor. Örneğin Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimcileri çıkartma kararının arkasında olan ve bu konuda Şaron'u savunan da odur.
Bir de bu yeni-muhafazakârların yuvalandığı bazı örgütler var: American Enterprise Institute, Project for the New American Century (PNAC), Americans for Victory Over Terrorism (AVOT), Foundation for the Defense of Democracies (FDD), Committee on the Present Danger (CPD), vb. gibi. Galiba siyasi partiler kadar güçlü bu organizasyonlar.
Bunlar lobi ve ''savunma'' grupları. Mesela ''Committee on the Present Danger'' grubu, tamamen yeni-muhafazakârların egemenliği altında bulunan bir grup. PNAC'ın da olduğu gibi. Bunlar birçok çeşitli grubu kapsasalar da, genelde yeni-muhafazakârların denetimindeler. En önemli ortaklık noktaları ise ''savaş yanlısı'' olmaları.
Yeni-muhafazakârlıkla Likudizm arasındaki ''kutsal'' bağ önemli. Bunun nedeni sadece politik mi yoksa başka nedenler de var mı?
Meselenin genetik yönü de var. Birbiriyle çok yakın insanlar bunlar. Politik düşünceleri de genetik devir gibi babadan oğula geçiyor. Örneğin şu anda çok aktif olmayan AVOT (Terörizme karşı zafer kazanan Amerikalılar) örgütüne bakalım; örgütün kısaltması olan AVOT, İbranice ''vatanseverlik'' demek. Yani İsrail vatanseverliği. Amerikan sağının geçmişteki önemli isimlerinden Irving Kristol meşaleyi oğluna devretti: William Bill Kristol, yeni-muhafazakârlığı yeni zamanlara uyarlarken, bu akımı ''ulusal azamet'' olarak tanımlıyor. Yeni- muhafazakârlık düşüncesinin etkili dergilerinden Commentary'nin editörü Norman Podhoretz'in oğlu John Podhoretz de Bill Kristol'un Weekly Standart'ının kurucularından ve aynı zamanda Rupert Murdoch'un yayın organlarından biri olan New York Post'un yazarı. Murdoch aynı zamanda Weekly Satndard'ın da sahibi. Ve Normon Podhoretz'in üvey oğlu Elliott Abrahms da ''Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu Politikaları''nın başında. Ve ''Paradise and Power'' kitabının yazarı Robert Kagan'ın babası olan klasik tarihçi Donald Kagan da fikriyatın orijinal teorsiyenlerinden. Şunu da eklemek gerekir; bu ailelerin dünyaya bakışları hiç de öyle tahmin edildiği gibi iyimser değil, son derece karanlık ve kötümser, o yüzden birbirlerine bu kadar bağlılar...
Bu aileler herhalde genelde Yahudi kökenliler.
Evet, buraya kadar konuştuklarımız genelde Yahudi yeni-muhafazakârlardı. Yahudi olmayan etkili yeni-muhafazakârlar da var. Ulusal Güvenlik Politikası Merkezi başkanı Frank J.Gaffney gibi...
Peki ya Rumsfeld?
Rumsfeld yeni-muhafazakâr değil, o saldırgan bir milliyetçi, tıpkı Dick Cheney gibi. Ve yeni-muhafazakârlarla sorunlu da bir ilişkisi var. Örneğin; Kagan ve Kristol işgal başladığından beri, Rumsfeld'e Irak'ın yeniden yapılanması konusunda hiçbir fikrinin olmadığına inandıkları için, saldırıyorlar. Rumsfeld'in ise zaten Irak'a girip, Saddam'ı devirmekten başka hiçbir fikri yoktu. Pentagon, 2002 den beri Dışişleri Bakanlığı'nı dışlayıp Irak politikasını domine etti. Dolayısıyla yeni-muhafazakârlık da Irak politikasının tamamen dışında kaldı. Şunu söylemek de faydalı olacak: Yeni-muhafazakârlığın ideolojik kökeni, 1960'ların sonlarında, 1970'lerin başında oluşur. Öncesinde Irving Kristol falan var, ama ana damar bu dönemde oluşur. Mesela az önce bahsettiğimiz Commentary'nin editörü Normon Podhorotez aşırı soldan gelir. Eski bir Troçkisttir. 1960'ların sonunda sağa kaymaya başlar. Bunun birçok tarihi ve tesadüfü nedenleri var. Yeni-muhafazakârlık solda doğmuştur. Solcu bir hareketti. Hareketin bir çok etkili kurucuları eski Troçkisttir. Şu anda şahinlerin bir kısmı da eski liberal demokratlardır. Tarzları, konuları ele alış biçimleri, tartışma biçimleri ve organize oluş biçimleri sol geleneğe çok benzer.
Nasıl bir tarz bu? Örnek verebilir misiniz?
Mesela, son derece sekterlerdir. Bu tipik bir Troçkist tavırdır. Muhaliflerine tutarlı, ideolojik ölçekte saldırmak yerine, son derece kişisel tavır alıyorlar. İnsanları anti-semitist olmakla, veya aralarında benim gibi Yahudilerin de bulunduğu bazı insanları, ''kendine Yahudi'' olmakla suçluyorlar. Geleneksel Amerikan muhafazakârlığı üst-sınıf karakter taşır. Her mevzuyu centilmence, kontrollerini kaybetmeden tartışan insanlardan oluşan bir hareketken, yeni-muhafazakârlar son derece saldırgan. Kavga etmeyi seviyorlar. Bu savaş taraftarı koalisyonunun en büyük özelliği, sadece ''seçim''e adresli olmaları değildi. Örneğin yeni-muhafazakârlar Yahudi cemaatinin çoğunluğunu temsil etmiyorlar. Birçok Amerikalı Yahudi liberaldir ve daha solda durur.
Bu çatışmaların merkezine ''din'' de çok fazla oturmaya başladı. Sanki batının ''medeniyet'' fikri de ABD tarafından, ''haçlı'' göndermeleriyle yeniden mi tanımlanıyor?
Amerikan Hıristiyan sağı ile muhafazakâr İslam bir bakıma müttefik gibi. Bir çok insanın söylediği ABD ile Avrupa arasındaki en önemli fark: Dini kurallara uyma. ABD'de de kamuoyu araştırması yapan birçok uzman demokratlarla, cumhuriyetçiler arasındaki en önemli farklılığın ''dini kurallara uyma'' olduğunu söylerler. Demokratlar Avruplılara benzerler, gündelik hayatlarına dini çok karıştırmazlar. Cumhuriyetçiler ise bu konularda fundemantalisttir. Diğer dinlere sahip insanlara ve Hıristiyanlığın daha liberal yorumlarına karşı hiç de hoşgörülü oldukları söylenemez. Liberal kiliseleri ve yaygın kiliseleri çok sevmezler ve solda bulurlar. İşte bu yüzden kendi kiliselerini yaratmışlardır. Şunu söylemek isterim, bir çok Amerikalı köktenci değildir, keza köktenciliğe ve uygulanan dış politikanın lehine oy veren de sanıldığı kadar fazla değildir. Bush Amerikan tarihinin gördüğü en az desteğe sahip başkandır.
Peki ya, gelecek için söylenecek sözler? İran, Suriye, Çin, Kuzey Kore... ABD'nin yeni dönem planları..
ABD'nin son dönem dış politikasının arkasındaki üç ana damarı tekrar hatırlamakta fayda var. Soldan gelen ''Yeni- muhafazakârlar'', cumhuriyetçilerin sağ kanadından gelen ''saldırgan milliyetçiler'', ancak 1976 ve 80'den sonra, seçim sistemine dahil olan ''Hıristiyan sağcılar''. İşte bu koalisyon şu anda sıkıntılı. Her ne kadar Irak'ı işgal konusundaki koalisyonları bozulmasa da, üzerinde ikna oldukları konular azaldı. Diğer bir sorun da Şaron. Hıristiyan sağcılar, Hıristiyan Siyonistlerdir. "İsrail, David'in krallığı olarak tekrar yapılandırılmalıdır" diyorlar ve Şaron'un Kral David'in krallığının bir kısmından vazgeçmesi sadece Siyonistler arasında değil, Hıristiyan sağı arasında da problemler yaratı. Sağ kanat yeni-muhafazakârlar Şaron'a ve Şaron'a verilen ABD desteğine karşılar. Bazı yeni-muhafazakârlar da Filistin devleti konusunda yumuşaklar ve ''kehanetler''i umursamıyorlar. Bu yüzden 2001'deki İntifada'dan beri aralarında ciddi problemler var.
Şu anda tüm bu akımların hemfikir oldukları tek nokta ise: İran'ın nükleer silah kapasitesi ve bunun bertaraf edilmesi için ABD'nin İran'a silahlı müdahalesi.
Peki İran'a silahlı müdahale gerçekleşecek mi?
Evet bundan eminim.
Ne zaman peki?
Net bir tarihten çok, sürecin kendisinin bu yılın sonunda başlayacağını düşünüyorum. Direkt müdahale de bu süreçten sonraki iki yıl içinde, herhangi bir zamanda olabilir. Bu süre içinde de muhtemeldir ki AB'yi ve Birleşmiş Milletler'i olaya müdahil etmeye çalışacaklar. Öte yandan, yönetimdeki şahinler de bu politikaları daha ne kadar domine edeceklerinden emin değiller. Başını Colin Powel'ın çektiği ''Gerçekçiler''in de ikinci döneme güçlü girdiklerini de akılda tutmamız lazım. Sonuçta, diğer kanadın eli bayağı zayıfladı. Ve dünya bu yönetime son derece kızgın. Mesela, şu anda Washington'da John Bolton'un ABD'nin BM büyükelçiliği için adaylığı vesilesiyle yapılan tartışma son derece ilginç. Saldırgan milliyetçiler bu adaylıktan oldukça memnunlar. Çünkü Bolton bu kanattan. Perle ve Gaffney gibi radikal yeni-muhafazakârlar da bu adaylığı destekliyorlar, ki bence Bolton'u destekelemek yeni-muhafazakârlığın en temel argümanlarına karşı gelmektir. Eğer Bolton seçilmezse, yönetim kademesinde ciddi sorunlar olacağı ve Cheney'in güç kaybedeceği de aşikâr.
2004 Nisanı ve 2005 Şubat'ındaki iki makalenizde Ortadoğu'ya dair ''ılımlı islam'' projesinin teorisyenlerinden bazılarını tarif ediyorsunuz: Daniel Pipes ve Stefan Scwartz... Ve Türkiye'ye de burada model rol biçiliyor. İslam, Türkiye, Ortadoğu ve ABD projesi... Aklımıza ''yeşil kuşak'' tecrübesi geliyor ve ürperiyoruz...
ABD, Ortadoğu için ağzından düşürmediği demokrasiyi, Türkiye uyguladığı zaman hiç hoşlanmadı. Aslında Türkiye demokrasisine dair hiçbir şeyi sevmiyorlar. Ülkedeki yegâne ve istikrarlı Amerikan yanlısı kurum olarak gördükleri orduya çok daha yakınlar. Netice itibariyle, Şahinler bu işe girmeden önce, Türkiye'yi tamamen cepte olarak hesapladılar. Bu olmayınca da son derece sinirlendiler. Muazzam bir hesaplama hatasıydı bu. Nasıl bakarsanız bakın, tüm bölge için son derece önemli kaynaklara sahip böylesi stratejik bir ülkeye dair böyle hesaplama hatası yapılması ilginç. Öte yandan diğer trajik hata ise İsrail'in yaptığı hata idi. Türkiye ile ilişkilerde bunca yıldır dikkatli davranan İsrail nasıl stratejik hatalar yaptı, inanılır gibi değildi.