12 Ağustos 2008Taraf Gazetesi
Son iki yılın yıpratıcılığından en az etkilenen muhakkak ki AKP oldu... Bu partiyi suçlamaya eğilimli olanların büyük prestij kaybı yanında, ilk seçimde oyunu daha da arttırma ihtimali çok yüksek olan hükümetin kaybı çok küçük kaldı. Bu durum yıpranmayı telafi etmek isteyen bürokratik kurumların biraz geri çekildiği bir döneme işaret etmekte. Buna karşılık CHP'nin ise daha da saldırgan olacağını ve kendisine zarar verecek eylemleri arttıracağını öngörmek zor değil. Nitekim rektör atamaları konusunda Kılıçdaroğlu'nun ağzından duyduğumuz sözler, işin düzeyi hakkında yeterli bir fikir vermekte... Geçmişte Sezer'in uygulamalarına cumhuriyet duyarlılığı nedeniyle karşı çıkmadıklarını söylerken, Kılıçdaroğlu cumhuriyetten anladıklarının aslında ayırımcılık olduğunu itiraf etmiş. Bugüne kadarki rektör atamalarının kalibresi yüksek kişilerin seçimini değil, başörtüsü yasağını savunan ayırımcı zihniyeti yeğlediğini açıkça söylemiş...
CHP'yi kendi haline bırakarak biz Gül'ün tercihlerine dönelim ve onun muhakeme tarzını anlamaya çalışalım... Toplam 21 atamada belirli kategorik davranışlar ve belirli istisnalar var. Birinci kategori hem üniversitenin hem de YÖK'ün ilk sıraya koyduğu rektör adayları. Bunlar altı tane ve Gül beşinde (Ankara, Atatürk, Ege, Karadeniz Teknik ve Trakya üniversiteleri) söz konusu tercihi onaylamış. İkinci kategori, üniversitelerin ilk sıraya koyduğu ancak YÖK'ün daha alt sıralara aldığı adaylar. Bu nitelikteki 12 durumdan yedisinde (Boğaziçi, Çukurova, Erciyes, Fırat, Gaziantep, İnönü ve ODTÜ) Gül akademi üyelerinin tercihini, üçünde (Akdeniz, İstanbul Teknik ve Ondokuz Mayıs) YÖK'ün ilk sıraya koyduğu adayı tercih etmiş. Geri kalan iki üniversitede ise (Cumhuriyet ve Yıldız Teknik) YÖK'ün adaylara oy dağılımı eşite yakın olduğu için muhtemelen kendisini daha serbest hissetmiş ve üniversite seçimlerinde ikinci olan aday lehine tercih kullanmış.
Geriye üç üniversite kalıyor... Biri eski rektör Kadri Yamaç'ın YÖK tarafından elimine edildiği Gazi Üniversitesi. Diğer bir deyişle Yamaç akademik oylamada en yüksek oyu almasına karşın, YÖK tarafından tamamen listeden çıkarıldığı için zaten Gül'ün onu atama şansı kalmamış ve Gül de üniversitede ikinci, YÖK sıralamasında ise birinci durumdaki Rıza Ayhan'ı atamış... İkinci olağandışı durum ise Uludağ Üniversitesi'nde gerçekleşmiş... Burada en çok oyu alan kişi eski rektörün eşi olunca YÖK onu liste dışı bırakmayı seçmiş ve Gül de aynen bir önceki örnekteki gibi, üniversitede en fazla ikinci oyu ve YÖK sıralamasında da en çok oyu alanı rektör tayin etmiş... Üçüncüsü ise yine eş durumundan en çok oyu alan birinin var olduğu Dicle Üniversitesi. Gül burada takdir hakkını kullanıp her iki sıralamada da ikinci olanı seçmiş. Kısacası Gül'ün ölçütleri şöyle: Eğer hem üniversite hem de YÖK aynı kişiyi seçmişse, o atanır; eğer bu iki sıralama farklı ise ağırlık üniversitedeki tercihe verilir ama cumhurbaşkanına düşen tercih hakkını da kullanmayı anlamlı kılan örnekler söz konusu olabilir... Şimdi gelelim ilk gruptaki altı üniversitenin içindeki tek aykırı örneğe, yani Dokuz Eylül Üniversitesi'ne. Burada Gül hem üniversitede hem de YÖK'te ilk sırada olanı değil, ancak YÖK sıralamasında sadece bir oyla ikinci olan adayı tercih etmiş. Eğer o kişi YÖK'te bir oy daha alsaymış, Gül'ün kriterleri tamamen tatmin olacakmış, ama o noktada hafif bir sapma kabul edilmiş...
Dolayısıyla bir bütün olarak bakıldığında Gül'ün meşruiyeti epeyce şaibeli bir sistemin içine kendince meşruiyetçi bir atama sistemi oturtma gayreti içinde olduğunu söylemek durumundayız. İki kademeli bir seçimle karşı karşıya olduğu için, bu kademelerden 'en az biri tarafından tercih edilmiş' olan adayı atamaya 'gayret etmiş'. Öte yandan üniversitelerdeki istifaların boş bir gövde gösterisi olduğunu, ve söz konusu kişilerin zaten ayrılmak durumunda kalacakları idari görevlerini bıraktıklarını vurgulamakta yarar var.
Unutmamak gerek ki bu sistem, devletin resmî ideolojisi açısından makbul olmayan, ama üniversite tarafından seçilen kişilerin rektör olmalarını engellemek için uyduruldu. Kısacası asıl amaç rektör atamak değil, istenmeyen üniversite yönetimlerinin, dolayısı ile üniversite özgürlüğünün önünün kesilmesi idi. Şimdi hiç olmazsa Gül gibi bir cumhurbaşkanı var da, onun sayesinde hem meşruiyeti yeniden hatırladık, hem de onun üzerinden bu seçim sisteminin gayrimeşru özünü yeniden 'keşfettik'...
Türkiye gibi cemaatçi ülkelerde yozlaşma dönemlerinden sonra maalesef bir anda ideal olana sıçranamıyor... Üniversiteye siyaset tohumlarını ekenler, birkaç hasat mevsimine de hazır olmalılar...