Aykut birçok nedenden ötürü uluslararası saygınlığı bulunan bir bilim adamıydı: Çalışmalarının kalitesi ve derinliği, Türk halkına yönelik açıksözlülüğü, hükümeti olası bir deprem felaketiyle yüzleşmeye ikna etmek için bıkıp usanmadan gösterdiği yoğun çaba, sonsuz dürüstlüğü, şakacılığı, açıklığı ve fedakârlığı. O halkın hizmetindeki bilimin şahikasıydı.
Aykut halkın gerçeği bilmeye hakkı olduğunu düşünüyordu; hem neyi bildiğimizi hem neyi bilmediğimizi. Basının yetkin bilimsel kişiliklerle halkı yatıştırmaya ya da korkutmaya çalışanları ayırmakta aciz veya gönülsüz olmasından endişeleniyordu. Hükümeti gelecekteki depremlerde kayıpların azaltılabilmesi için harekete geçirmeye çalışmakta hiç yılmadı ancak nadiren tatminkâr bir karşılık alıyordu. Bir Türk vatandaşı ve çok sevdiği İstanbul'un bir sakini olarak, karşılarındaki risk hakında halkı yeterince uyarmadığı müddetçe rahat edemiyordu. Aykut kendini hiçbir zaman bir entelektüel olarak görmedi. Oysa Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve Paris Üniversitesi gibi dünyanın en büyük entelektüelizm merkezlerinde müthiş kariyer yapmış, birçok onur ödülü almış ve sayısız önemli eseri yayımlanmıştı. Kendisini kesinlikle hem bir entelektüel hem de bilim adamı olarak görebilirdi ancak bu durumda halktan uzaklaşacağını düşünüyordu. Bildiklerinin meslektaşları, öğrenciler, sivil örgütler, hükümet ve tüm halkla paylaşılınca değer kazanacağına inanıyordu.
Böylesini tanımadım
Kamuoyu ve medyanın ilgisini ne istedi ne de hoşlandı bunlardan. Bazı meslektaşlarının kıskançlığı aşikârdı. İşi ve ailesine vakit ayıramamasının bedeli ağırdı. Ama basına konuşmayı kutsal bir görev sayıyordu. Her bireyi kendi güvenliği hakkında karar verebilmesi için aydınlattığını düşünüyordu. Değerli çalışma zamanının çoğunu halka böyle bir armağan vermek için feda eden başka bir bilim adamı daha tanımadım. Aykut işine tutkuyla bağlıydı. Ayrıntılı yeryüzü çalışmalarından derin bilgi edinmişti. Çayır ve dağ sırtlarındaki kırık ve kırışıklıklardan, depremlerin tarihini okumayı öğrenmişti. 1939-1944 yıllarında Kuzey Anadolu fay hattındaki depremleri yaşayan köylülerin yakında hayata veda edeceklerini fark edince, 700 kilometre boyunca köyden köye dolaşıp köyün yaşlılarıyla çay içerek kendisini depremin kanıtlarının durduğu bölgelere götürmelerini istedi. 17 Eylül 1999 tarihinde Science dergisinde yayımlanan öngörülü makalesinde Aykut, Ağustos 1999 İzmit şokuyla iki fay hattının daha tehlikeli hale geldiğini öne sürdü: Batıya doğru uzanan Yalova fay hattı ve doğuya doğru uzanan Düzce fay hattı. İki ay sonra, 12 Kasım 1999'da, 7.1 şiddetindeki Düzce depremi meydana geldi. Bu yerinde ve zamanında yapılmış çarpıcı uyarı örneğinin dünyada bir emsali görülmemiştir. Neredeyse her gün, dünyanın her yerinden sayısız ünlü bilim adamı, onunla birlikte araştırmalar yapmak için, Aykut'un küçük bürosuna ve mütevazı arazi kamplarına akın etti. Herkes Aykut'la çalışmak istiyordu, herkes ondan öğrenmek istiyordu. Bilimsel işbirliği, lider olma çabasının birlikte çalışma zevkini baltalaması yüzünden genellikle çapraşık olabilir. Aykut'la çalışırken böyle bir şey söz konusu değildi. Cömertliği, alçakgönüllülüğü ve şakacılığı, işbirliğini zevke ve maceraya çevirirdi. Aykut'un bilim çevresindeki itibarı ve görüşlerinin özgünlüğü, bazen onu uluslararası toplantı ve çalışmalarda kasıtlı ve aleni saldırıların hedefi haline getirdi. Bu onu ne kadar rahatsız etse de, her zaman görüşlerini ikna edici bir dille savundu, öfkelenmedi, asla kişisel olarak almadı. Öğrencileri ona tapar, baba gibi görür, sayesinde kendilerini aşarlardı. Onlar ülkeleri için değerli birer kaynak ve Aykut'un maşalesini ileriye taşıyacaklar. Aykut'un sıradan bir hayatı vardı ama çevresindeki herkese karşı cömertti. Her toplantıya ortalama iki saat geç girerdi. Geceleri sadece birkaç saat uyurdu. Gelen çok fazla e-postaya nadiren cevap verirdi. Kimse onun ne zaman ve nerede tekrar ortaya çıkacağını bilemezdi, bu yüzden her karşılaşma bir sürpriz olurdu. Telefonları her 30 saniyede bir çalardı. Kapısının önünde her zaman mezun öğrenciler, televizyon muhabirleri ve üniversite yöneticileri dolaşırdı.Hayatı koşturmacaydı
Seyahat programı neredeyse imkânsızdı ve sürekli değişiyordu. Severek bindiği 1972 model Peugot'suyla fay hattının bulunduğu bir bölgeye uçmak için havaalanına koşturmadan önce İstanbul Teknik Üniversitesi'nin park yerinde valfları tamire çalıştığı da olurdu, gece yarısı elinde radyatörüyle bir kaynakçı bulmak için yola düştüğü de. Deniz ürünlerini, Türk işi halıları ve Boğaz'ı vapurla dolaşmayı çok severdi. En çok da ailesi ve dostlarıyla kahkahalar atmayı severdi. Aykut'u tanıyan ve onunla çalışan bizler onu çok özleyeceğiz. Ancak hayatını adadığı çalışmalarının mesajı açık: Yeryüzünün gizem ve tehlikelerini anlamaya çalışın ve anladıklarınızı; hem keşfin hazzını, hem felaketin riskini, bundan en çok etkilenenlerle paylaşın.(Kaliforniya Menlo Park'taki ABD Jeoloji Araştırmaları' nda deprembilimci Ross S. Stein'ın meslektaşı Aykut Barka'nın ölümü nedeniyle İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Gülsüm Sağlamer'e gönderdiği başsağlığı mesajı)
4 Şubat 2002'de Radikal Gazetesi'nde yayımlandı