İki Sahne - Nablus'tan Anılar

-
Aa
+
a
a
a

Avi Blum

Birinci Sahne - Ayn Beyt İlma yolunda

Keşif cipi yolda ilerliyor, dün geceden kalma unutulmuş ninjalar (askeri araçların lastiklerini delmek için yola saçılan iri çiviler) ile bildiğimiz bayağı çukurlar arasında manevra yapmaya çabalıyordu. Yolun öbür tarafında, İşgal Altındaki Topraklar’da sık sık rastlanan bir manzara vardı: Uyuşuk bir ihmalkarlık içinde sarkık kalmış bir elektrik telinin üzerinde ilkbahar esintisiyle bir Filistin bayrağı dalgalanıyordu. Hemen altında, alay komutanının cipi çoktan hazır bekliyordu. Arabanın kaputunun üzerinde sere serpe yatarak güneşin keyfini çıkaran da alayın tombul komutanından başkası değildi.

“Sen yeni taburdan mısın? Daha dün geldin, değil mi? Devriye komutanı kim? Sen mi? Buranın yerlilerinden birinin yakasına yapış ve yaktır, üstüne basa basa söylüyorum, yaktır şu bayrağı”, dedi alay komutanı bana. Kimliğini al yeter. “Döndüğümde o bayrağı tekrar orada görmek istemiyorum.” Alay komutanının cipi doğuya, şehrin varoşlarına doğru yol almaya başladı ve bizi, yani üç ihtiyat erini, bir misyonu üstlenmek üzere, orada bıraktı.

Oranın yerlisi biri ile onun arkadaşının “yakasına yapışmak” o kadar da zor olmadı. Bunlar da aşağı yukarı bir saat boyunca hayatlarını tehlikeye atmadan bu işi nasıl becereceklerini düşünüp taşındıktan sonra, uzun bir sırık buldular ve ucuyla bayrağı yakalayıp aşağıya çekiverdiler. “Yakın onu,” diye emrettim, ama duymazlıktan geldiler. “Duymadınız mı? Yakın onu!” Bayrak apar topar elime tutuşturuldu. “Sen olsan İsrail bayrağını yakar mısın?” diye İbranice sordu bana adamlardan biri, ve ben, utana sıkıla elimde bir zamanlar bir Filistin bayrağı olan şeyle öylece kalakaldım. Söyleyecek kelime bulamıyordum, utancımdan yerin dibine geçmiştim. Kimliklerini geri verdim ve yolumuza devam ettik.

Nablus’un merkezinde, Saatli Meydanın orada cipinde oturan alay komutanına rastladık. “Misyon başarıyla tamamlandı efendim!” dedim şakayla karışık. İşte ispatı da burada. Bir zamanlar bir bayrak olan paçavra, alay komutanının dehşete düşmüş ellerine teslim edildi. Aynı günün akşamı Nablus alay komutanına saygısızlığım nedeniyle devriye komutanlığı görevinden uzaklaştırıldığım tebligatını aldım.

İkinci Sahne - El İttihad Hastanesi, Nablus

El İttihad hastanesinin yerini bilen var mı? Bölük komutanı Avner, keşif müfrezesinin çadırına daldı. Doğru dürüst bir cevap vermedi kimse. “Neyse, boş ver,” dedi Avner: “Derhal oraya gitmeniz gerek (askeri) hekimle. Silah yarası almış bir genç hakkında haberler ulaştı bize, oradaymış, belki de aranan biridir.”

Şehrin tepesindeki kampımızdan aşağı inip bu dehşetle dolu şehrin içinden geçtik. Akşam üzeriydi önümüze çıkan bütün araçları korkutup kaçırtmak için çılgınlar gibi korna çalıyorduk. Eival Dağının Cebel Şimali mahallesinde, üzerimize yağan taşlar ve şişelerle karşılandık. Kalabalık askeri koruma kafilesi kısa bir müzakereden sonra doktorla birlikte hastane binalarının bulunduğu alana girdi. Ben, başımda miğfer, elimde tüfek, başka zamanlarda ve başka yerlerde yapılan hasta ziyaretlerini düşünüyorum.

Bundan daha çarpıcı bir çelişki olamaz: Bir hastane, bizim silahlarımızın, miğferlerimizin ve zırhlı ceketlerimizin (olur a, bir hasta bize saldırmaya kalkabilirdi) insanca bir antiteziydi. Sonra, hastalara verilen rezil akşam yemeği, gaz maskesi takmış Filistinli doktor, kanlı yatağında bulunan ve sorguya çekilen yaralı adam. Bütün bunların sonunda adamın aslında şehirden geçmekte olan yerleşmeciler tarafından vurulduğunu öğreniyoruz. Sırtına dalga dalga yayılan siyah saçlarıyla bir hemşirenin afallatıcı yeşil gözlerinin alev alev bir nefretle bize bakışı... Müthiş bir bulantı hissediyorum. Bunu zaptedemeyeceğimi anlıyorum, hastane duvarlarının dışında kusuyorum ve ağlıyorum. Bu hizmette bulunduğum sürenin kalan kısmında saha dürbünüyle ne zaman Eival Dağının yamaçlarına baksam hastanenin neon lambalarını görürdüm ve ense kökümden aşağı inen buz gibi bir sızıyla titrerdim.

Bu ziyaretten iki gün sonra ihtiyat eri arkadaşımız Benny Meissner, Nablus kasabasında öldürüldü.

Çeviri: Nur Deriş Ottoman