Haftanın Sergisi 12

-
Aa
+
a
a
a

Haftanın Sergisi – 12

 

Şerif Erol: Geçen Haftanın Sergisi köşesinde yeni açılan pek çok sergiden bahsetmiştik. O günden bugüne yeni açılan sergileri görme fırsatın oldu mu?

 

Haldun Dostoğlu: Birkaç tanesini gördüm, bugün açılacak olan iki tane daha var.                            

ŞE: Güzel eserler var mı?

 

HD: Açılmış olan sergilerde mi?

 

ŞE: Tabii, açılmamış olanları da bilebilirsin belki ama...

 

HD: Güzel eserler olup olmadığına dair şüphen mi var?

 

ŞE: Hayır hiç yok!

 

HD: Türkiye sanat ortamı üretimi fena değil, tabii ki uluslararası ligde, arenada belki çok sayıda sanatçımız yok ama Türkiye sanat ortamının üretim kalitesi, dünyanın herhangi bir ülkesinin ortalama üretim kalitesinden daha geride ya da daha ileride diyemeyiz. Ama tabii ki her açılan sergi çok güzel olmak zorunda da değil, farklı nedenlerle olamayabiliyor ya da sunan güzel olduğunu iddia ediyor ama olmayabiliyor. Güzel bir sergi yapmak hakikaten zor.

 

ŞE: Tahmin ederim, demek ki benim şüphelerim çok da mesnetsiz değil o zaman?

 

HD: Hiç mesnetsiz, “şüphen mi var?” derken aslında ben seni onaylamak için söyledim, şüphem olmalı tabii ki. Aslında gördüğüm sergiler arasında doğrusunu istersen, hazırlığı ile, muhtevası ile, sunumu ile iki sergi dikkatimi çekti. Bunların bir tanesi aslında plastik sanatlar alanından değil, mimarlık alanından; diğeri de bizahi tam göbeğinden, damarından diyelim; Türk resminin önemli köşe taşlarından Mehmet Güleryüz. Biliyorsunuz belki ’40 Yılın Desenleri’ adıyla daha önce benim de sergilediğim, birkaç sergide yer alan eserlerini sergiliyor. Biz Galeri Nev olarak, 1987 yılında Mehmet Güleryüz’ün o zaman 25. sanat yılıydı, o vesile ile bir resrospektif sergisi düzenlemiştik. Aradan demek ki 15 yıl geçmiş ki şimdi de 40 yıllık bir desen serüvenini sergiliyor.

 

Serginin sunumunda Sadık Karamustafa yer almış; bu aslında Yapı Kredi’nin ‘Urartu’ sergisi ile birlikte başlattığı yeni bir uygulama, sergiyi bir tasarımcıya tasarlattırıyorlar ki Yapı Kredi sergilerinin buna ihtiyacı vardı doğrusunu istersen. Yapı Kredi mekânını doğru düzgün kullanamıyordu, sergilerle mekânı bütünleştiremiyordu, sergi sunumunda bir eksiklik oluyordu, bu da benim özellikle şahsen çok ilgilendiğim ve arzu ettiğim bir şey; yani sanat eserinin aslında iyi sunulması, sanat eserinini taşıdığı değeri, zenginliği daha kolay algılanmasına, daha kolay izlenmesine neden olur. Dolayısıyla iyi bir eseri kötü sergilerseniz hakikaten o eser fark edilmeyebiliyor.

Mehmet Güleryüz’ün ’40 Yıllık Desen’ sergisini bu bakımdan önemli gördüm. Sadık Karamustafa çok önemli bir çalışma, tasarım çalışması yapmış, oldukça çok sayıda eseri hiç hissettirmeden, yoğunluğunu hissettirmeden o kadar çok sayıda eseri görmüyormuşuz gibi bir hisle izleyebiliyoruz.

 

Figür resmine takla attıran desen virtüözü

 

Mesela bir önceki sergi ile kıyaslarsak; Ömer Uluç’un aynı yerde, aynı salonda sergisi vardı. Belki de Ömer Uluç’un sergisinde sayı itibarı ile daha az eser vardı –emin değilim, yanılıyor da olabilirim- ama o sergiden akılda kalan herşeyin oraya doldurulmuş, tıkıştırılmış olduğu gibi bir izlenimdi; bu sergide ise hiç öyle bir izlenim edinmiyoruz. Tabii desenin bir de hafifliğinden, kendi iç dünyasından kaynaklanan bir hafifliği de olabilir ama, herşey bir yana Mehmet Güleryüz’ün Türk sanatında -1960’ların ortasından başlayan bir kuşak var- Türk figür resminde bir hareketi dönüştüren, figür resmine takla attıran, çağ değiştiren o kuşağın önemli temsilcilerinden biri. Bunlar Alaattin Aksoy, Komet, Mehmet Güleryüz, Utku Varlık, Neşe Erdok, Burhan Uygur. Bunların arasında Mehmet Güleryüz belki deseni ile diğerlerinden kopuyor, ayrılıyor, biraz daha öne çıkıyor, aslında kendisine -basında daha önce yer alan bir tabiri var- bir ‘desen virtüözü’ derler; bu galiba çok yanıltıcı değil.

 

Mehmet Güleryüz'le söyleşiler için tıklatın:    

 

"Dur Bir Bakayım"     

 

"Harem Sansürü - Mentalitenin Deşilmesi Gerekiyor"     

 

Bir başkası da Akbank Kültür Sanat Merkezinde Marcus Presenski’nin retrospektif sergisiydi, daha doğrusu retrospektif adı verilen bir sergiydi. Bunun da hakikaten üzerinde durmak istiyorum: Belli bir sayıda, yani 40’ın, 50’nin üzerinde bir sanatçıdan eser toplayınca “o sanatçının retrospektifini yapıyoruz” gibi bir iddiayı taşımak çok da haksızlık oluyor gerçek retrospektif sergi çalışmalarına. Marcus Presenski 1930’ların ortasında doğmuş Avusturyalı bir sanatçı, soyut ekspresyonist akım içinde değerlendiriliyor anladığım kadarıyla, çok kolay suluboya, jestüel, biraz da şıklık olsun diye yapılmış resimler.

Merak ettiğim, Akbank Kültür Sanat Merkezi bu sergiyi niye açtı? Bu serginin Türk sanat ortamına nasıl bir katkısı var? Bu tür kurumların böyle sorumlulukları var; bir özel galeri bir ticari beklenti ile böyle bir sergiyi yapsa beklediğini bulur bulamaz ama o onun değerlendirmesidir. Fakat kâr amacı gütmeyen bu tür kurumların bizlere karşı, seyirciye karşı bazı sorumlulukları var. Biz hep onların şöyle bir misyonu taşımasını arzu ediyoruz, Türk sanat ortamının, izleyicinin görsel kalite, görsel beğeni düzeyini yükseltme çabası içinde olmalılar. Doğrusunu istersen bu sergi bu çabayı ne kadar destekliyor ya da desteklemiyor, bende bir soru işareti.

 

Bir başka güzel hazırlanmış ve beni de hakikaten etkileyen bir sergi de mimarlıkla ilgiliydi, Garanti Galerisinde. Serginin adı ‘Modernliğin İki Yüzü – Amsterdam, Berlin.’ Sergi de yanılmıyorsam bir dönem Açık Radyo programcılarından olan İhsan Bilgin’in küratörlüğünde hazırlanmış. Aslında hakikaten birbirine zıt karakterli iki Avrupa kenti, planları da yanyana yerleştirilmiş. Hakikaten planlara bakınca da ne kadar zıt karakterli iki kent olduğunu daha iyi anlıyor insan; binaların dışında, sokak görüntülerinin dışında sırf haritaya bakmak bile yetiyor.

 

Çok kısaca iki kenti şöyle tarifliyor İhsan Bilgin: “Amsterdam, Avrupa’nın tarihsel katmanlarının en okunaklı şehirlerinden biri. 17'nci yüzyıldan beri farklı dönemlerin bütüncül özelliklerini üzerinde taşıyan, halkalar halinde dışa doğru yayılmış katları yanyana duruyor. Ahenkli bir şehir.”

Berlin için ise “Birbirini kesen, birbirinin ayağına dolaşan, iradi tasavvurlardan arda kalanların üst üste binmesi oluşuyor. Katmanlar birininin üzerine çöküyor, birbirinin içinden çıkıyor, arayüzler şehri, fragmanter bir şehir” diyor.

Doğrusu bunları kaydetmek için bile bu sergiyi görmekte fayda olduğunu zannediyorum.

 

Bugün birazdan açılacak olan iki sergiden de söz edeyim: Yapı Kredi’nin Sermer Çifter Salonunda, yani galerinin bir üst katında, Selçuk Demirel’in Abidin Dino koleksiyonu izleyicilere sunulacak. Nişantaşı’ndan Şehbender Sokağa taşınan CAM sanat galerisinde de Mahmut Karatoprak’ın ‘Yüz Desenleri’ adlı yeni bir desen sergisi bugün açılıyor ve 5 Ocak’a kadar sürecek.

 

(11 Aralık 2003 tarihinde Açık Radyo’da yayınlanmıştır.)