İran Ekonomisi ve Nükleer Kriz

Ekonomi Notları
-
Aa
+
a
a
a

16 Ocak 2006

 

Komşumuz İran, nükleer araştırmalara tekrar başlayacağını ilan etti. 2003'den bu yana benzer pek çok olay olduğu için bu kararın pek şaşkınlık doğurduğu söylenemez. Ama ben İran'ın nükleer enerjiden yararlanma arayışlarını, hemen herkese ters düşerek sürdürmeye çalışmasından ne yarar beklediğini doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.

 

 

İRAN'IN NÜKLEER TESİS KURMA ÖYKÜSÜ

 

İran uranyumu zenginleştirerek enerji üretiminde kullanacağını söylemekteydi. Bir ülkenin uranyumu zenginleştirmeye yönelik bir tesis kurmasında uluslararası hukuka uymayan bir durum da yok. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (IAEA) kurallarına göre hiç bir ülke barışçı amaçlarla nükleer tesis inşa etmeye başlamak için dünyanın kalanından izin almak zorunda değil. Kurallar, sadece, nükleer maddelerin tesise getirilmesinden 180 gün önce ülkenin böyle bir tesisin varlığını açıklamasını gerektiriyor.

 

Peki İran ne yaptı? 9 Şubat 2003, o zamanki Iran devlet başkanı Muhammed Hatemi Natanz ve diğer nükleer tesislerinin varlığını televizyondan açıkladı.  IAEA uzmanlarını tesisleri ziyarete davet etti. İşler bundan sonra karıştı. Çünkü bu ziyaretten sonra, aynı yılın Haziran ayında IAEA başkanı Muhammed El Baradey, İran'ın nükleer çalışmalarını tümüyle açıklamadığına ilişkin bir açıklama yaptı. İran'ın, uluslararası alanda, sözüne güvenilirliği ciddi bir yara aldı.

 

Burada insanın aklına İran gibi petrol ve daha önemlisi doğal gaz rezervleri zengin bir ülkenin niçin buna gerek duyduğu sorusu takılıyor. İran Suudi Arabistan'dan sonra dünyanın en zengin petrol rezervlerine sahip olan ülke. Dünyanın kanıtlanan petrol rezervlerinin % 11'i İran'da. Doğal gazda da benzer bir durum var. İran'ın dünya doğal gaz rezervlerinin %15ine sahip ve bu alanda da Rusya'dan sonra ikinci sırada yer alıyor.

 

Bu soruya verilen yanıt, İran'ın bu kaynaklarını tüketmektense ileride ihraç etmek üzere korumasının daha akıllıca olabileceği. Bu nedenle İran  2021 yılına kadar 7 adet 1000 megawat'lık nükleer santral yapmayı planlıyor. Peki İran'ın böyle bir stratejiyi anlamlı kılabilecek zengin uranyum yatakları var mı? Galiba yok. İran'daki düşük dereceli uranyum yataklarından elde edilecek uranyum bu santrallardan ancak birisinin 6 yıllık tüketimini sağlayacak düzeydeymiş. Üstelik bu uranyumun elde edilme maliyeti de dünya fiyatlarının 3-5 katı olacağı tahmin ediliyor. Öte yandan Natanz'daki santrfüj ile uranyum zenginleştirme tesisinin kapasitesi bu reaktörlerden bir tanesine bile yakıt sağlamaya yetmiyormuş.

 

Bu durumda insanın aklından  "Her halde İran'lılar bütün bu noktalarda hata yapmış olamazlar. Demek ki bu tesisleri enerji üretmek için yapmıyorlar" diye geçmiyor değil.  Bütün bunlara bir de Arak ağır su reaktörü yapılması eklenince kuşkular daha da arttı. Çünkü ağır su reaktörü, nükleer silah yapımına en uygun reaktör tipi.

 

Bundan sonra İran'la IAEA arasında bir oyun başladı. Oyuna Avrupa Birliği de katıldı. Bazen anlaşma noktasına yaklaşılıyor gibi oldu, bazen uzaklaşıldı. İşte bu ortamda İran'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini Mahmud Ahmedinecat kazandı. İran uranyumu zenginleştirerek barışçıl amaçlarla kullanmaktan vazgeçmeyeceğini kesin bir dille açıkladı. İran siyasal dünyasının iki önemli ismi, Ayetullah Ali Hamaney ve Ekber Haşimi Rafsancani, bu karara destek verdiler.

 

Bütün bunlar olup biterken  International Institute of Strategic Studies, Eylül 2005'de yayınladığı bir raporda İran'in nükleer silah yapabilme kapasitesine ancak yıllar sonra varabileceğine ilişkin de bir rapor yayınladı.

 

Öykünün özeti bu.

 

Iran Ekonomisi

 

Bu kadar gürültü patırtı koparmaya değer bir kazanım görüyor musunuz? Ben göremiyorum. Bu nedenle de acaba İran yönetimi açısından "nükleer program amaç mı yoksa araç mı?" sorusu aklıma geliyor. Nedenlerimi sıralayayım:

 

i) İran, 2004 Kasım ayında Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa ile iktisadi bazı yararlar karşılığında nükleer yakıt geliştirme programını durdurmak üzere görüşmeyi kabul etmişti. Amacı nükleer güç olmak olan bir ülkeden beklenen bir davranış mı bu?

 

ii) İran ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya. Kamu açıkları giderek büyüyor. Ülkenin, 2005/6da GSYH'nin % 5'ini aşan bir açık vermesi söz konusu. Bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da değişmesi pek olanaklı görünmüyor. Çünkü kamu harcamaları yılda ortalama %20 dolayında artıyor. Bunun önemli nedeni sübvansiyonların bütçeye getirdiği giderek ağırlaşan yük. Bu durumun sürdürülebilir olmadığı açık. Ama öte yandan da sistem, kabaca, petrol gelirlerini, sübvansiyonlar biçiminde dağıtmak üzerine kurulu. Dolayısıyla çözüm tüm bu yapının değişmesinde. Bütün bunlara çare bulabilmek için ciddi bir iktisadi programın yürürlüğe konulması ve yapısal bazı önlemler alınması gerekiyor.  

 

iii) Mahmut Ahmedinecati'nin seçimi kazanmasında en önemli etken, İran'da işsizlik, enflasyon ve yolsuzluktan şikayetlerin yaygınlaşması idi. Onun, değişik kimliği ile bu sorunlara bir çare bulacağı ümidi, özellikle cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda, oy toplamasına yol açmıştı. Tabii, seçim sonucu bekleyişlerin de güçlenmesine yol açtı. Ancak gelişmeler pek de umulan yönde olmadı. Ahmedinecatinin gündeminde ön plana çıkan ideolojik konular oldu. Bürokratik kadroları, nitelik kaygısını pek taşımaksızın, yandaşlarıyla doldurarak işe başladı. Yolsuzluğa karşı açtığı kampanyanın da rakiplerini hedeflemekten başka bir amacı olmadığı anlaşıldı. Ahmedinceati'nin kendisine aşırı-tutucu sıfatının yakıştırılmasına yol açan keskinliği, iktisat politikası uygulamasına gelince popülizme dönüşmüşe benziyor. Kısa (-orta) dönemde toplumsal maliyeti olan yapısal değişiklik programlarının uygulanması yönünde pek adım atmaya niyetli değil. Bu da sorunların giderek daha da ağırlaşması demek. İktisat politikası bir çıkmaza doğru sürüklenmekte.

 

 

İran'da Siyasal Dengeler

 

 

Ahmedinecati'nin yaklaşımı keskin olmasına keskin ama İran'ın karmaşık siyasal karar alma mekanizması göz önüne alındığında, oldukça da safdil. İran'da cumhurbaşkanı olmanın mutlak yetke sahibi olmak anlamına gelmediğini,  Muhammed Hatemi'nin deneyiminden de çıkaramamış. Bir kere sistemde en yüksek konumada Ayetullah Ali Hameney var. Onun başkanı olduğu Muhafızlar Konseyi ve kendisinin geçen seçimdeki en önemli rakibi olan Ayetullah Ekber Haşimi Rafsancani'nin başında olduğu İran İslam Cumhuriyeti Düzenin Yararını Teşhis Konseyi cumhurbaşkanının eylemlerini denetliyor. Tabii bir de Meclis var. Gücünü iyi tartamayan Ahmedinecati, bu güç odaklarının hepsiyle arasını soğutmayı başarmış görünüyor. Bu da onun yolunu tıkadı. İstediği düzenlemeler meclisten geçmediği gibi, meclis yaptığı bazı kritik atamaları da durdurdu. Gözlemcilere göre 290 mebusun olduğu mecliste Ahmedinecati'yi destekleyenlerin sayısı sadece 75.   

 

İşte bu noktada Ahmedinecati'nin, zaten ortalıkta olan "nükleer yakıt" sorununu kaşımayı bir çıkar yol olarak görmüş ve böylece, ulusal bir sorunun üzerine giden bir lider olarak ülke içinde prestijini artırabileceğini ya da hiç olmazsa koruyabileceğini düşünmüş olabileceği akla geliyor. Eğer öyle ise, pek de sağlam bir konumda değil demektir. Şöyle ki:

 

i) İran halkının, ülkenin nükleer alandaki faaliyetlerine devamından yana olduğu söyleniyor. Bu yolda devam etmenin olası sonuçlarının maliyetinin ne olduğu açıklandıktan sonra mı bu tercihi yapmışlar? Sanmıyorum. Ahmedinecati'ye 6 ay önce başta işsizlik olmak üzere iktisadi dertlerini çözsün diye oy veren İran halkı, neden bu isteklerinden vaz geçip, kendilerine görülebilir gelecekte pek bir şey sağlamayacak olan nükleer yakıtı üretelim diye tuttursun ki?

 

ii) İran'ın bu pazarlık sürecinde geçmişten kalan önemli bir dezavantajı var. O da bu duyarlı konuda dünyadan bilgi saklamış olması nedeniyle, saygınlık (credibity) kaybına uğramış olması... Ahmedinecati yönetiminin bunu gidermek yönünde adım attığı söylenebilir mi?

 

iii) Ali Hamaney'in ve Ekber Hasimi Rafsancani'nin bu konuda Ahmedinecatiye pek de gönüllü sayılamayacak biçimde destek verirken, aynı zamanda onun bu konudaki atılımının iç politika üzerindeki etkilerini de azaltmış olmuyorlar mı?

 

 iv) İran yönetimi herhalde Rusya ve Çin'in gayretleriyle Güvenlik Konseyinden bir ambargo kararının çıkmayacağını varsayıyor. Acaba öyle mi?

 

Olaya böyle bakınca nükleer alandaki çalışmalar, İran için, amaç olmaktan çok bir araca benziyor. İran ne nükleer silah yapabilecek, ne de izlediği yolla nükleer enerji sağlayabilecek durumda. Ama bu seçeneği, özellikle Avrupa ile, bir pazarlık aracı olarak kullanmak istiyor gibi. İktisadi sorunlarını, bazı dış yararlar sağlayarak hafifletmeyi umuyor. Yani, bir iç sorunun dışa yansıtılması örneğine tanık oluyoruz. İran'ın iç siyasal çekişmeleri göz önüne alındığında Avrupa'nın "uluslararası ortamda bu kadar hadise çıkaran bir yönetimle bu iş olmaz" tavrının İran tarafında karşılık bulması bile söz konusu olabilir.

 

Galiba önümüzdeki haftalarda ortalıkta epeyce peşrev çeken pehlivan göreceğiz. Ama güreşe tutuşmayıp, tenis oynamaları olasılığı ilk bakışta göründüğünden epeyce yüksek gibi.