W. Bush teftişte askerleri "Hooo" diye selamladı (AP)George W. Bush jeopolitik açıdan bir beceriksiz. Bir şahinler kliğinin, kendisini Irak’a saldıracak ve ordan çıkamayacak pozisyona sokmasına izin verdi. Bu hareketin sonucu, ABD ve dünyanın geri kalanında sadece olumsuz etkiler yaratacaktır. George W. Bush, kendini politik olarak ya derin ya da ölümcül yaralar almış bulacaktır ve ABD’nin dünyada zaten azalmakta olan gücünü daha da hızlı azaltacaktır. Irak’a karşı savaş, başlatıldığı an itibariyle -Amerikalı ve Iraklı- pek çok kişinin ölümüne neden olacaktır. Çünkü, açıkça görüldüğü gibi yüksek irtifadan neşter vururcasına hava saldırıları yeterli olmayacaktır.
Irak’ı işgal etmek, Arap-İslam dünyasında şimdiye kadar hayal edilememiş büyüklükte bir kargaşaya sebep olacaktır. Diğer Arap liderlerinin Saddam Hüseyin’i sevmemelerine rağmen halkları şüphesiz bir Arap ülkesinin işgaline tepkisiz kalmayacak ve liderlerini bu kargaşaya katılmaya itecektir. Irak’a karşı yapılacak bir saldırı mutlaka nükleer silahları da içerecektir ki şu an serbest bırakılırlarsa ilerde kontrolleri imkansızlaşacaktır. Irak henüz bu tip silahlara sahip olmayabilir, ama bunda emin de olamayız. Kesinlikle sahip olmasa bile, neden İsrail’e konvansiyonel silahlarla saldırması, İsrail’in sahip olduğu nükleer silahlarla saldırmasına sebep olmasın? Bu yüzden, eğer savaş kızışırsa, ABD’nin nükleer silah kullanıp kullanmayacağından nasıl emin olabiliriz?
Nasıl oldu da böyle dehşet verici bir çıkmaz sokağa girdik?
Şunu kabul etmeliyiz ki Irak’a yönelik ABD askeri operasyonuyla ilgili mesele, yapılıp yapılmayacağı değil, ne zaman yapılacağıdır. Amerikan hükümeti bu operasyonda ısrarcı olmasını şöyle açıklıyor; Irak, BM kararlarını reddediyor ve başta ABD olmak üzere tüm dünya için tehdit unsuru içeriyor. Öte yandan bu gerekçe, beklenen askeri operasyon için ciddiye alınamayacak kadar yetersizdir. BM kararlarına uymamak son 50 yıldır çok sık rastlanan bir durumdur. 1986’da Dünya Mahkemesi’nin Nikaragua konusunda ABD’yi suçlu bulduğunu ve ABD’nin bu kararı reddettiğini herhalde kimseye hatırlatmaya gerek yok. Ve Başkan Bush’un da açıkça belirttiği gibi, kendisi ABD çıkarlarına tehlikeli gözüken hiçbir anlaşmaya uymayacaktır. İsrail de, elbette, son otuz yıldır BM kararlarına uymadığı gibi, ben bu yazıyı kaleme alırken de uymamaya devam ediyor. Diğer BM üyesi ülkelerin sicilleri de çok farklı değil. Neymiş; Saddam BM kararlarına uymuyormuş. Bunun neresi yeni?
Saddam Hüseyin gerçekten de yakın bir tehdit mi? 1990 Ağustos’unda Irak Kuveyt’i işgal etti. En azından bu hareket yakın bir tehditti. ABD’nin buna cevabı, Iraklıları Kuveyt’ten çıkardığımız ve -cazip askeri ve siyasi nedenlerle- işi orada bırakmaya karar verdiğimiz Körfez Savaşı oldu. Ancak Saddam Hüseyin de iktidarda kaldı.
BM, Irak’ın nükleer, kimyasal ve bakteriyolojik silahlarını terketmesini talep eden sayısız karar aldı ve bunu yaptığını denetleyecek teftiş heyetlerinin oluşturulmasını mümkün kıldı. BM, Irak’a çeşitli ambargolar da uyguladı. Bilindiği gibi, o günden bugüne geçen on seneden uzun bir zaman diliminde, bu BM kararları tarafından getirilen kısıtlamalar, tamamen ortadan kalkmasa da ciddi ölçüde zayıfladı.
Irak-Kuveyt anlaşması
Haftalar önce Irak ve Kuveyt bir anlaşma imzaladılar ve Irak, Kuveyt’in egemenliğine saygı göstermeyi kabul etti. Kuveyt Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabbar el-Sabah, ülkesinin “yüzde 100 tatmin olduğunu” ifade ederek anlaşmayı kendisinin kaleme aldığını da ekledi. Buna rağmen ABD’den bir sözcü yeterince ikna olmadığını dile getirdi. Kuveyt öyle hemen “tatmin oldu” diye ABD’nin cayacak hali yoktu. Hem Kuveyt kim oluyordu da böyle bir kararda yer alıyordu?
Amerikalı şahinler, dünya üzerindeki tartışılmaz hegemonyamızın sadece kuvvet -hem de kayda değer ölçüde büyük bir kuvvet- kullanılarak yeniden sağlanabileceğine inanıyorlar. Hiç şüphesiz, 1945 yılında ABD’ye olduğu gibi, büyük ölçüde kuvvet kullanımının hegemonya getirebileceği doğrudur. Ancak, ABD hegemonyası da bir zamanlar olduğu gibi değil. Ülkenin dünyada 1945 ile 1965 yılları arasındaki ekonomik üstünlüğünün yerini ABD ekonomik konumunun Japonya ya da Avrupa Birliği ekonomilerinden ciddi ölçüde iyi olmadığı bir başka durum aldı. Bu görece ekonomik gerilemenin ABD’ye maliyeti, yakın müttefiklerinden her koşulda gördüğü bağlılık oldu. Geride kala kala askeri üstünlük kaldı. Ama, Makyavelli’nin asırlar önce hepimize öğrettiği gibi, güç yeterli değildir. Elinizde güçten başka bir şey yoksa onun kullanımı bir güçlülük göstergesi değil, zayıflık göstergesi olacak ve kullananı zayıflatacaktır.
Açıktır ki şu aşamada hemen hiç kimse ABD’nin Irak’ı istila etmesini desteklemiyor. Ne bir Arap ülkesi, ne Türkiye ya da İran ya da Pakistan. Rusya da desteklemiyor, Avrupa’nın büyük bir bölümü de. İki önemli istisna var: Sürekli Bush’un amigoluğunu yapan İsrail ve Britanya –daha doğrusu Britanya’nın, daha geçen hafta Texas’ı Irak ile ilgili olarak “hiçbir şey yapmamak ... seçenek değildir” diye eleştiren başbakanı Tony Blair. Mamafih, geçen ay Observer’da yayımlanan bir haberde şu yazılıydı: “Britanya’nın askeri liderleri Tony Blair’e sert bir uyarıda bulunarak Irak ile savaşın kazanılmasının mümkün olmadığını ve küçük siyasi kazanımlar Bağdat'ta kitap pazarı: Ambargo yüzünden tüm yayınevleri kapandı, yalnızca ikinci el bulunuyor (AP)
adına pek çok kişinin öleceğini belirttiler.”
ABD askeri liderlerinin de farklı bir sonuca vardıklarına inanamıyorum, sadece artık bu tatsız gerçeği Başkan Bush’a söylemekten daha fazla çekiniyorlardır. Eski CIA mensubu ve Clinton dönemi Ulusal Güvenlik Konseyi’nin Irak uzmanı Kenneth M. Pollack, Irak’a yönelik bir askeri müdahalenin 200 ile 300 bin arasında asker göndermeyi gerektireceğini söylüyor. Bu askerler muhtemelen Suudi Arabistan ile Kuveyt’teki üslerden hareket edecekler, ayrıca kuzey Irak’taki Kürtleri savunmak için de ilave asker gerekecek.
ABD’ye bakılırsa, tek başına hareket edeceğini söyleyerek müttefiklerini sindirme hesabı yapıyor. Ancak, İsrail’in Batı Şeria kentlerini işgalinden sonra Suudi (hatta Kuveyt’in bile) üslerinin ABD’nin kullanımına açılması gibi uzak bir ihtimal de neredeyse tamamen ortadan kalkmış bulunuyor. Türkiye’nin Irak Kürtlerini savunmakta herhangi bir çıkarının bulunmadığı çok açık, çünkü böyle bir hareket hiç şüphesiz Türkiye’deki Kürt hareketini güçlendirecektir. Halbuki Türk hükumeti bütün gücüyle bunun tersi için mücadele etmektedir. İsrail’e gelince, Başbakan Ariel Şaron -Bush’un da kuvvetli desteğiyle- Filistin Yönetimi’ni olabildiğince hızlı bir biçimde ortadan kaldırma faaliyeti içindedir ve bu durum da Irak aleyhtarı bir koalisyon oluşturmak konusunda Bush’un işini kolaylaştırmayacaktır.
Ama gene de, kazanılması imkânsız olmamakla beraber çok güç olacak bir istila gerçekleşecektir. Harekât yeni bir Vietnam halini alabilir. Tıpkı Vietnam’da olduğu gibi savaş bitmek bilmeyecek, pek çok Amerikalı’nın hayatına mal olacak ve o kadar olumsuz siyasi etkileri olacak ki sonunda Bush (ya da takipçisi) çekilip gidecek. Ülkede, yenilenmiş ve büyümüş bir Vietnam sendromu sonucuyla karşı karşıya kalınacak.
Kimse göremiyor mu Bush yönetiminde bunu? Birkaç kişi var hiç şüphesiz, ama onlar da görmezden geliniyor, çünkü Bush kendi kendini soktuğu bir açmazın içinde bulunuyor. Irak’ı istila ederse, Lyndon Johnson gibi, kendini bitirme riskiyle karşı karşıya kalacak. Üstelik, en nihayetinde, ABD’nin başarısızlığı Avrupalılar’a Atlantik yanlısı değil; Avrupalı olma cesaretini verecektir. Ama Bush’u etkileyecek bütün bu olumsuz sonuçların gelecekte ortaya çıkacak olmalarına rağmen istila etmemenin olumsuz sonuçları hemen görülecektir.
Bush, ABD halkına “mutlaka kazanacağımız” bir “terörle savaş” vaadinde bulundu. Şu ana kadar bütün yaptığı, zayıf ve sefil Taliban’ın düşürülmesi oldu. Bin Laden’i ele geçirmedi. Pakistan’ın durumu muallakta. Suudi Arabistan uzaklaşıyor. Eğer Irak’ı işgal etmezse kendisi için en önemli olan noktada -Amerikalı seçmenlerin gözünde- aptal durumuna düşecek. Bu, Amerikan iç politikası danışmanları tarafından bütün açıklığıyla söyleniyor kendisine. Bush’a verilen inanılmaz yükseklikteki kamuoyu desteği onun bir “savaş başkanı” olmasının yansıması. Dolayısıyla, barış zamanı başkanı olmaya karar verdiği an başı büyük derde gidecektir –savaşla ilgili vaatlerinin sonuçlanmamış olması bu durumu daha da ağırlaştıracaktır.
Velhasıl, Bush’un seçeneği bulunmamaktadır. Irak’ı istila edecektir. Hâlihazırdaki Ortadoğu krizinin kendisini caydırmayacağını da bütün açıklığıyla ifade etmiştir. Tam tersine. Dışişleri Bakanı Colin Powell’ı bölgeye göndermesi, operasyonu bir tür garantiye alma çabasıdır. Sonuçları da hep beraber tecrübe edeceğiz.
Immanuel Wallerstein, Yale Üniversitesi’nde öğretim üyesi ve araştırmacıdır. “The End of the World as We Know It” isimli bir kitabı vardır.
Çeviri: Şerif Erol