İnce ayar mıdır bu?

-
Aa
+
a
a
a

Gurbette olunca, yolcu karşılamak daha bir hoştur. Uçaktan inecek yolculardan çok, buralarda satılmayan Türk gazetelerini bekler insan. Ve her gelecek tanıdık THY yolcusuna da “aman uçaktaki her gazeteden bir tane alıp getir lütfen” diye tembih edilir...

 

İşte yine o yolculardan birisi tomar halinde gazeteleri verince elime keyfime diyecek yoktu doğrusu. Hemen eve gidip, terasa kurulup, teker teker yudumlamaya başladım gazeteleri..

 

Türkiye Gazetesi’nin 17 Temmuz 2003 günlü sayısında, ikinci sayfada yayımlanan “artık herkes denize girebilecek” başlıklı ilân gerçekten ilginç çağrışımlara neden oldu bende..

 

21’inci yüzyılın, Atatürk Türkiye’sinde böyle bir ilânı verebilmek için en azından garip düşüncelerin insanı olmak gerekir diye geçti içimden.

 

Lâik ve demokratik Türkiye’de, benim kadar demokrasiye ve özgürlüklere düşkün az insan vardır diye düşündüğüm halde, bu ilân benim bile tolerans sınırlarımı gerçekten aşıyordu..

 

Hele hele kadınların içgiyimi ile uğraşan, içgiyimin tarihini yazmış birisi olarak gerçekten canımı yaktı bu sunum.

 

Atatürk’ün uzun uğraşlar sonucunda “şapkayı” giydirdiği Türk insanını bu garip – garabet kılıkta görmek istemediğimi düşündüm.

 

Sonra düşüncelerim daha da derinleşti ve bu ilânın, acaba bir ince ayarın parçası mı olduğunu düşünmeye başladım...

 

"Hiçbirisinin giyiminde bir tuhaflık yoktu"

 

Geçtiğimiz haftayı her gün Nice şehrinin bir “pazar yerinde” don ve sütyen satarak geçirdim.

 

Her sabah saat 5.30 - 6.00 sularında kalkıp, saat 7.30 daki yer kur’asına yetişmem gerekiyordu ve güneşin alnında saat 14.00’e kadar avaz avaza “ikizlere takke” diye bağırdım Fransızca..

 

Müşterilerimin çoğunu Kuzey Afrikalı Araplar ve Faslılar oluşturuyordu, yani hepsi ile “selâmın aleyküm” diye selâmlaşıyorduk, dinimizin bir olduğunu bilerek..

 

Bu Müslüman kadınlar kırmızı stringleri, pembe brezilyen donları, memenin üst kısmını dolgun gösteren ¾ kuplu sütyenleri çok beğeniyorlar, ucuz olduğu içinde birkaç tane birden alıyorlardı.

 

Hiçbirisinin giyiminde bir tuhaflık yoktu. Üç beş tane türbanlı yok değildi, vardı ama, onların da şu gazetede çıkan, garip deniz giyimine rağbet etmeyecekleri, kendilerini o kadar çirkinleştirmeyi göze alamayacakları seçtikleri donlardan, sütyenlerden belliydi...

 

Yani Müslüman kadın olmanın şartı kendini çirkinleştirmekten, garip bir garabet haline sokmaktan geçmiyor..

 

 Detaylı görmek için tıklatın

Akdeniz’in Türkiye’den başlayan ve İspanya’da sonlanan kıyılarında, çırılçıplak güneşlenen kadınların olduğu 21’inci yüzyılda, Türkiye Gazetesi eğer bu ilânı yayımlamayı kabul ediyorsa, işin içinde, ben iş arıyorum ve bunun ince bir ayarın başlangıcı olduğunu ister istemez düşünüyorum.

 

Eyy, Kasımpaşalı Tayyip Efendi!

 

Bak sana kaçıncıdır söylüyorum buradan.. Yepyeni bir Türkiye için, dinamik ve kalkınmış bir toplum için çalışacaksan arkandayım, ama yandaşlarına ince ayarlar yaptırmaya başlarsan, yutturamazsın bilmiş ol..

 

Başbakanlık gelir geçer, seni bulunduğun yere taşıyan oyların da emanet olduğunu sakın ne ola unutma.. Türk halkının sağ

duyusunu da, bana sorarsan hiç mi hiç hafife alma. Geldiğin gibi gidersin bunu bilmiş ol!...

 

Eyy, Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin kadını... Sana sunulanlara dikkat et! Tesettür mayosu sunanlar yarın sana “erkeğin kulu ve kölesi” olacağın bir toplumun hazırlığında olanlardır. Kazanmış olduğun özgürlüklerini sonuna kadar savunmak da sana düşüyor..

 

Benden yine söylemesi...