Hiçbir yere gitmiyoruz

-
Aa
+
a
a
a

10 Ekim 2005Radikal Gazetesi

Yine o suratı gördük. Mahkeme çıkışında okeyde tek taşa kalmış bir kıraathane kaşarının zafer ifadesiyle kameralara sırıtıyordu. Daha önce de Ermeni konferansının durdurulmasında başrol üstlenmiş o avukat, Hrant Dink'i altı ay hapse mahkûm eden mahkemenin kararını savunuyor, Hrant'ı da Türkiye'yi terk etmeye davet ediyordu. O surata dikkatlice bakanlar, özgürleşmeye, insanlaşmaya direnen güçlerin ruh halini açıkça görmüştür. 2. Asliye Ceza Mahkemesi, Hrant Dink hakkında ".. yazmış olduğu yazı eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklaması niteliğinde olmadığından, Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kanın Ermeninin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcutur şeklindeki yazılar bir nevi Türk'ün kanının pis, aşağılayıcı, incitici nitelikte olduğu mahkemece kabul edilerek ve.....mad. uyarınca suçun işlenişindeki özellik de göz özüne alınarak takdiren altı ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, ancak sanığın görevi sabıkasız oluşu ilerde bir daha suç işlemeyeceği konusunda mahkememizde olumlu kanaat uyandığından sanığa verilen cezanın...ertelenmesine" karar verdi. Türklüğü korurken Türkçenin pek umursanmadığını görüyoruz.

Mahkemenin 13 sayfalık 'bilirkişi raporu'nu kaale almadığı anlaşılıyor. Çünkü o raporda, "159. maddeyle düzenlenen Türklüğü tahkir ve tezyif suçunun tipik eylem unsuru oluşturmadığı, ayrıca eylemde suçun oluşumu için gerekli olan tahkir ve tezyif özel kastının bulunmadığı" sonucuna varılmıştı. Bilirkişi raporu Hrant'ın metninin okunma anahtarlarını açıkça sunmuş. Sözgelimi diyor ki, "Yayında geçen 'Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni'nin Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur' ifadeleri incelendiğinde ise ortaya çıkan sonuç, sanığın Ermeni kimliğinde bir ruhsal sorun olarak ifade ettiği Türk olgusunu, yani 1915'te yaşananları Ermeni kimliğinin hayati bir unsuru olarak benimseyip, tüm çabaların ve birlikteliğin bu olgu üzerine kurulmasını, 1915 olaylarını soykırım olarak dünyaya kabul ettirme çabası ve inadından kurtulmak gerektiğini söylemektedir. Sanık daha önceki yazılarında da bu anlayış ve çabayı Ermeni kimliğini kemiren bir husus, ruhsal bozukluk ve zaman kaybı olarak nitelendirmektedir. Zehirli kan olarak ifade edilen husus, Türklük ya da Türkler değil, Ermeni kimliğinde yer alan, sanığın ifadesiyle, hatalı anlayıştır." Ermeni meselesiyle yüzleşme biçimimiz; gerçeklikle aramızdaki mesafe, geçmişin tartımı, geleceğin ipotek altına alınması, kendimizi hayata okuma, kısacası bu dünyaya tutunma yordamımızın çok çarpıcı bir dışavurumu olduğu için oturup üstüne yılmadan kafa yormamız gereken bir konu. İnkârla zehirlenmiş hayatımızı sağaltacaksak bu konuyla da yüzleşmemiz gerekiyor. Reddettiğimiz kardeşimiz Hrant'ı tanırsak; onu turistik broşürümüzdeki hediyelik mozaikte bir renk olarak değil, bu toprağın acılı ve zengin serüveninden gelen, yani aynı bizim gibi yana söne varolmaya çalışan bir insan olarak görebilirsek insan olma yolunda önemli bir adım atmış olacağız. İnsan, kardeşinden bellidir.

Hrant'ı tanır mısınız?

Ben oturmuş Hrant'ın hikâyesini dinlerken konu komşusu, balıkçı arkadaşları ve daha birçokları telefon edip gönlünü alıyor, ona olan sevgilerini hatırlatıyorlardı. Hrant, 1954'te Malatya'da doğmuş, ailenin üç erkek çocuğundan biri. Babası terzi esnafı Haşim Kalfa. Ruhu karışık bir adam. Kumar da seviyor. Başı belaya girip Malatya'yı terk ediyor. İstanbul'a yerleşiyor. Bir yıl sonra da dedeleri anneyi ve üç kardeşi İstanbul'a taşıyor. Hrant, hayatını en çok etkileyen insanı, dedesini doğru dürüst hatırlamıyor bile. Varsa yoksa o resim. Yaz akşamları alaca çökerken Malatya'da evinin duvarına sırtını verip cilt cilt kitaplar okuyan ihtiyar. Yanı başımızda bir muamma gibi var olan o büyülü varlıklardan. Yedi dil bilirmiş. Harput Koleji'nde okumuş.

Hrant, o duvarın dibinde okuduğu koca ciltli kitapların izini sürmüş, aklı erdiğinde. Sormuş soruşturmuş, kitapların hangi ellere geçebileceğini araştırmış da bir türlü öğrenememiş o ihtiyar ne okurdu öyle uzun uzun. Şimdi diyor ki, "Ben kimim'i, köksel sürekliliğimi ararken bir yandan sevinçle 'Ben buymuşum' duygusu veriyor, öte yandan ciddi bir hayıflanma duygusu. Anadolu nasıl böyle çorak oldu. " Hrant'ı en çok etkileyen, tanımadığı bir adam olmuş. Dedesi. Hrant dedesine çok özenmiş ama yabancı dile bir türlü ısınamamış. 25 yıl pasaport yasağı olduğu için yabancı dillere küsmüş. Hrant, duygusal bir adam. Yüreğinin freni yok. Dolu gözlerle, ceza aldığı takdirde bu memleketi terk edeceğini söylerken de samimiydi.

İstanbul'da ailesi dağılır, üç çocuk ortada kalır. Üçüne de Gedikpaşa Kilisesi'nin yetimhanesinin yolu görünür. Protestan kültürüyle büyür. Doğu kiliselerinden farklı, daha aydınlık. Yedi yaşında yetimhaneye giren Hrant, diğer çocuklarla birlikte gündüzleri serada toprakla çalışır, temizlikten yemeğe her işi yapar. Kol emeğinin büyüsüyle kendini kurar, içini temiz ruhunu rüzgârlı tutar. Tuzla'daki yazlık Ermeni çocuk kampının kuruluşunda da teri vardır. Sayıları her yıl artan yetim çocuklar üç yaz boyunca yorgunluktan bayılana kadar çalışarak yaz kampının binalarını inşa eder, bahçenin ağaçlarını bir bir dikerler. O çocukların küçücük elleri, coşkulu yürekleriyle kurdukları, bir yanı göl, bir yanı deniz olan o masal ülkesi, 1983 yılında Ermeni kilisesi vakfının elinden alınarak eski sahibine verilir. Yani devlet tarafından gasp edilir. Hrant, derinden incinir. Çünkü çocukluğun uzun yaz günlerinde, elleriyle yaratılışına katıldığı bu cennette yaşıtlarıyla birlikte çalışıp birlikte eğlenmeyi öğrenmiştir. Bir de eşiyle, Rakel'le tanışmıştır. Hrant 14 yaşındayken yetimhaneye dokuz yaşında bir kız gelir. Ermeni Varto aşiretinden.

O aşiretin hikâyesi de bir gün nasılsa yazılacaktır. Şimdi geçelim. Rakel, sadece Kürtçe bilmektedir, Hrant ona Türkçe ve Ermenice öğretir. Birlikte büyürler. Hrant 21'ine geldiğinde de evlenirler. Daha sonra birlikte Tuzla'daki kampın yöneticiliğini yapacaklardır. Hrant, İÜ Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi'nde de felsefe okur. 12 Eylül'le birlikte zor günler. Birkaç kez gözaltına alınır. İşkenceden geçer. Solcu kimliği Ermeni kimliğiyle birleşince bir tehdit klişesine dönüşüvermiştir.

Hrant, Tuzla kampının kapatılmasıyla Ermeni kimliği üstüne düşünmeye başlar. Azınlıklar için hayatın ne kadar güvensiz olduğunu görür. Zaten artan ASALA terörü ve daha sonra patlatılan 'Kürt sorununu Ermenileştirme' propagandası Ermeni vatandaşların kendini solucan gibi hissetmesine neden olmaktadır. Apo'ya en yetkili ağızlardan 'Ermeni dölü' diye bağırıldığı, PKK'nın Ermeni kökenleri üstüne dâhiyane keşiflerde bulunulduğu yıllar. Üstüne bir de Ermeni-Karabağ meselesi patlak verince, Ermeni bu topraklarda meşru, hem de resmi bir küfre dönüşmüştür. Sabah gazetesinin Apo'nun bir papazla resmini basıp 'Kanıt: Ermeni Apo işbirliği' manşetiyle Patrikhane'de toplanan Ermeni aydınları, yalanlar üstüne kurulu bu kampanya karşısında ne yapabileceklerini düşünmeye başlar. Resimdeki papaz Ermeni değil, Süryanidir. Ama bunu belirtmeyi incelikli bir ahlaki seçimle doğru bulmazlar. Türkçe bir gazete çıkarma fikri de orada doğar. Agos, 1996 Nisanı'nda yayın hayatına girer.

On yıllardır Ermeni'yi ağızlarına küfürlerin en ağırı olarak yamamış olanlar, doğal olarak Türklük konusunda en hassas olanlar. Nasılsa yasada Ermeniliği tahkir ve tezyif etmeye karşı bir suç belirlenmemiş.

Sevgili kardeşim Hrant, biz hiçbir kimliğin tahkir ve tezyif edilmemesi için her şeyi göze almışlar; biz kardeşinin incitilmesine izin vermeyecek olanlar; biz vazifesi kendinden menkul sınır bekçilerine pabuç bırakmayacak olanlar, hiçbir yere gitmeyeceğiz. Linççi Türklük avukatları da kalsın. Onlara bakarken onların çocuklarıyla konuşuyoruz. Nasılsa o çocuklar da bize katılacak.