Lian Hearn Otori Efsaneleri 1. Kitap: Bülbül Döşemeler çev. Levent Yılmaz, Zeynep Yılmaz Everest Yayınları, 2012, 346 s. |
Lian Hearn, Gillian Rubinstein’ın müstear adı. Gillian Rubinstein aslında çocuk ve ilk gençlik kitapları yazarı olarak tanınıyor. Bu alanda ilk kitabı olan Space Demons 1986 yılında yayımlanmış. Otuzun üzerinde çocuk hikâyesi kaleme aldığı bilgisi var ve bu çocuk kitaplarıyla da birçok ödül aldığını öğreniyoruz, yazarla ilgili kısa bir araştırma yaptığımızda. (Daha ayrıntılı bilgi için www.gillianrubinstein.com adresine bakılabilir.) Geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları tarafından yayımlanan Otori Efsaneleri ise yazarın yetişkinlere yönelik olarak yazdığı ilk kitap; Lian Hearn takma adını da bu kitapla birlikte kullanmaya başlamış yazar.
Bir fantastik roman Otori Efsaneleri ve aslında her klasik fantastik eseri gibi başlangıçta bir üçleme olarak tasarlanmış... Ancak sonrasında Lian Hearn, iki kitap daha eklemiş bu seriye. İsminden de az çok anlaşılacağı gibi Japon kültürünün içinden doğan bir hikâyesi var bu serinin, merkezinde de Takeo isimli genç bir savaşçı yer alıyor. Şöyle bir tanıtım yapılmış Otori Efsaneleri'nin ilk kitabı olan Bülbül Döşemeler için: “Otori Bölgesinin küçük bir köyünde yaşayan Takeo’nun Otori Shigeru ve Otori Ailesiyle tanışmasını anlatır. Mino köyü katliamı sırasında Takeo'yu bulan Otori Shigeru, bir süre sonra onu evlat edinir. Takeo'nun esrarengiz, sürprizlerle dolu serüveni tam da bu noktada başlar. Sonrasında Takeo'nun hayatı, pirinç tarlalarını saran sislerin gizlediği sırların yavaş yayaş ortaya çıkmasıyla değişecektir. Muto ve Kikuta ailelerinden oluşan Kabile’nin dünyadan sakladığı gerçekler, sürekli tetikte olmayı gerektiren düşmanlar ve Sesshu'nun tablolarının güzelliği arasında Takeo, hayatının aşkı Kaede'yle karşılaşır ve her şey daha da öngörülemez bir hal alır.” Bir başka deyişle, bestseller kalıplarına da sahip fantastik bir seriyle karşı karşıyayız anlaşılan; türün takipçileri, en azından Türkçede ilk defa yayımlanan bir isim olduğu için bile eminim ilgi göstereceklerdir. (Bu müstear ad üzerinden daha ayrıntılı bilgi için de www.lianhearn.com adresine bakılabilir.)
Julie Otsuka Tavan Arasındaki Buda çev. Duygu Akın Domingo, 2012, 155 s. |
“Kocalarımızı ilk gördüğümüzde onları kesinlikle tanıyamayacağımızı bilmiyorduk. İskelede bizi bekleyen yün bereli, hırpani siyah paltolu erkek kalabalığının fotoğraflardaki genç adamlara hiç benzemediğini biliyorduk. Bize gönderilen fotoğrafların yirmi yıl önce çekildiğini bilmiyorduk. Bize yazılan mektupların kocalarımız değil, mesleği yalan söyleyip gönülleri fethetmek olan, güzel el yazılı profesyonel kişiler tarafından yazıldığını bilmiyorduk. Suyun ötesinden isimlerimizle bize seslenildiğini ilk duyduğumuzda birimizin eliyle gözlerini kapatıp arkasını döneceğini –Evime gitmek istiyorum– ama diğerlerimizin başlarımızı öne eğerek kimonolarımızın eteğini düzelteceğini ve borda iskelesinden geçerek sakin ve ılık bir güne adım atacağını bilmiyorduk. Burası Amerika, diyecektik kendimize, endişelenmeye gerek yok. Ve yanılmış olacaktık!” Bir grup Japon kadının –fotoğrafla eşlenmiş gelinlerin– San Francisco’ya doğru yaptıkları gemi yolculuğunun sonunu ifade ediyor bu cümleler; koca bir yalanla karşı karşıya kalmalarını. Aslında, Amerika’ya biriyle evlenmeden gitmenin yolu olsa, çoğu mutlaka onu seçecektir, ama...
Julie Otsuka, –henüz Türkçeye çevrilmemiş olan– ilk romanı “İmparator Kutsalken”de (When the Emperor Was Divine) kendi ailesinin başından geçenleri anlatmış. Pearl Harbor baskınının ardından casusluk suçlamasıyla FBI tarafından tutuklanan aile bireylerinin (büyükbabası, büyükannesi, annesi) yaşadıklarını... Tavan Arasındaki Buda isimli bu ikinci romanı da, ilk romanı gibi gerçek olaylara dayanıyor.
Kadir Aydemir Sonsuz Unutuş Yitik Ülke Yayınları, 2012, 80 s. |
Sonsuz Unutuş, Kadir Aydemir’in Aşksız Gölgeler adlı kitabından sonra yayımlanan ikinci öykü kitabı. Aydemir’in kısa öykülerini okumamızın üzerinden bir hayli zaman geçmişti; 2007 yılında yayımlanmıştı Aşksız Gölgeler. Sonsuz Unutuş da “ekonomik” bir dilin ürünü otuz sekiz öykünün –aşk, ölüm, yalnızlık ve ayrılık temaları çerçevesinde– bir araya geldiği bir kitap. “Bir çiçek gibi hissediyorum kendimi. Kopmuş yeşil bir çiçek. Düştüğüm yerde kök salabilirim belki ama bir daha asla açmayacağım. Bunu biliyorum. Birazdan bavulumu sessizce toplayıp parmak uçlarımda yürüyerek odanın ağır kapısını çekeceğim. Ya da burada, bu sıcak yorgan altında onun zehriyle biraz daha kıvranabilirim. Her öpüşünde biraz daha akıttı o zehri içime. Her sözcüğüyle ben adeta o heykelle yer değiştirdim. O, kendisine sunulan özgürlüğü doyasıya yaşıyor her bedende, her gülüşte. Ben… neden toparlayamıyorum bilmiyorum… Çelişkiler… Korkular… Bir erkek ne kadar çaresiz duruma düşebiliyormuş meğer. Aşk bunu yapıyor.”