Hükümet neden IMF ile anlaşmak istiyor

-
Aa
+
a
a
a

25 Ocak 2010Referans Gazetesi

Sayın Ali Babacan'ın geçen hafta bazı iktisat yazarlarıyla yaptığı toplantıda gündeme gelen konulardan birisi de "IMF ile bir anlaşma yapılması seçeneği" idi. Toplantıda edindiğim izlenimler çerçevesinde görüşümü özetlemeye çalışacağım. 
Türkiye küresel krizden oldukça etkilendi. İşsizlikte toplumsal rahatsızlık doğuracak ölçüde artış oldu. GSYH ciddi bir biçimde düştü. Hem ihracat gelirlerimiz hem de ithalatımızda önemli düşüşler oldu. Ancak, ithalattan gelen etki daha fazla olduğu için cari açığımız ciddi ölçüde azaldı. Kamu açığı ise önemli ölçüde arttı. Buna karşılık enflasyon ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmadı. Bankacılık kesiminde ise diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu üzere, bir sarsıntı yaşanmadı. Kabaca 2010 başında Türkiye ekonomisi epeyce sarsılmış, ancak işlevselliğini kaybetmemiş görünümde. Dünyadan gelen haberler ise merkez ülkelerinde toparlanmanın kolay olmayacağını gösteriyor. Öte yandan daha önce üzerinde birkaç kere durduğum, bu ülkelerin mali sistemlerini yola koyabilmek için alacakları önlemlerin 2010 yılı içinde bazı çalkantılara yol açması olasılığı da yüksek. Bu durumda, Türkiye'nin, önümüzdeki yıl ve hatta daha sonrasında, dışarıdan bol ve ucuz kaynak temin edemeyeceğini beklemek daha gerçekçi görünüyor.
Bu durumda hükümet nasıl bir yol izlemelidir? Öncelikle ekonominin, bulunduğu noktadan daha kötü bir noktaya yuvarlanmamasını sağlamak gerekiyor. Bu ise ekonominin olduğu yerde kalmasıyla değil, tam tersine, toparlanıp tekrar büyümeye geçmesi ile sağlanabilir. Bunun için de öncelikle iktisadi karar birimlerinin "önlerini görebilmeleri" gerekli. Bu kolay değil. Bir kere, küresel ekonominin içinde bulunduğu koşulların ne yönde değişeceğini hâlâ kimse kestiremiyor. İkincisi doğru yönde gidiyor olmak, düşmemek için yeterli olmayabilir. Bu nedenle beklenmedik gelişmelere karşı, her zaman olduğundan daha fazla, önlem almak gerekiyor. Bu yapılmazsa, iktisadi karar birimlerinin gözünde, onlara yol gösterecek iktisat politikası önlemlerinin, pek değeri olmaz.
Hükümetin girişimleri bu çerçeve içinde değerlendirilebilir. Hükümet önce bir Orta Vadeli Program açıkladı. Bu, önümüzdeki üç yıl için bir çerçeve çizmeyi amaçlıyordu. Hükümetin şu anda üzerinde durduğu bir başka önemli düzenleme ise "Mali Kural". Bu, hep sıkıntısını çektiğimiz, maliye politikasının öngörülebilir olmaması sorununa bir çözüm olarak getiriliyor. Mali Kural, kamu kesimi borcunun tehlike yaratmaması için hükümetlerin, kamu açığını keyfi bir biçimde oynatmalarını engellemeye yönelik bir yasal düzenleme. Hükümetin üçüncü girişimi ise IMF ile anlaşma yapmak.
Bu üç girişim bir bütünlük oluşturuyor. Bu noktayı gözden kaçırıp IMF ile anlaşma yapılmasını tek başına ele almak yanıltıcı olur. Herhalde hükümet, IMF ile anlaşmak için Üç Yıllık Orta Vadeli Programı'ndan vazgeçecek değil. Dolayısıyla IMF ile yapılması söz konusu olan bir stand-by'in dayanak noktası bu program olacak. Başka bir deyişle hükümet IMF'ye "Bu programımızı destekler misiniz" diye soruyor olmalı. "Ne yapalım?" diye değil. Bu durumda akla şu soru geliyor: Hükümet niçin IMF'nin desteğine gerek duyuyor? İki temel neden var gibi görünüyor. Bunlardan ilki, böyle bir desteğin politikaların saygınlığını artırmasına ilişkin. Bu, Türkiye'nin dış kaynak teminine yardımcı olabilecek bir unsur. Dolayısıyla daha çok yabancılara yönelik. İkinci boyut ise IMF'nin desteğinin mali boyutu ile ilgili. Böyle bir kaynak girişi bir yandan TCMB'nin döviz rezervlerini güçlendirecek öte yandan Hazine'nin borç çevirme oranını bir miktar düşürmesini sağlayabilecektir. Bu, iç mali piyasalarda kamu kesiminin baskısını azaltır. IMF ile anlaşma arayışı böyle bir çerçeve içinde değerlendirildiğinde anlamlı görünüyor. Bu yola gitmenin riskleri de var tabii. Bunları çarşamba günkü yazımda ele alacağım.