Kuşkusuz Iraklıların çoğu ülkelerinin işgal edilmesini istemiyor
Tony Blair yönetimi İngiliz halkından, onların Irak savaşına karşı taviz vermez tutumu karşısında kaçacak delik arıyor. Bu korkunun en son göstergelerinden biri de 15 Şubat’ta Hyde Park’ta savaş için dev bir karşı duruş olacağı düşünülen ve Britanya siyasi tarihinin en büyük protesto gösterisine dönüşmesi beklenen miting için kalkışılan yasaklama girişimleri. ABD yönetimi savaş hazırlıklarını hızlandırırken bu en büyük destekçisinin de geride kalmamak için koşturması gerekiyor.
Tony Blair’in dosyasında kimyasal ya da biyolojik silah deposu olarak adı geçen yerlerin tek tek denetlenip de ortaya hiçbir şey çıkmamasına, silah denetçilerinin Irak’ın işbirliğinin “memnuniyet verici” düzeyde olduğu yolundaki geçen haftaki raporuna, Birleşmiş Milletler üyesi devletlerin çoğunun Hans Blix’in yanıtsız kalan sorularını nedensiz bir saldırı başlatmak yerine, denetimin sürdürülmesi için yeterli gördüklerine hiç bakmayın. Bütün bunların durduramadığı Jack Straw, Irak’ın BM’ye karşı yükümlülüklerini ihlal ettiğini, 82. Hava Tümeni için oyunun kurallarını bozduğunu ilan etti.
Artık pek çok kişi, bu yapılanların silahsızlanma yerine rejim değişikliğini amaçladığını, Irak’ın elinde kalan “kitle imha silahları” neyse, onların da Kuzey Kore örneğinde görüldüğü gibi, bir saldırıyı önleyemeyeceğini anlamış durumda. ABD de Britanya da BM desteği olsun, olmasın güç kullanacaklarını açıkladıkları için Güvenlik Konseyi’nden çıkacak göz korkutmaya yönelik her türlü yeni kararın BM’nin kendi güvenilirliğini zedelemesi çok olası.
ABD, kamuoyunun desteğini almak için Iraklıların silahları gizlice denetçilerden kaçırdıklarını gösteren kanıtlarla birlikte, Saddam Hüseyin’le El Kaide arasındaki olası bağlantıları ortaya çıkarmak üzere ‘istihbarat’ çalışmaları yapmaya söz veriyor. ABD’nin bu sözünü tutması, tamamen kendi kaynaklarına ve ABD’nin Küba’daki Guantanamo Körfezi kampında işkence gördüklerini artık bildiğimiz insanların da aralarında bulunduğu esirlere bağlı olduğundan, bu bile ABD’nin umutla beklediği yeni ‘Adlai Stevenson Anı’nı yaratmaya yetmeyebilecektir.
Bütün bunların hiçbiri kamuoyunun Irak’ın işgaline ilişkin tutumunda kesin bir değişikliğe yol açmazsa, önümüzdeki haftalarda büyük yankı uyandıracağı kaçınılmaz olan bir dayanak daha var ki o da Başkan Bush’un geçen Salı günü yaptığı ‘Ulus’a Sesleniş’ konuşmasında, Irak’a açılacak savaşın Irak halkı için zorba yönetimden ‘kurtuluş’ günü demek olacağını dile getirmesi. Buna benzer bir başka görüşü de Körfez’e sevk edilen bir İngiliz askeri, kendisine bu savaşın kamuoyu desteğinden yoksun olması konusunda ne düşündüğü sorulduğunda dile getirdi.
Irak halkı ne istiyor?
“İnsanlar Saddam’ın kendi halkına yaptıklarını öğrendiğinde, bizi tam olarak destekleyeceklerdir,” diyordu er Daniel Buist. Bu, Britanya’daki ve ABD’deki liberal savaş destekçilerinin, hani Yugoslavya burgacı sırasında insani amaçlı müdahalenin tadı damaklarında kalan o ünlü dizüstü bilgisayarlı bombacıların büyük hevesle sarıldıkları bir tema. Onlara göre Iraklılar, Saddam Hüseyin’den kurtulmak için ABD’nin ülkelerini işgal etmesini istiyor, oysa savaş karşıtı hareket halkın yazgısına kayıtsız.
Son zamanlarda getirilen eleştirilerden biri de şu soruyu içeriyor: “20 yıl önce Saddam’a karşı sol hareket neredeydi?”
Doğrusunu isterseniz, yirmi yıl önce Irak’taki rejime karşı yalnızca Batılı solcular mücadele etmişti. O zamanlar yüzlerce Iraklı solcu hapsedilip darağacına gönderilirken ABD ve Britanya İran-Irak savaşında Irak’ı silahlandırmakla meşguldü ve ne insan haklarının korkunç ihlalini ne de 1980’lerin sonlarında Kürtlere karşı yapılan kimyasal gaz saldırılarını umursuyordu.
1991’den sonra değişen şey ise Irak halkının çektiği büyük acıların artık rejim eliyle değil, Batı’nın yaptırımlarıyla oluşmasıydı. Bu yaptırımlar, Unicef’in kestirimlerine göre, son on yılda en az 500,000 çocuğun ölümüne yol açmıştı.
İster yurt içinde, ister yurt dışında yaşıyor olsunlar, Iraklıların büyük çoğunluğunun ülkelerinin ABD ve Britanya tarafından saldırıya uğrayıp işgal edilmesini istediklerini gösteren bir kanıt da yok. Irak halkı daha çok, Irak diktatörünün devrildiğini görmek istiyor. Bırakın Irak’takileri, sürgündeki Iraklıların bile bu konudaki gerçek düşüncesini kestirmek yeterince güç.
Oysa, Batı medyasında fırsat buldukça ülkelerine yönelik ABD planlarını göklere çıkaran Irak’ın tescilli aydınlarının, kalburüstü politikacılarının tüm Irak halkını temsil etmediği de çok açık bir gerçeklik.
Kukla yönetimin bir parçası olmak üzere pohpohlanan Irak Ulusal Meclisi, Irak Ulusal İttifakı gibi ABD destekli başlıca örgütler bile ABD işgalini doğrudan desteklemekten kaçınarak beklenen birliktelikleri konusunda pek de hevesli olmadıklarını ortaya koyuyorlar. 1970’lerin sonlarında Britanya merkezli dayanışma grubu Cardri’nin kurucusu olan, sonraları Kuzey Irak’ta Saddam’ın kuvvetlerine karşı savaşan Iraklı muhalif eylemci Lait Hayali de bağımsız seslerden biri ve yurtdışına kaçan Iraklıların büyük çoğunluğunun savaşa karşı olduklarını ısrarla söylüyor. Irak’tan kaynaklanan kulaktan dolma bilgiler de benzer anlatımlar içeriyor ki yıkım ve kayıp beklentilerinin ölçülerine bakıldığında bu, hiç de şaşırtıcı gelmiyor.
Minarenin kılıfı
Irak yönetiminin insan hakları sicili 30 yılı aşkın bir süredir –bu durumdaki tek örnek olmamakla birlikte– epeyce ürkütücü. Britanya ve ABD işgal güçleri Bağdat’ın Raşid Caddesi’nde ilerlerken hiç kuşkusuz bize sunulan görüntüler, yol kenarındaki kutlamalara ve sağa sola şekerleme dağıtan Amerikan askerlerinin kucaklanmasına ilişkin olacaktır. Yeni iktidarla işbirliğine girişmeye heveslilerin sayısı da hiç az olmayacaktır; işgal bir yönüyle de yaptırımların yol açtığı acıların dinmesi anlamına gelecek, birçok Iraklı rahat bir soluk alacaktır; hunharlıklar açığa çıkacak, savaş suçları mahkemeleri kurulacaktır.
Bütün bunlar minarenin kılıfı olarak kullanılacaktır. Oysa Iraklıların yalnızca küçük bir azınlığı tarafından onaylanan ve uzun süreli kalıcılığına ilişkin işaretler bulunan bir yabancı istilaya, bağımsızlığın yitirilmesine ve ülke petrollerinin yabancılarca etkin biçimde denetlenmesine ulusal kurtuluş diye bakılmasına pek olanak yoktur. ABD’nin bu ülke için, gerçek bir seçim olsa yıkılıp gitmesi aşikâr bir hükümetle, demokrasilerin en ‘güdümlüsü’nden daha azını kabul edeceğine inanmak da hiç kolay değildir.
İnsan hakları adına girişilen askeri müdahalelerin tehlikesi, tıpkı ‘uygarlık’ ya da ‘Hıristiyanlık’ adına yapılmış olanlar gibi, seçici yaklaşımından kaçınılamaması ve müdahale edenin çıkarlarını desteklemek amacıyla kullanılmasıdır. Bu savaşın bir adım ötesi, Irak’ın geleceğini 1958 öncesindeki yarı sömürge konumuna benzer bir dönüşüme uğratacaktır. O zamanlar Irak, Batılı güçlerin bölgedeki hareket dayanağı durumundaydı. Her bakanlıkta ‘danışman’ denen İngiliz askerleri ve Irak Ulusal Meclisi’nde Ahmet Çelebi gibi toprak ağalarının kendi hukukları vardı. 10.000 siyasi hükümlü cezaevlerine atılmış, partiler yasaklanmış, basın sansür altına alınmış, işkence gündelik uygulama durumuna gelmişti. Başkan Bush’un da söyleyebileceği gibi, biz bu kötü filmi daha önce görmüştük.
Çeviren: Ela Uluhan
Metnin The Guardian'da yayınlanan orijinaline ulaşmak için lütfen tıklatınız